wim wenders'in "palermo'da yüzleşme" (palermo shooting) filmini filmekimi'nde kaçırmıştım, bugün yakaladım.
mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
wim wenders'in "palermo'da yüzleşme" (palermo shooting) filmini filmekimi'nde kaçırmıştım, bugün yakaladım.
oyun öncesinde, genco erkal'ın son oyununa gideceğimi öğrenen bir dostum "genco erkal , yıldız kenter, müşfi kenter gibi usta oyuncuların bir müddet sonra sahnede kendilerine dönüştüğüne" dair bir laf etti. oyuna berbaber gittiğim arkadaşım ise "genco erkal'ın eslerinin bile, örneğin nazım oratoryosu'ndakinden farklı olmadığını" söyledi.
"vur / yağmala / yeniden" sekizinci gösteri ile noktalanıyor. sekiz aydır takip ettiğimiz bu çağdaş destan ancak bu kadar isabetli iki oyunla noktalanabilirdi. her şey o kadar tamamlandı ki, üstüne söyleyecek söz kalmıyor.
endüstri devriminden beri geçen 150 yılda dünyada gerçekleşen siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeler konusunda, yani kapitalizm, sosyalizm ve anarşizm ekseninde zeki, eğlenceli ve gerilimli bir beyin fırtınası seyretmek istiyorsanız önümüzdeki tiyatro sezonunu beklemek zorundasınız. çünkü istanbul halk tiyatrosu'nun yeni oyunu "gagarin sokağı" bu akşam bu sezonluk son defa sahnelendi.
daha önce adını duymadığım ama belli ki çağdaş fantastik edebiyatın çok okunur isimlerinden neil gaiman'ın kitabından uyarlanan animasyon film "coraline" (koralin ve gizli dünya) iki haftadır sinemalarımızda.mavi saçları, yıldız işlemeli kıyafeti ve kendisine macerasında eşlik eden kara kedisi ile koralin bana çok sevdiğim, uzun zamandır görüşmeye fırsat yaratamadığım bir dostumu hatırlattı. acaba oğluyla gitmiş midir bu filme diye geçirdim içimden... eğer gittiyse, eminim yarısında terk etmemiştir
murat ipek'in yazıp oynadığı "belkis düştü kuyuya"yı üç sene önce maya sahnesi'nde seyretmiş ve çok beğenmiştim; hem eğlenceli hem hüzünlü, komikliği detaylarla yaratan, zeki ve aykırı bir oyundu. murat ipek belkıs rolünde çok iyiydi.


geçen yaz sonunda kendime 2008-2009 sezonu için dört avrupa kentini içeren bir yol güzergahı çizmiştim. duraklarımı sidi larbi cherkaoui'nin halen dolaşımda olan dört yapıtı belirlemişti; "takıntı" denen şey böyle bir şey olmalı!
700 yıllık müzik geleneğinde, kalıtsal olarak müzisyen olan seçkin griot kastına ait ailelerden birinin ferdi: toumani diabaté. asil ama inanılmaz alçakgönüllü. konuşması, hali tavrı had safada insancıl ve yumuşak.
" ...Bütün öğrenciler dikkatle ve düşünerek ve kaleminin ucunu emerek soruları incelediğinden, içlerinden biri, kötü niyetle, bir kağıt parçasını el altından dolaştırmaya başladı ve arkamda oturan kız, kağıdı bana uzattı. Gözümün önünde şu iki soru duruyordu: Sevmek mi istersin? Sevilmek mi istersin? Ve "Sevilmek mi istersin" sözcüklerinin altına mavi ve kırmızı mürekkeple bir sürü daire çizilmişti. "Sevmek mi istersin" sözcüklerinin altındaysa, tersine hiçbir şekil yoktu. Kuralı bozmadım ve "sevilmek mi istersin"in altına bir daire de ben ekledim.


kukla festivalini bütün zorluklara, imkansızlıklara ve seyirci azlığına rağmen ısrarla, şevkle ve özveriyle düzenlemeye devam eden sayın cengiz özek'e binlerce teşekkürler!
idansII kapsamında bu akşam garajistanbul'da tüyler ürperten bir belgesel-performansa tanık olduk: "the continuum: beyond the killing fields". video görüntüleri, canlı müzik, gölge tiyatrosu ve geleneksel dansın harmanlandığı gösteri bize dört kamboçyalı sanatçının ölüm tarlalarındaki gerçek hikayelerini anlattı. gözyaşı da vardı, zarafet de, samimiyet de.
istanbullu sanatseverler flamenkoyu carlos saura'nın filmlerinden öğrendi desem yanlış olmaz sanırım. "nalınlar", "kanlı düğün", "karmen" ve "büyülü aşk" film festivali sinema günleriyken akm'nin küf kokan sinema salonunda oynayan saura filmleriydi.son bir not: maria pagés ile yapılan bir röportajdan sidi larbi cherkaoui ile ortak bir projesi olacağını öğrendim ve çok heyecanlandım. merak ile bekliyorum...
23-24 ocak'ta antwerp'te seyrettiğimden beri aklımdan çıkmayan cherkaoui'nin "myth"inin bir müzik albümü olduğunu keşfeder keşfetmez peşine düştüm.
kukla festivali bütün hızıyla son haftasına girdi. bugün fransız kültür'de ispanya'dan konuk olan ikinci topluluk trukitrek'in "jukebox" adlı kabaresi sahnelendi.
kaybedilen anılar, perspektif çizgilerinde yitirilen boyutlar, "ümitsizlik burnu" adlı adaya vurmuş idealler, inceltmesini yitirmiş harfler... ve herşeyden öte: gerçeğin yanılsamaya dönüşmesi.
deufert + plischke'nin "directory: europe endless" ile "directory: songs of love and war" adlı iki performansını seyrettik bu akşam.
"çirkin insan yavrusu" bir yıldır beri başta talimhane tiyatrosu olmak üzere, istanbul'un bir çok sahnesine konuk oldu. şimdi de yolu viyana'nın prestijli tiyatro festivali wiener festwochen'e düşecek.
işsanat'ta camilo'nun latin tınıları lakatos'un rumen ezgilerine karışırken, süreyya'da son yılların en başarılı iki sopranosu otilya ipek ile perihan nayır leyla gencer anısına aryalar söylerken, crr'de pinchas zukerman konser sırasında kendisine pike yapan sivrisineklerle cebelleşiyordu.
2010'a yaklaştıkça istanbul'daki etkinlikler artıyor, çeşitleniyor, giderek çakışıyor.haziran'da bir yanda yılların klasik müzik festivali aya irini'yi mekan edinirken, garajistanbul'da 5-9 tarihlerinde avrupa'nın disiplinlerarası festivali temps d'images, 12-20 tarihlerinde ise garajistanbul'un yanısıra istanbul modern ve başka mekanlara da taşan "beyond belonging III - almancı!" adlı küçük bir tiyatro/görsel sanatlar festivali düzenlenecek.
temps d'images'ın programı bütünüyle açıklanmış değil ancak 5 haziran'da hiroaki umeda'nın iki solo (gölgesiyle dans ettiği "duo" merak uyandırıyor) ve 8 haziran'da annabelle bonnéry - compagnie lanabel'in "virus//antivirus" adlı dans gösterileri ile 6 haziran'da garajistanbul projesi "muhabir" kesinleşmiş prodüksiyonlar.
"beyond belonging III - almancı!" festivalinde berlin'in avant-garde kurumlarından ikisi, hebbel am ufer (HAU) ve geçtiğimiz yıl çoğunluğu almanya'da yaşayan türk sanatçılar tarafından açılan ballhaus naunynstrasse'nin prodüksiyonlarından 6 gösteri seyredeceğiz. bunlardan hakan savaş mican'ın fassbinder oyuncusu heide simon'un da rol aldığı çok karakterli psikolojik draması "der besuch" (ziyaret), neco çelik'n aziza a., idil üner ve tim seyfi'li arabesk müzikali "gazino arabesk", berlin’de yaşayan türkiye kökenli eşcinsel erkekleri konu alan nurkan erpulat'ın "jenseits" (öte taraf) ve kadir „amigo” memiş'in "ZEY’BrEaK" adlı gösterileri ilk anda ilgi çekici gözükenler. bir haftalık festival filmler, belgeseller, sanatçılarla söyleşiler ve müzik geceleriyle zenginleştirilmiş bir program içeriyor.
kötü bir huyum var; sergilere ancak ya son haftasında ya da son gününde gidiyorum. kötü mötü bu huya da razıyım aslında, çünkü son gün de olsa gitmemi sağlıyor. kötü tarafı, son ana bıraktığım için kaçırdığım da pek çok sergi oluyor!


12 basit vals. 2 dansçı. yerde 24 dilimli bir çember.

talimhane tecrübesi biraz şanssız devam eden mehmet ergen sezonu iki yeni oyunla bitiriyor: talimhane tiyatrosu yapımı "yastık adam" ve istanbul halk tiyatrosu'nun "gagarin sokağı".
film festivali'nde "cafe de los maestros"u seyredenler filmdeki efsanevi tango üstadlarına hayran olmuş olmalı.
biraz tim burton atmosferi, biraz helena bohnam-carter (bknz: demet evgar), biraz çizgi film estetiği (topluca bir yandan diğer yana koşan insan kalabalığı, suratta patlayan bombalar, katılıp kalan karakterler, buharı tüten kazanlar), çokça absürd, biraz eklektik (bknz: opera ile hard rock'ın yanyana olduğu müzik kullanımı), oldukça seksi (bknz: bülent şakrak, oyundaki diğer üstü çıplak erkekler ve sarsılan koltuk), yeterince komik (bknz: kadriye kenter, engin hepileri); ve hepsi sadece 1.5 saat!
bir mayıs pazarının sabahında, etraf sakinse, sadece kuş cıvıltıları varsa sessizliği bozan, güneş ışınları tatlı tatlı ısıtıyorsa dokunduğu yüzeyleri, hafiften bir esinti de varsa diri tutan; bu cennetsi uyuma eklenebilecek ender insan yapımı şeylerden biri mahler'in "lieder und gesaenge aus der jugendzeit" şarkıları olsa gerek. hele de daniel barenboim'un piyanosu dietrich fischer-dieskau'ya eşlik ediyorsa...
bu sene stüdyo oyuncuları'nın tezgahında şahika tekand yapıtı olmayan ancak herşeyleriyle onun tarzını devam ettiren iki heyecan verici oyunla karşılaşmak mümkün.sanki, "apartman" çıkış noktasından daha da ileri gidebilirmiş, biraz tutuk kalmış gibi geldi bana.
"üç... iki.. 1000"i oluşturan iki kısa oyundan ikincisi ("1000") ilkinden ("üç... iki..") çok daha sağlam, çok daha derinlikli, oyuncuyu olduğu kadar seyirciyi de son sınırına kadar zorlayan etkileyici bir çalışma. hatta, "1000"i seyredince, "üç... iki.." keşke hiç olmasaymış diye bile düşündüm.