Bregenz'de gösteri öncesi Konstanz Gölü sahilinde yürürken
6659 seyrici kapasiteli açık hava sahnesinin giriş meydanından geçerken
Gösterinin başlamasını beklerken
1821’de Berlin’de dünya prömiyeri gerçekleştirilen, Carl Maria von Weber’in romantik operası Der Freischütz, sevdiceği Agathe ile evlenmesini sağlayacak silahla atış yarışmasını kazanabilmek için ruhunu şeytana satan Max’i konu alır. Olaylar 17. yüzyılın ilk yarısında, Avrupa’da Katolikler ile Protestanlar arasında gerçekleşen 30 Yıl Savaşı’nın hemen sonrasında, Bohemya’da geçer. Librettosunu Friedrich Kind’in yazdığı Der Freischütz özünde, aynı 30 Yıl Savaşı’ndaki gibi, dindarlık ile kafirlik (kendi inancını sahici sayıp diğerininkini şeytanlaştıran anlayışlar) arasındaki savaşı, gerilimi, hesaplaşmayı ortaya serer.
Kariyerinde; Rammstein, Madonna, Pavarotti, Mick Jagger gibi idol sanatçı ve gruplara müzik videoları çekerek ünlenen, ardından sinemada da ödüller alarak adını duyuran, aslen sahne tasarımı mezunu, yönetmen Philipp Stölzl hikayeyi tarihsel olarak geçtiği zamanda bırakmış ama yerini değiştirerek, sular altında kalmış bir köye taşımış. Stölzl bununla kalmayıp sahne tasarımını, Göl Sahnesi’nde daha önce sahnelenen bütün yapımlarda olduğu gibi, kıyıdan kopuk ve kendi başına bir obje olarak ele almak yerine, bir ucundan diğer ucuna ve seyirci tribününün dibine kadar bütün alanını kullandığı bir peyzaja dönüştürmüş. Stölzl bu peyzajda gerek sahne tasarımı olarak gerekse de mizansen tercihleri olarak Poe’dan Michael Jackson’a, Tim Burton’dan Harry Potter’a korku edebiyatı ve sinemasından aşina olunan; arabaya sürülmüş iskelet attan devasa yılana, kargalardan zombilere, kuru ağaçlardan çarpık çurpuk ahşap evlere mezar taşlarına, kurt ulumalarından rüzgar seslerine, sisten dolunaya bir sürü karakteristik öğeyi kullanmış. Stötzl’ın mahareti bütün bunları dengeli bir kıvamda bir araya getirmiş olması; ne eksik ne fazla.
Stölzl’ın Der Freischütz yorumunun en vurucu, en hınzır ve de özgün yapıta en müdahaleci öğesi ise, kısa bir role sahip şeytan Samiel’i ilk andan son ana kadar sahnede tutarak, bütün hikayenin olay örgüsünün yönlendiricisi, adeta yönetmeni ve anlatıcısı mertebesine çıkarması. Bu durum doğal olarak Samiel için, Stöztl’ın konsepti doğrultusunda Jan Dvořák tarafından sıfırdan repliklerin yazılmasını beraberinde getirmiş. Özgün librettoda “Kara avcı” olarak tarif edilen Samiel burada, başına sımsıkı yapışan kapüşonuna kadar kıpkırmızı bir tayt ile tam bir şeytan imgesinde karşımıza çıkıyor. Samiel bir tür Faust’un Mefisto’su; Max’ı, sadece yardımcısı Kaspar vasıtasıyla büyülü kurşunlar dökmeye değil, bizzat eşcinsel ilişkiye, bedensel hazza ayartmaya çalışan bir baştan çıkarıcı.
Stölzl operayı sondan, ama özgün yapıtta deus-ex-machina’nın (yani tanrının affediciliğinin) etkisini kullanmadan, başlatıyor; operanın üvertürü çalarken Max’ın tüfeğinden çıkan yedinci kurşun sevgilisi Agathe’ye isabet ederek öldürür, Samiel’in başını çektiği cenaze alayı Agathe’yi mezarına taşımaktadır, Agathe’nin can arkadaşı Ännchen’in kızgınca işaret etmesiyle Max, boynuna ip geçirilip idam edilir. Samiel tam bu noktada oyunu dondurur; gösteri sanatları sahnelemelerinde son yılların gözdesi meta-tiyatro mantığında bizlere dönerek “Ama bu kadar çabuk biterse olmaz ki, daha seyircimize, eğlendirmek için söz verdiğimiz iki saatimiz var” diyerek, sahnedeki yıkık saat kulesinin akrep ve yelkovanını geriye sardırtarak hikayeyi en baştan bize sunar. Meta-tiyatro mantığındaki eğlenceli repliklerden bir başkası da, Samiel’in operanın en ünlü müziği, Avcılar Korosu başlamadan önce “İşte, herkesin dinlemek için heyecanla beklediği bölüm az sonra başlıyor” demesiydi.
İki saat sonra, Max’ın tüfeğinden çıkan kurşun özgün hikayede olduğu gibi Kaspar’a isabet eder, Max büyülü kurşunlar dökerek yarışmayı kazandığını itiraf eder, cezalandırılır ama Münzevi devreye girerek Max’ı affeder ve Agathe’yle evlenmesini sağlar. Stötzl bu mutlu sonda bile hınzırlık yapmadan durmaz, deus-ex-machina görevi üstlenen Münzevi rolünü, kostüm değiştirmiş Samiel’e, yani şeytana, oynatır; ışıklar kapanmadan önceki son anda, üstündeki kostümü suya atıp bize sırıtmakta olan Samiel’i fark ederiz.
Stölzl’ın özgün yapıta içerik açısından müdahalesi bu kadarla kalmaz. Agathe’yi; Max’le evlenmeden başka birinden hamile bıraktırdığı gibi, yakın arkadaşı Ännchen ile İsviçre’ye kaçmayı planladıkları lezbiyen bir ilişkiye de sokar. Yani, özgün operanın, yazıldığı zaman gereği, yücelttiği dini ahlağın temelde en karşıt durduğu başlıkları hınzırca gündeme getirerek, yapıtı toplumsal cinsiyet açısından daha özgürlükçü rollerin hüküm sürdüğünü umduğumuz günümüze taşımış olur.
Stölzl özgün yapıta müzikal açıdan da müdahalelerde bulunmuş. Bazı aryalarda yaptığı kısaltmalara karşılık, seyirci tribününün arkasındaki kapalı sahnede Weber’in müziğini canlı icra eden orkestraya ek olarak sahneye yerleştirdiği kontrbas, akordeon ve klavsenden oluşan üçlüye, Ingo Ludwig Frenzel tarafından halk müziğinden esinlenerek bestelenmiş ek parçaları icra ettiriyor.
Açık havada ve haftanın neredeyse her akşamı sahnelenmesinin yanı sıra, sahne alanının genişliğinde, engebelerinde ve çoğu zaman dizlere kadar suyun içinde hareket ediyor olmaktan dolayı icracılardan çetin bir performans talep eden Göl Sahnesi gösterimlerinde her akşam orkestra şefinden solistlere, farklı kastlar dönüşümlü olarak yer alıyor. Benim seyrettiğim akşamda Patrik Ringborg şefliğindeki Viyana Senfoni Orkestrası sıcak, güçlü ve romantik şekilde orkestra partisyonunun bütün renklerini ortaya koydu; Ringborg orkestradan adeta Wagner habercisi bir ses peyzajı elde etmişti. Solistlerin tümü de gerek müzikal gerek oyunculuk açısından doyurucu ve derinlikli performanslar sergilediler. Max’te güçlü sesiyle tenor Atillo Glaser lirik, Agathe’de büyüleyici güzellikteki sesiyle soprano İrina Simmes duyguluydu. Ännchen’de soprano Katharina Ruckgaber atak ve kararlıydı. Güçlü ve etkileyici sesiyle basbariton Oliver Zwarg Kaspar’da hipnotize ediciydi. Almanca konuşulan ülkelerin en prestijli tiyatrolarından sayılan Münih Residenztheater oyuncusu Moritz Treuenfels ise nükteli, sivri dilli ve baştan çıkarıcı Samiel’de harikalar yarattı, bütün seyircilerin gözdesi oldu.
Son kertede; yönetmenlik ve sahne tasarımının yanı sıra, Florian Schmitt ile birlikte atmosferik ışık tasarımını da üstlenmiş olan Philipp Stölzl Der Freischütz ile; görsel olarak zengin, her sahnesi sürpriz bir mizansen fikri barındıran, içerik olarak keskin, espirili ve yenilikçi, müzikal olarak da –hele de “Ulusal Alman Operası”nın ilk büyük örneği söz konusuyken– cesur, bütünsel olaraksa görkemli, eğlenceli ve her açıdan tatmin edici bir yapıma imza atmış.
Gösteriyi alkışlarken
Yazıdaki bütün fotoğraflar ve videolar 7 Ağustos 2025 tarihinde çekilmiştir ve Mehmet Kerem Özel'e aittir.
Bu yazının bir versiyonu Andante dergisinin Ekim 2025'te yayınlanan 228. sayısında bulunmaktadır.










Hiç yorum yok:
Yorum Gönder