5 Kasım 2025 Çarşamba

Şiddetin iki yüzü: Milo Rau ile Ursina Lardi’den Die Seherin






Berlin'in, kurulduğu 1962’den beridir gösterileriyle dünyada adından söz ettiren tiyatro kurumlarından biri olan Schaubühne 2025-2026 tiyatro sezonunu, yaz aylarındaki prestijli tiyatro festivallerinde dünya prömiyerlerini gerçekleştirdiği iki yapımla açtı. Bunlar Milo Rau’nun yönettiği Die Seherin (Kadın Kahin) ve Thomas Ostermeier’in yönettiği Henrik İbsen uyarlaması Die Wildente (Yaban Ördeği) oyunları idi. Eylül sonunda bir Pazar akşamı Berlin’de arka arkaya seyrettiğim bu iki oyun hakkındaki yazılarımın ilkinde sizlerle Die Seherin izlenimlerimi paylaşacağım.

Haziran ayında önce Viyana'da Wiener Festwochen'da, ardından oyuncusu Ursina Lardi'ye Biennale Teatro kapsamında Gümüş Aslan Ödülü verilmesine paralel olarak Venedik'te sahnelenen Die Seherin, Rau ile Lardi'nin birlikte çalıştıkları dördüncü gösteri. Lardi, Rau ile bir önceki çalışması Everywoman’da olduğu gibi bu sefer de oyunun ortak yaratıcılarından biri.
Geçtiğimiz yıllar içinde İstanbul'da da işlerini seyretme imkanı bulduğumuz Rau, anlatım tekniği olarak; sahnede anlatılan ile anlatılanın kurgusallığı ile gerçekliği arasında, ve bunlarla da sahnedeki gerçeklik arasında kurduğu, seyircisini her an tetikte ve bıçak sırtı konumda asılı tutan gel-gitli, ikirciklik, oyunsu anlatılarıyla dünya tiyatro dünyasında kendine özgü bir yere sahip. Rau'nun yapıtlarındaki içeriğe bakıldığında ise esas derdinin şiddet ile hesaplaşma, şiddeti sorgulama olduğunu söylenebilir. Rau oyunlarında insanın içindeki ve başka bir insana uyguladığı şiddeti ortaya sererek keşfetmeye çalışıyor. Rau bunu, yapıtlarının azımsanmayacak bir kısmında Antik Yunan oyun metinlerine, mitolojisine veya protagonistlerine günümüzden bakarak tartışıyor. Die Seherin de bunlardan biri; oyunun merkezindeki oyunculuktan savaş fotoğrafçılığına geçmiş olan kadın, Yunan mitolojisinin kahin kadını Kasandra'dan izler taşıyor. O, bombaların patlayacağı, insanların vurulacağı noktaları önceden tahmin ederek ve zihninde oraların vahşet sonrası alacağı görüntüyü önceden kurarak, kamerasıyla başkalarının acılarını hem büyülenmiş hem de mesafeli bir şekilde gözlemleyen, dayanılmaz olanı gerçeğe dönüştüren bir kahin.

Savaş fotoğrafçısının çektiği fotoğraflar şiddeti ve vahşeti belgeler ama, Susan Sontag'ın dediği gibi, savaş fotoğrafçısı aynı zamanda, fotoğrafını çektiği kişinin kişilik haklarını ihlal eden bir şiddet üreticisi midir? Metninde bizzat Sontag’ın bu görüşünü belirttiği kitabına da gönderme yapan Die Seherin’de, tam da bu sorunsalı ortaya seren dahiyane bir tiyatral buluş var: Fotoğrafçıyı oynayan Lardi, monoloğu içinde her bir denklaşöre basış anından bahsettiğinde, sahnede bir ışık ve ses patlaması efekti gerçekleşiyor ve aynı efekt oyunun ilerleyen anlarında, savaş bölgelerinden bahsedilirken tetikleri çekildiğinde silahlardan çıkan ışık veya sesle örtüştürülüyor.
Savaş fotoğrafçılarıyla ilgili başka bir “kadim” sorunsal da, en etkili fotoğrafı çekme dürtüsünün zamanla, insan ruhunda büyük bir çekiciliğe sahip olan, haz alma ile örtüşüyor ve bu hazın gittikçe daha yüksek dozda talep edilerek bağımlılığa dönüşüyor olma durumu. Bu da oyunda tiyatral olarak masaya yatırılıyor: Lardi her bir denklanşöre basış anını, az önce bahsettiğim ışık ve ses patlaması sırasında gerçekleştirdiği, kollarından birini yukarıya geniş bir kavis çizerek kaldırıp elini vurgulu bir şekilde öne çevirdiği bir jest ile betimliyor. Bu jest rahatlıkla, sevişme sırasında haz içindeki bedenin alabileceği pozisyonlardan biri. Oyunun ilerleyen bir sahnesinde tam da bu jest, savaş fotoğrafçısının o sırada anlattığı hikayeye göre, gittiği bar-diskoda tek kadın olarak etrafı erkeklerle çevrili eğlendiğine dair sözleriyle birlikte, pistteki dans figürlerine dönüşüyor, o sırada ışık da yine diskolardaki strobe ışıklar gibi yanıp sönüyor.

Die Seherin oyunu, yukarıda belirttiğim gibi, bir kahin gibi başkalarının acılarını hem büyülenmiş hem de mesafeli bir şekilde önceden hisseden, gören ve gözlemleyen bir savaş fotoğrafçısı üzerine ama anlatıda sadece o yok.
Sahnenin gerisindeki devasa projeksiyona yansıyan görüntülerde, sanki 19. Yüzyılda, belki İtalya’da belki Yunanistan'da The Grand Tour yapmakta olan bir İngiliz'in fırçasından çıkma; arkada bulutlu dağlar, uzakta belli belirsiz yatay bir antik şehir silüeti (belki Truva) ve önde bir kayaya oturmuş çobanın betimlendiği tipik bir manzara resmi janrında bir tablonun kadrajıyla benzer bir kadrajda; en gerideki Kuzey Irak dağlarının ve hemen onların eteğindeki mülteci kampının siluetinin önüne, bize yakın mesafedeki çorak kumullardaki bir taşın üzerine oturmakta olan bir adamın yerleştirilmiş olduğunu görürüz. En başta önce bir koyun sürüsü sonra savaş fotoğrafçısı (Ursina Lardi) ile birlikte bu adam kadrajdan geçmişler, sonra fotoğrafçı sahnede belirmiş, adam ise perdedeki görüntüde kalmıştır. Adam, Iraklı öğretmen Azad Hasan’dır ve oyun boyunca savaş fotoğrafçısı ile münavebeli olarak söz alacak; her söz alışı öncesinde görüntüde biraz uzakta kalan, üzerinde oturmakta olduğu kayadan kalkacak, bize (kameraya) yaklaşacak ve hikayesinin bir parçasını aktaracaktır. Oyun sırasında çok ender bir kaç sahnede, arada sırada perdeden (Lardi'nin sahnede bulunduğu konuma göre) sol veya sağ aşağı doğru bakacak; yani, sanki Lardi ile sohbet ediyormuş gibi konuşacak, Lardi de ona Kürtçe cevap verecektir. 
Azad Hasan içinde bulunduğu peyzajda ve anlattığı -başından geçen IŞİD zulmüne elini kurban verdiği şiddet- hikayesiyle ne kadar gerçekse, savaş fotoğrafçısının kurgusal hikayesini canlandıran Lardi de, mesela hemen gösteri başlamadan gelip, görüntüdekine benzer kumla kaplı bir sahnede, araba lastikleri ve plastik atıkların arasına yer hoparlörleri, yer ışıklarını ve ayaklı mikrofonu yerleştirerek bize "gösterdiği" tiyatral sahnesiyle, bilinçli bir şekilde vurguladığı üzere, o kadar yapaydır.
Gerçek de olsa yapay da, gösterideki iki katmanın da temelini deştiği tek bir sorun var: Başta da belirttiğim gibi, insanın içindeki şiddeti tartışmak. Ve Die Seherin bunu, tek bir şiddet görüntüsü göstermeden başarıyor. Ursina Lardi’nin gözlerinde, bakışlarında, yüzünde görüyoruz o soğuk, mesafeli şiddeti, şiddetten büyülenmişliği ve Azad Hasan’ın kasabadaki bir dört yol ağzında kurulan sehpada eli kesilirken “En kötüsü, coşku içindeki kalabalıkların çığlıklarıydı” sözünde duyuyoruz. Die Seherin Rau & Lardi ortaklığının başka bir güçlü, çarpıcı örneği; savaşların ve vahşetlerin devam ettiği günümüz dünyasında oldukça sersemletici de!


Yazıdaki bütün fotoğraflar Mehmet Kerem Özel'e aittir ve 21 Eylül 2025 tarihinde çekilmişlerdir.
Bu yazı, gösterilerden yayın haklı fotoğraflarla Tiyatro Drrgisi'nde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder