11 Haziran 2024 Salı

Peeping Tom’dan yeni yapıtlar

S 62° 58', W 60° 39' 'u beklerken (KVS, Brüksel, 17 Şubat 2024, © Mehmet Kerem Özel) 


Peeping Tom topluluğunun kurucuları Gabriela Carrizo ile Frank Chartier 2011’deki A louer’den uzun zaman sonra tekrar birlikte yarattıkları 2019 tarihli Kind’in ardından, son iki sezondur yeniden ayrı olarak birer yapıta imza attılar. Carrizo 2022’de NDT 1 dansçılarıyla birlikte ikinci koreografisini, La Ruta’yı tasarladı. Chartier ise 2023’te ikilinin kendi topluluğu için S 62° 58', W 60° 39' adlı bir yapıt üretti. La Ruta 2022-23 ve içinde bulunduğumuz 2023-24 sezonunda NDT 1’in programındaydı, S 62° 58', W 60° 39' ise dünya turnesine devam ediyor.

Frank Chartier’in S 62° 58', W 60° 39'’u Peeping Tom’un diğer işlerini bilenler için hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde başlıyor. Örneğin, tam da 32 rue vandenbranden’dan aşina olunduğu üzere sahneye aşırı gerçekçi bir şekilde tasarlanmış ve uygulanmış karlı, soğuk bir atmosfer hakim. 32 rue vandenbranden’da dağın tepelerine doğru bir düzlükte terk edilmiş gibi duran iki karavan vardı, burada ise buzlarla kaplı bir denizde hapis kalmış, arka tarafından gördüğümüz, yalnız bir yelkenli. 

Gösterinin başlamasıyla birlikte, teknenin arka kısmına oturmuş bir oğlan çocuğu bir anda buzlarla kaplı suların içine kayar, birisi telsizden yardım ister, teknenin elektriği gider, teknedekiler motoru çalıştırmaya çalışırlar, motorun çalışmaya başlama sesi Vivaldi’nin müziğine dönüşür, tekne bir yandan fırtınayla sallanırken mürettebat da bedenlerini esnek kullandıkları akrobatik hareketlerle şiddetli rüzgarla baş etmeye çalışırlar. Biraz sonra, buzların arasından tekneye dalgıç kıyafetli bir adam elinde bir çocukla çıkar. Bir yandan kucağındaki ölü oğluna “Oğlum seni özledim ve seni çok seviyorum, ilk adımlarında, ilkokul gününde yaşgünlerinin tamanında yanında olamadım, seni öpemedim, seni sevdiğimi söyleyemedim, özür dilerim” derken, bir yandan da kulağına götürdüğü telsizden ağlayan bebek sesi duymaktadır.

Sıra dışı ve kasvetli atmosfer, bebek figürü, bedenin elastik kullanımı, yerçekimini umursamazcasına tasarlanmış akrobatik hareketler; hepsi Peeping Tom’un hayranları için tanıdık. Ta ki, başlayalı henüz 10 dakika olmuşken gösterinin aldığı keskin viraja kadar. Ta ki, ölü bedenini sulardan çıkardığı oğluna ağıt yakan babayı oynayan Romeu Runa tam da o sahnede, sözlerinin devamında salonun gerisinde olduğunu farz ettiği yönetmene doğru dönüp “Bu ben değilim, bu sensin! Hayatını, gerçekleri değil hayal gücünü kullan!” diyerek onu hedef alana kadar. Evet bir anda, performanstan, ya da meğerse bu bir provaymış, provanın akışından çıkarız. Oyuncu yönetmene başkaldırmıştır. Hiç gecikmeden yönetmenin oyuncuya cevap vererek özür dileyen depresif sesini duyarız hoparlörden. Gösterinin ilerleyen dakikalarında da yönetmeni hiç görmeyeceğiz, sadece sesini hoparlörden duyacağızdır. Ettiği isyanın ardından sahneden oditoryuma inip, sonra da salonu terk eden oyuncunun ardından, özellikle topluluğun ilk yıllarından itibaren vazgeçilmez bir protagonisti olan Marie Gyselbrecht başta olmak üzere sahnedeki diğer performansçılar da yönetmene karşı isyanlarını dile getirirler. Örneğin Gyselbrecht yıllar boyunca yönetmenin onları oynamaya zorladığı travmatik rollerden, ortamlardan şikayet eder. Diğer bir oyuncu Runa’nın rolüne hemen talip olur, başka biri sahne tasarımının bile gerçek olmadığından, ekolojik duyarlılığın ön planda olması gerektiği zamanımızda dekorun bütünüyle plastik olduğunun eleştirisini yapar. Performansçılar Chartier’in; yarattığı kadın karakterlerin iki boyutlu olduklarından, ama onların üç boyutlu karakterler canlandırmak istemelerinden, topluluğun ekolojik ayak izini önemsemediğine, kadın-erkek ilişkilerinin toksik taraflarına odaklanmasından, her yapıtında kendini tekrarlamasına, ardı ardına şikayetlerini sıralarlar. Yönetmenin iknasıyla performansa geri dönülse de, az sonra başka bir şikayetle performans tekrar kesintiye uğrar. Bir süre sonra sahneye geri dönen Runa’nın; beynindeki ve bedenindeki bütün hatların, kasların, düşüncelerin ve duyguların birbirine karıştığı ve gösterinin son 20 dakikası boyunca süren devasa solo performansı ise takdire şayan.

Peeping Tom’un şimdiye kadarki yapıtları illa bir etiketle sınırlanacaksa dans tiyatrosu olarak tanımlanabilir; bu son yapıtta ise dans çok az, ama buna karşılık sahnede yaratılmış olan genel durum ve onu besleyen monologlar ve diyaloglar zekice kurulmuşlar ve usta bir zamanlamayla icra edildikleri için de tıkır tıkır işliyorlar. Karşımızda müthiş eğlenceli, komik, bazen durulan bazen hızlanan bir tempoda ama her anında seyircinin nabzını çok iyi tutan 110 dakikalık bir meta-tiyatro örneği var. S 62° 58', W 60° 39'’da bir performansçının isyanı sonucu “oyun”dan çıkılmasının ardından yönetmenine şikayette bulunan bir topluluğu seyrederiz; travmalarıyla tiyatro yoluyla baş etmeye çalışan bir yönetmen ile onun varoluşsal krize girmiş oyuncuları arasındaki gerilimli ilişkiye tanık oluruz. Yönetmeni hiç görmeyiz ama “provalar sırasında oditoryuma kurulu masasının arkasında, mikrofonla iletişim kuran muktedir yönetmen” imgesi misali hoparlörden sesini duyarız; sesi salonu adeta bir “tanrı” gibi kaplar, ama sesinin tonunda, vurgularında, karakterinde bir boynu eğilmiş, asası kırılmış, psikolojik olarak düşmüşlük hissi vardır. Zaman zaman “oyun” a geri dönülür ama çok uzun sürmez, çünkü performansçıların yönetmene isyanı derindir.

S 62° 58', W 60° 39' 'u alkışlarken (KVS, Brüksel, 17 Şubat 2024, © Mehmet Kerem Özel) 

Eğer Peeping Tom’a; yapıtlarına, kurucularına ve performansçılarına biraz aşinaysanız, gösteriyi daha da eğlenceli kılan üçüncü katmana vakıfsınız demektir; çünkü gösteride herkes birbirine ve yönetmene gerçek ismiyle hitap etmektedir, ve oyuncuların yönetmene dair itiraf ve isyanlarında sarf ettikleri düşüncelerin referansları, kökeni spesifik olarak Peeping Tom’un yapıtlarına aittir. Chartier okları kendine çekiyormuş gibi yapar; protagonistlerden biri gösteride iki defa onunla “Maalbeek’in Castelluci’si” (Maalbeek Brüksel’de Peeping Tom’un stüdyosunun bulunduğu semt) diyerek alay eder, Abramovic’in adı geçer, öyle sahneler olur ki Belçikalı kült yönetmen Jan Fabre’ınki geçmese de akla gelmemesi imkânsızdır. Chartier bu sayede son dönem Batı tarzı gösteri sanatlarına hakim olan bir sürü sahneleme tercihini, prova süreci alışkanlığını, oyuncu-yönetmen ilişkisini, oyunculukta gerçekçilik-yapaylık arayışlarını ve oyuncuların ego, kapris, ilgi manyaklığı ve fırsat avcılığıyla bezeli dünyalarını, yani aslında günümüzde gösteri sanatları pratiğine dair ne varsa hepsini tiye alır. Chartier acaba, yolculuğu sırasında buzlara sıkışıp ilerleyemeyen tekne imgesinde, yaratım sürecindeki bir yönetmenin, ama esas “günümüzde TikTok, Instagram ve YouTube'a yenildiği gösteri sırasında performansçılardan biri tarafından dile getirilen tiyatro sanatı”nın, krizde olduğunu ve ileriye dönük olarak yolunun açık olmadığını mı göstermektedir bize? Diğer toplulukları bilmem ama bu harikulade yapıtla Peeping Tom’un yolunun açık olduğu kesin!

 (KVS, Brüksel, 17 Şubat 2024, © Mehmet Kerem Özel) 

[Yazının (Carrizo'nun La Ruta'sına dair izlenimlerimi de içeren) bütün haline buradan ulaşabilirsiniz.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder