22 Kasım 2023 Çarşamba

INK - notlar..

[yıl bitmeden, hakkında bitmiş bir yazı hazırlayamadığım, ama benim için bu yılın en etkileyici ve unutulmaz gösterisi olan INK hakkında aldığım notları paylaşıyorum.]



INK, megaron, 12 ocak 2023, dünya prömiyeri
(fotoğraflar: mehmet kerem özel)


15 ocak 2023, uçakta, istanbul'a dönerken... 

iki dünya var; biri içerde yaşanan, diğeri dışarıya doğru yansıtılan. ilki midenin seviyesinde; su dolu, çalkantılı, girdaplı, duygusal, duyumsal; doğallık, cinsellik burada barınıyor, buradan doğuluyor da. diğeri baş seviyesinde; akıl, düşünceler, etrafa saçılan ışıklar... 
sahnedeki siyah pantolonlu ve kolları sıvalı siyah gömlekli yaşlı adam bu iki dünyayı barındırıyor...

yaşlı adam ilk anda birdenbire zeminden bir ahtapot yakalayıp çıkarıyor, vura vura etini ehlileştiriyor, ısırıp bir parça koparıyor, yiyor, sonra sandalyeye oturup dinleniyor.. o sırada fıskiyenin adamın kafasının hizasından belli bir yarıçapta hareket ederek su fışkırtması, fışkıran suyun arkadaki perdeye çarpması...

ahtapot avlamak çok yunan bir olgu. illa aşçı olmasına gerek olmadan, bütün yunanların yaptığı bir şey; denizden yakalayıp, sahilde kayalara vurarak etini yumuşatıp yemeleri...
ama ahtapot gösteride bununla kalmıyor, gösteri boyunca dönüp dönüp geri gelen, sıklıkla kullanılan bir imge: penisin üzerindeki ahtapot.. çocuk başlı ahtapot...

yaşlı adamın sahnede gösteri boyunca kullandığı eşyalardan biri: içi yarıya kadar su dolu küre. 
başlangıçta sahnenin zemini şeffaf. zeminin altında bir yaratık sürünüyor; çıplak, beyaz. o yaratık o ahtapot mu, silindirik yüzeylere sahip ve sulu sahne mekanı da o içi su dolu küre mi...

çıplak, beyaz, genç oğlan ile giyimli, siyah, yaşlı adam. papaioannou'nun "iki"likleri; "primal matter"da zirvesine ulaşan... "2" adında bir gösterisi bile var...
vals müziği... iki kişilik bir dans...

ikisi bir sahnede içi su dolu küreyle oyun oynuyorlar; önce karşılıklı, sonra rekabetçi şekilde, sonra birlikte/aynı tarafta/paylaşarak. biri diğerinin gençliği mi... çocukluktaki masumiyeti mi paylaşıyorlar... 
yaşlı adamın yakalayıp yediği ahtapot aslında kendi çocukluğu, kendi masumiyeti mi..
yaşlı adam, içindeki çocuğu mu öldürüyor, kendi çocukluğunu mu yiyor; kendi çocuğunu yemek kendini yemiş olmak aslında.. geçmişinle, masumiyetinle bir şeyleri tekrar paylaşmak istediğin için mi yersin kendi dölünü.. yoksa tekrar çocukluğuna dönmek için mi.. ama bu imkansız tabii; hüzünlü olan da bu değil mi, ne kadar istesen de geriye dönemiyecek, zamanı geri çeviremeyecek olmak..

yaşlı adamın pikaba yerleştirip çaldığı plak... bittiğindeki cızırtı... özlem...

"bir faun'un öğleden sonrası"; buğdaylar, üremek, semen kokusu, güneş ışığının ısıttığı bedenin şehvetle ve bir yılan gibi kıvrım kıvrım kıvrılması, kendini tatmin etme...

kırmızı 
yaşlı adam bir sirk yöneticisi mi... 
ipler, oryantal müzik... 
bir "ucube gösterisi" mi seyrediyoruz... 
fanus içindeki bebek, kafasının yenmesi, dehşet, hazza gömülmek, hazzın içinde kaybolmak..
havadan düşüp paramparça oluyor; parçalanan akıl mı... 

çırpınan küçük yaratıklar; balık mı, yoksa okyanusun derinliklerindeki ilk canlılar mı... beyaz oğlan getiriyor onları; onun çocukları mı, spermleri mi... havayla temas edince zamanla hareketsizleşiyorlar... 
bir tanesini önce yaşlı adam yiyor, sonra oğlan da; hatta aynı yerden ısırıyorlar, yan yanalar...

siyah kayış, kırmızı su boruları, siyah masa, siyah tabure, şeffaf küre, disko topu...

yaşlı adamın panoya ipleri yerleştirip, oğlanı baygınken çekmesi... sonra kement atıp, onu ayıkken çekmesi... [ikinci gece o kement bir türlü gitmiyor, istenilen noktaya, papaioannou ardı ardına atıyor kementi, ertesi gün julian'la buluştuğumuzda papaioannou'nun ikinci gün bir kaç kere akış aldığını, stresli olduğunu söylüyor, zaten ikinci akşamda bir çok şey prömiyer akşamı gibi akmıyor]

yaşlı adamın küreye su doldurup amuda kalkmış oğlanın ağzına su akıtması, sonra küreyi o haldeki oğlanın kaba etlerinin arasına yerleştirip oğlanın altına girmesi ve bu sefer onun küredeki suyu içmesi, sonra bir sevişme sonrası rehavetindeymiş gibi baygın sırtüstü yatmaları bir süre... enfes bir sahne!

beyaz siyahı şeffaf panoya sarıyor, ehlileştirilen baş kaldırıp karşısındakine, onun ona yaptığının aynısını yapıyor...

perdenin arkasında disko topu ışıldıyor, perdeyi açıp, onu içeriye alıyor, içeride parıldıyor, parıltıları içerden perdeye düşüyor... 
yaşlı adam önce topu asıyor, sonra oğlanı. oğlan asılıyken yaşlı adam gergin; karşılıklı dönüyorlar...

masa üzerindkie koşu, önce dört ayak üzerinde, sonra yavaş yavaş hızlanarak, emin adımlarla. 
zaman yolculuğunda bir tünel adeta: geriye çekiliyor ve baştaki ana geri dönüyoruz; masumiyete mi, sıfır noktasına mı... o ehlileştirme anına mı... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder