4 Ekim 2023 Çarşamba

aix-en-provence opera festivali'nden izlenimler I - simon mcburney'den "wozzeck"


Avrupa’nın prestijli opera festivallerinden Aix-en-Provence Festivali bu yıl 4-24 Temmuz 2023 tarihleri arasında gerçekleştirilen edisyonuyla 75. yaşını kutladı. 2019’dan beridir festivalin genel sanat yönetmeni olan ve 2024’ten itibaren ikinci bir dönem için tekrar seçilen ünlü opera yönetmeni Pierre Audi bu yılki festivalde biri dünya, diğeri Avrupa prömiyeri gerçekleştirilen ikisi çağdaş, üçü konser versiyonu formatında olmak üzere yedi opera gösterisi, bir müzikli tiyatro ve bir özel proje (konser-film) programlamıştı. 


10-12 Temmuz tarihleri arasında bunlardan dördünü seyretme imkânım oldu. Bu yazı dizisinde bu dört gösteri hakkındaki izlenimlerimi, seyrettiğim sırayla paylaşacağım. Bu yazılardan oluşan toplu bir versiyon Eylül 2023 tarihli Andante dergisinde yayınlandı. 

Diziye, Avignon'dan Aix-en-Provence'a otobüsle vardığım ilk günün akşamında seyrettiğim Simon Mc Burney'nin yönettiği Alban Berg'in "Wozzeck" operası ile başlıyorum.
"Wozzeck" opera yapımlarını pahalılıklarından dolayı birkaç kurumun ortaklaşa finanse ettiği günümüzde şaşırtıcı şekilde festivalin kendi yapımı olarak sunuldu. Ünlü orkestra şefi Sir Simon Rattle’ın Londra Senfoni Orkestrası’nı yönettiği gösteriyi, avant-garde işleriyle tanınan, takdir edilen ve sevilen İngiliz tiyatro insanı Simon McBurney sahneye koymuştu. Başrollerde ise Wozzeck’i Lied ustası benzersiz bariton Christian Gerhaher’in ve Marie’yi genellikle oyunculuğu biraz abartılı da olsa tekniği güçlü soprano Malin Byström’ün canlandırdıkları yapımda, Estonya Filarmonisi Oda Korosu ve Maîtrise des Bouches-du-Rhône çocuk korosu da görev alıyorlardı.

gösterinin başlamasını beklerken, 10.07.2023, grand théâtre de provence (fotoğraf: mehmet kerem özel)

“Wozzeck” festivalin 75 yıllık tarihinde ilk defa programdaydı. Aslında bu yapım festivalin 2020 edisyonu için planlanmış, hatta provalar başlamış, ancak tahmin edileceği gibi pandemi dolayısıyla iptal olmuş ve bu yıla ertelenmiş. İşin ilginç tarafı geçmişte yine Rattle ile McBurney'in dahil olduğu “Wozzeck” projeleri Salzburg ve Baden-Baden Paskalya festivallerinde de gündeme gelip, iptal olmuşmuş.

İkinci Viyana Okulu temsilcilerinden Berg'in ilk operası olan “Wozzeck” bir atonal müzik örneği, ancak tonalite ile bütün bağları kopmuş değil. Berg strüktürünü beşer tablolu üç perde şeklinde kurduğu operanın her tablosunu süit, rapsodi, askeri marş, ninni, passacaglia gibi mevcut müzik biçimlerinden yola çıkarak bestelemiş. “Wozzeck” Rattle için kendi deyişiyle “İkinci Viyana Okulu müziğine tutkun bir Mahler aşığı olarak ideal operayı simgeliyormuş.” Rattle’ın, bu tutkunun yanısıra, “Wozzeck”in 1925'te Berlin Devlet Operası'ndaki dünya prömiyerinde orkestra şefi olan Erich Kleiber'in asistanı olarak provaları yöneten ve gösterimlerde orkestrada çalan Berthold Goldschmidt'in öğrencilerinden biri olması da, yapıtın bütün teknik detayları konusunda neredeyse birinci ağızdan bilgi sahibi olmasını sağlamış. Goldschmidt'in vurguladığı noktalardan biri Kleiber'in, aynı Berg gibi, yapıtın romantikliğinde ısrar ediyor oluşuymuş. 

Rattle'ın yorumu, tam da bu benzersiz bilginin hakkını verir bir kavrayışla, yapıtın bir yandan ritim ve entonasyonunda (kompleks strüktüründe) hassas bir kesinliği yaratırken, romantik ve tutkulu tınlamasını da sağlayarak Berg'in çağırdığı duyguları yakalıyor. Londra Senfoni Orkestrası’nın ulaştığı benzersiz renk ve ifade zenginliği ile başta Gerhaher olmak üzere, sahne üzerindeki bütün şancıların, ritmik deklamasyondan koloratura uzanan vokal partilerdeki yetkin icraları birleşince ortaya müzikal açıdan mükemmel bir sonuç çıkmış. Wozzeck’in çaresizce paranoyaya dönüşen karanlık yolculuğunu abartısız oyunculuğu ve kadife gibi bariton sesiyle ete kemiğe büründüren Gerhaher’in yanı sıra, Peter Hoare de ani çıkışları olan Yüzbaşı rolünde gerek ifade yüklü oyunculuğu gerekse de sesini tizden pese müthiş bir ustalıkla inip çıkarmasıyla övgüyü hak ediyordu.

Simon McBurney’nin “Wozzeck” yorumu ise, sanatçının opera dışında sahnelediği yapımları yakından takip eden birisi olarak beni tatmin etmedi. McBurney’nin Wozzeck’i bütün opera boyunca, partisi olmadığında bile üç bir tarafı yüksek gri duvarlarla tanımlanmış ve duvarları modüler parçalara bölünmüş sahnede tutuyor olması, onun gerek toplumsal gerekse de psişik olarak hapsolmuşluğunu ve çıkışsızlığı gözle görülür hale büründürülmesi açısından oldukça etkiliydi. Sahne zemininde iç içe geçmiş ve farklı yönlere dönebilen halkaların kullanılması hem oldukça çok ve kısa olan sahne değişimlerinin hızlıca akmasına, hem de Wozzeck’in etrafında örülen ve gittikçe etkisi artarak paranoyaya dönüşen bunaltıcı atmosferin hareketle de görünür kılınmasına olanak sağlıyor olması açısından kayda değerdi (Sahne tasarımı: Miriam Buether). Kapı imgesinin bir içerdekiler-dışardakiler simgesi olarak, malum Wozzeck toplumsal olarak dışarıda bırakılan/tutulan/kalandır, neredeyse her sahnede kullanılması anlamlıydı. Göldeki boğulma sahnesinde bomboş sahnede sadece Wozzeck’in kafası gözükürken arka duvarın yavaş yavaş öne gelmesiyle nefes alanının kalmaması da yine yapımın etkileyici anlarından biriydi.

gösteriyi alkışlarken, 10.07.2023, grand théâtre de provence (fotoğraf: mehmet kerem özel)

Dolayısıyla McBurney’nin “Wozzeck”i eli yüzü düzgün, tıkır tıkır işleyen, kalburüstü bir opera yapımıydı, ancak günümüzden kopuktu. Hele de azgın neoliberazimin dünyadaki bütün toplumları kasıp kavurduğu, yoksulluğun, mobbingin, fiziksel ve psikolojik şiddetin tavan yaptığı bir dönemde McBurney’nin zamanın ruhunu yapıma nüfuz ettirememiş olması üzücüydü.

“Wozzeck”in henüz başka festival veya opera kurumlarında sahnelenip sahnelenmeyeceği belli değil, ancak festival gösterimleri sırasında yapılmış bir kaydı Alman-Fransız ortak kanalı arte’nin websitesinden 12 Temmuz 2024 tarihine kadar izlenebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder