Arsenale, Venedik © Mehmet Kerem Özel
La Biennale di Venezia kurumunun 1934 yılından beridir önce müzik ve tiyatro festivallerinin içinde, 19 yıldır ise kendi başlığı altında düzenlediği Biennale Danza (Dans Bienali) 17 Temmuz - 2 Ağustos 2025 tarihleri arasında Venedik’te gerçekleşti. Festival her yıl düzenleniyor olsa da başlığında, düzenleyen kuruma ithafen, “bienal – iki yılda bir” ibaresi kullanılıyor.
İngiliz koreograf Wayne Mc Gregor'un dört yıldır devam eden artistik direktörlüğündeki festivalin bu yılki teması "Making Myth" (Miti Oluşturmak) idi. Ocak ayında açıklanan, festivalin açılışında sahiplerine takdim edilen bu yılki ödüllerde; Tywla Tharp Yaşam Boyu Başarı Altın Aslan ve Carolina Bianchi Gümüş Aslan ödüllerini aldılar.
Festivalde, dokuzu Dünya, ikisi Avrupa prömiyeri 18 yapım yer aldı, bunlardan 11'inde Biennale Danza ortak yapımcıydı. Son dört gününde konuk olduğum Bienal’de dokuz gösteriyi seyrettim. Bunlardan bir seçkiyi, seyretme sırama göre paylaşacağım.
Simulacro 'yu alkışlarken (Teatro Piccolo Arsenale, Venedik - 30 July 2025)
© Mehmet Kerem Özel
Simulacro
Simulacro
İkisi de İtalya doğumlu olan ancak uzun yıllardır Madrid’de yaşayan Antonio de Rosa ile Mattia Russo’nun dansçılarla ortak yaratım yoluyla, dinamik ve atmosferik işlere imza attıkları kolektif dans topluluğu KOR’SIA, yeni yapıtı Simulacro (Simülakra) ile, Haziran sonunda Madrid’in çağdaş sanat mekanı Condeduque’de gerçekleşen Dünya prömiyerinin ardındanki ilk gösterimleri için, yapıtın ortak yapımcısı da olan Biennale Danza’daydı.
Simulacro, tahmin edileceği üzere, adını doğrudan Jean Baudrillard’ın Simülakra/Simülasyon kuramından ve dolayısıyla esinini de; kendilerinin ötesinde hiçbir şeye atıfta bulunmayan imgeler ve işaretlerden oluşan, tekrarlar ve boşluklarla her an kesintiye uğrayarak gerçekliğin yerini alan kaotik hipergerçeklikten almış.
Salona yayılmış dumanlar arasından perde açıldığında, seyirci tarafındaki kısmının kesildiği, ortadaki adasının üzerindeki devasa panodan dolayı arka tarafının gözükmediği dairesel bir yol kavşağıyla karşılaşırız. Bu “yok-yer”e aniden bir paraşütçü iner. Amber Vandenhoeck’in Rosa ve Russo ile iş birliğiyle tasarladığı senografinin önemli bir öğesi olan, sahne tavanına asılı ve oditoryuma da taşan dairesel ışık bandı, kavşağın zemindeki izini tamamlayarak seyirci tarafını da o “yok-yer”e dahil eder. Işık bandı kanımca sahnede bedenlerin; soyutluk, parçalılık ve belirsizliğin hüküm sürdüğü sanal dünyanın kısırdöngüsünde devindikleri, aktıkları, sürüklendikleri sonraki 60 dakikanın da temel atmosferini kurar. Bu süre zarfında yedi beden silah seslerinin ve Alejandro da Rocha imzalı, askeri bilim-kurgu filmlerini çağrıştıran telaşlı ve gergin elektronik müziğin arka planını oluşturduğu bir simülasyonun, adeta bir video oyununun içinde durmaksızın savaşırlar. Bu her şeye egemen ses peyzajı Lee Hazlewood’un Your Sweet Love ile Nina Simone’nun Love Me Or Let Me şarkılarıyla kesintiye uğradığında, sanki hem sahnedeki bedenler hem de oditoryumdaki seyirciler gerçek ile sanal arasındaki karmaşada kaybettikleri referansları yeniden bulur ve onlarla bağlantı kurar, insani olan hatırlarlar.
Simulacro doğrusal bir anlatısı olmayan; sahnede birbirleriyle bağlantısız parçalar, imgeler ve varlıklarla seyirciye ‘anlamak’tan çok ‘duyumsamak’, ‘alımlamak’tan çok ‘algılama’ temelli, kaotik bir deneyim sunan bir gösteri; tadı her damağa uygun değil.
Yoann Bourgeois & Patrick Wilson 'ı alkışlarken (Sala Marghera - 31 July 2025)
© Mehmet Kerem Özel
Yoann Bourgeois Art Company’nin 2022 yılından beridir Kanadalı müzisyen Patrick Watson ile birlikte sahnelediği konser-gösteri formatındaki Yoann Bourgeois & Patrick Watson başlıklı yapım da Biennale Danza’nın programındaydı.
Bourgeois bu gösterisinde, 2022’ye kadarki işlerinde akrobatik hünerlerini sergilemekte kullandığı ve onun alameti farikasına dönüşen bütün “oyuncak”larını; basamakları, trambolini, kaydırağı, yürüyen bantları, döner platformu, silindir akvaryumu ve dağılan sandalye/masaları sahneye yerleştirmiş. Patrick Watson ise 60 dakika boyunca genel olarak sakince akan, zaman zaman ivmelenen, Debussy ve Satie gibi klasik müzik bestecilerinden olduğu kadar cazdan da esinlenen, pop ile deneysel, folk ile rock arasında salınan atmosferik müziğini tek başına ve canlı olarak icra ediyor.
Yoann Bourgeois & Patrick Watson seyircileri tanımlı bir dramaturjik anlatı izleği olmadan, bir “best-of” kolajı niteliğinde, akıcı bir şiirsellikle ard arda dizilmiş; “arka arkaya yorulmaksızın basamaklardan çıkıp aşağı düşen/kendini atan ve tekrar basamaklara geri dönen insan”a, “arka arkaya yorulmaksızın tırmanıp yükseklerden farklı şekillerde kayarak kendini aşağıya bırakan insan”a, “arka arkaya tekrar tekrar üzerine düştüğü yürüyen bantta sürüklenen insan”a, “merkezkaç kuvvetine (bir iktidara/muktedire olabileceği gibi bir ilişkiye, aşka da) karşı farklı pozisyonlar alan insan”a, “her seferinde derin bir nefeslik de olsa, suyun içine, kendi dünyasına kaçan insan”a, “dakikalarca durdurak bilmeksizin basamaklardan inip çıkarak bir yerlere yetişmeye çalışan ama aslında kısırdöngüde dönüp duran günümüzün telaşlı insanı” figürlerine/durumlarına tanıklık ettiriyor.
Venedik’in dışında, Marghera Endüstri Bölgesi’ndeki devasa bir depoda sahnelenen gösteride Yoann Bourgeois’nın ve eşi Marie Bourgeois’nın da aralarında bulundukları beş performansçı, bir sekansta sahnedeki performansa da dahil olan üç kişilik teknik ekip ve Goury imzalı görkemli senografinin en küçük detayını bile aydınlatarak bambaşkalaştıran ışık tasarımıyla Jérémie Cusenier; prezisyonları, ihtimamları ve virtüöziteleriyle göz doldurdular, hayranlığımı tekrar teyit ettiler.
Friends of Forsythe 'yı alkışlarken (Teatro alle Tese Arsenale, Venedik - 1 August 2025)
© Mehmet Kerem Özel
Friends of Forsythe
2023 Kasım ayındaki Dünya prömiyerinden beridir geniş aralıklarla Dünya’nın çeşitli şehirlerini ve festivallerini dolaşan Friends of Forsythe (Forsythe'ın Dostları) da Biennale Danza’ya uğrayan gösterilerdendi. Dans disiplinini tanımlayan ve dönüştüren başat koreograflardan biri sayılan William Forsythe ile breakdance geleneğinden gelen Rauf "Rubberlegz" Yasit'in küratörlüğünü üstlendikleri, Rubberlegz ile birlikte, farklı dans formasyonlarından gelen ama kariyerlerinin bir noktasında yolları mutlaka Forsythe ile kesişmiş olan Brigel Gjoka, Riley Watts, Matt Luck ve JA Kolektifi’nin (Aidan Carberry ile Jordan Johnson) iş birliğinden doğan proje; halk dansları, salon dansları, breakdance, hip hop ve baleden beslenerek, farklı geçmişlere ve hareket dillerine sahip dansçıların fiziksel diyaloguna/iletişimine odaklanmıştı.
Altı dansçı, üç cephesine seyircilerin yerleştirildiği beyaz renkli, alçak ve geniş bir kare platformun tanımladığı dans alanında 60 dakika boyunca asimetrik ve aritmik giriş-çıkışlarla ikili, üçlü, dörtlü kompozisyonlar icra ettiler. Bu sürede dansçıların kollarının, bacaklarının, ayaklarının, yüzlerinin, ellerinin iç içe, üst üste geçtiği, birbirlerine dolandığı kompozisyonların yanı sıra, hiçbir uzuvları birbirine değmese de yan yana, arka arkaya hareket ederken bakışla, sesle, mimikle kontak kurarak birbirleriyle bedensel diyaloga girdikleri kompozisyonlar vardı. Bu; çeşitliliği, olasılıkları ve birlikteliği ortaya seren diyalogların en etkileyici tarafı hiçbir dans stilinin kendisi kalmaması, diyaloga girdikleriyle birlikte dönüşmesiydi.
Hiç kuşkusuz tasarlama sürecinde ve strüktürel olarak Forstyhe’ın doğaçlama tekniğinden beslenen gösteri, koreografik olarak ve sahne-müzik-kostüm tasarımları açısından her ne kadar had safhada soyut, gündelik ve referanssız da olsa, insanın diğeri/öteki ile ilişkisi üzerinden tanımlanan/tamamlanan kendi özüne dair bir anlatıyı da barındırmıyor değildi kanımca.
La mort i la primavera 'yı alkışlarken (Teatro Malibran, Venedik - 2 August 2025)
© Mehmet Kerem Özel
La mort i la primavera
Biennale Danza’nın kapanış gösterisi bir başka dünya prömiyeriydi: Son yılların yükselen yıldızı, Valensiya doğumlu koreograf Marcos Morau’nun Barselona’da yerleşik kendi topluluğu La Veronal ile sahneye koyduğu La mort i la primavera (Ölüm ve Bahar).
Morau, Venedik’in tarihi tiyatro binalarından Teatro Malibran’da iki akşam sergilenen yapıtını Katalan yazar Mercè Rodoreda’nın, program broşüründe “Yazarın ölümünden sonra yayınlanan, bitmemiş olsa da tamamlanmamış sayılmayan” olarak tanımlanan, aynı adlı romanından uyarlamış. Yazarı ve edebi karakterini tanımıyorum, spesifik olarak sözü geçen romanı okumadım, romanın konusu da program broşüründe yazmıyordu, sadece yukarıdaki alıntıya ek olarak Rodoreda’nın tüm zamanların en büyük Katalan yazarı sayıldığı ve karanlık bir hayal gücüne sahip olduğu bilgisi vardı. Canlı seyrettiğim bir (Opening Night) ve kayıttan izlediğim üç (Sonoma, Afanador, La Belle au bois dormant) yapıtından, Marcos Morau’nun da dünyasının karanlık, hatta oldukça derin ve yoğun bir karanlık barındırdığına aşinaydım. Dolayısıyla karşımdaki, 75 dakika boyunca kesif bir kasvet barındıran gösteri beni şaşırtmadı.
Sahne sanki bir araftı; ölümden önceki evre, ölüm evrenine dalmadan önceki alandı. Bestecisi olduğu özgün müziği sahnede dansçıların arasında yer alarak bizzat icra eden Maria Arnal’ın çığlık atar gibi tez sesi biz seyircileri de sahnedeki arafa davet ediyordu. Düz ve mantık çerçevesinde bir anlatı izleği barındırmayan, parçaların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş gösteride; sahnenin sol arkasında bir org, sağında kırmızı küçük bir kamyonet, tepeden sarkıtılan torbalar içinde cesetler, toprak zeminin süpürüldüğü devasa bir tütsü demeti, davullar, erkek olsun kadın olsun altı geniş siyah etek, üstü boyun ve ellere kadar iyice yapışarak vücudu bütünüyle kapatan sadece başı açıkta bırakan beyaz dantelli gömleklerden oluşan kostümler ve çarpıtılan eğri büğrüleştirilen bedenler çıkışsız, ya da tek çıkış yönü ölüm olan bu asi ve gizemli dünyanın öğeleriydiler. Taa ki, son sahnede dansçılar zemine dizili ceset torbalarından kırmızı güller çıkararak etrafa saçana kadar. İşte; sonunda da olsa, bahar gelmiş, yeniden doğum gerçekleşmişti. Yukarıdan arafın merkezine inen ağaç gövdesi adeta bir axis mundi’ydi; gövdenin üzerindeki kovuğa gidip yerleşen Maria Arnal ise gök, yer ve yeraltı arasındaki iletişimi sağlayan şaman. Arnal görevini yerine getirmiş, iletişimi kurmuş, bizleri sağaltmıştı. Kovuk sıvandı ve ışıklar karardı.
Koltuklarımızdan hiç kalkmamış, fiziksel olarak hiç hareket etmemiş olsak da, La mort i la primavera bizlere görselliğiyle, sesleriyle ve kokusuyla çok duyulu, ritüelistik bir deneyim, bir keşif, bir vahiy sundu; sindirmesi zaman aldı.
[Yazının, gösterilerin görsellerinin eşlik ettiği tamamıma burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz: Kineo Dergi.]





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder