24 Ekim 2018 Çarşamba

bir pazar akşamı

on gün önce bir adamla yazışmıştı cep telefonundaki buluşma-tanışma aplikasyonlarından birinde; iki gece önce de sözleşmişlerdi, o akşam buluşmak için. adam "gizliyim" demişti, ne telefon ne mail adresi vermişti. aplikasyon üzerinden haberleşmişlerdi sadece. o akşam tiyatro çıkışı adam kapıya gelecekti; gelirse buluşacak, gelmezse buluşmayacaklardı. birbirlerini nasıl tanıyacaklardı, bilmiyordu. randevuyu bu şekilde ayarladığına göre adamın bir bildiğinin olduğunu düşünmüştü. öyle de oldu; çıkışta, fazla tereddüt etmeden birbirlerini tanıdılar, adam yaklaştı önce, adını söyledi, el sıkıştılar. kahve içip sohbet etmek için tiyatronun kafesine gittiler; adam çay söyledi o filtre. biraz sohbet ettiler. adam fena bir insana benzemiyordu.
akşam boşsan bana gelir misin, sohbete devam ederiz dedi adam, tamam dedi. onun, senin evin karşıda, benimki daha yakın, istersen bana gidelim teklifine rağmen, adam arabam var ben seni geri getiririm deyince ısrar etmedi.

yolda sohbete devam ettiler; ama daha çok konuşan oydu, adamsa kendinden pek bahsetmedi, onu da öyle can kulağıyla dinliyor gibi değildi. karşı yakayı çok bilmese de, adamın onu evine biraz karmaşık bir yoldan götürdüğünü sezdi. keskin bir dönüş sonrasında bir anda apartmanın önüne gelmişlerdi. o daha sitenin adının yazılı olduğu tabelayı göremeden, yeraltı otoparkının kepengi açıldı, arabayla rampadan aşağıya indiler. adam, bir sürü arabanın arasından geçerek, asansör şaftına en yakın konuma getirdi arabayı.

arabadan çıktılar, adam bagajdan içi çok dolu olmayan siyah bir çanta ve içinde havlular bulunan bir torba aldı. beraber asansör holüne yöneldiler. etrafta kimse yoktu. asansörle çıkarken, o sormadan anlatmaya başladı adam; siyah çanta spor çantasıymış, sabah spor yapmış, havluları da çoktandır satın almak istiyormuş, çok fazla kuzeni varmış ve sık sık ona geliyorlarmış, lazım oluyormuş.

12. kata çıktılar. apartmanın holü daracıktı, hole sadece iki kapı açılıyordu. adam 23 numaralı kapıyı açtı, içeri girdiler. girer girmez, dairenin dekorasyonu biraz garip geldi ona, modern çizgilerle tasarlanmıştı ama abartılı bir hali vardı. sanki bir şirketin misafirleri için geçici konaklama amacıyla kullanılıyor gibiydi, ya da garsoniyer olarak.

ayakkabısını, paltosunu çıkardı. adam paltoyu aldı, vestiyere astı, terlik verdi, salona geçtiler. salon sanki içinde hiç yaşanmıyormuş gibi soğuk ve boştu. krem rengi geniş koltuklar, ortadaki beyaz "tasarım" sehpa, yerdeki renkli ultra modern halı, duvardaki tablolar ve tabloların önündeki mumluklar hoştu ama mekanda yaşam yoktu; tasarlanmış ve öylece kalmış gibiydi. ilk işkillenmesi o anda gerçekleşti.

ne içersin diye sordu adam, şarap dedi, beyaz mı kırmızı mı diye sordu adam, kırmızı dedi. adam mutfağa gitti, o ise salon penceresinden dışarıya bakmaya. aynı yüksek apartmandan çok yakında bir tane daha vardı, aralarında da ışıklandırılmış bir yüzme havuzu.
içerden şarap şişesinin açılma sesi gelince, biraz önceki işkillenmesi kabardı; bu ıssız apartman dairesinde, içinde ne olduğu belirsiz siyah spor çanta ve havlu dolu bir torbayla gelmiş bir adamla birlikteydi, şarabına ilaç katabilir, çantadan kesici aletler çıkabilir, etrafa saçılan kanları havlularla temizleyebilirdi ve kimsenin ruhu duymazdı. ona ne telefon ne mail adresi vermişti; yok olsa kimse ne onun izini ne de adamınkini sürebilirdi. tiyatrodan çıkışta park görevlisi görmüştü ikisini uzaklaşırken, sonrasında ne arabayla sitenin yeraltı otoparkına girerken ne de daireye çıkarken kimseyle karşılaşmışlardı. tek bir upuzun an boyunca bunları düşününce içi çekildi ve hızlıca mutfağa yöneldi.

mutfak da cansızdı; fırının üzerinde iki küçük tencere vardı, tezgahlar boştu. burada kimse yaşamıyor gibi dedi, sahi mi diye karşılık verdi adam. o sırada tezgah üzerindeki ilaç tabletlerini gördü; kutusu hemen ilerde duruyor, içinden çıkarılmış bir sıra tablet şarap şişesinin yanında bekliyordu. heyecanı iyice arttı. adam şarap kadehlerini çıkarttı dolaptan, ışığa tutup, lekesiz olanını sana vereyim diyerek kontrol etti. kadehlere şarap doldurdu, salona geçtiler.

adamın şaraba ilaç katacağı konusundaki tahmininin doğru çıktığını düşündü. mutfağa zamanında gitmeseydi adam bunu başaracaktı da. ne yapacağını şaşırmıştı. salonun da yaşamıyor olduğunu söyleyince, gel sana evi gezdireyim dedi adam, bir yandan da anlatmaya başladı: iç mimar bir arkadaşı dekore etmiş evi, bazı şeyleri o da abartılı bulmuş ama ses çıkarmamış. gerçekten de, özellikle yemek salonu modern ama abartılı bir şekilde tasarlanmıştı, aynalar, tavanda ışıltılı kumaşlar. ve en önemlisi, sanki hiç yemek yenmiyormuş gibiydi. içeriki odalara geçtikçe, hayat belirtileri fazlalaştı; giyinme odasındaki kıyafetler, çalışma odasındaki bir iki kitap, banyo, çamaşır-ütü-temizlik odası ve yatak odası. daha çok evin bu tarafında yaşıyorsun deyince o, nerden bildin, valla öyle diye hayretler içinde kaldı adam. ya da kalmış gibi yaptı.

salona döndüler, koltuklara oturdular. şarap kadehlerini tokuşturup ilk yudumları aldılar. nasıl yapıp da ayrılacağını düşünmeye başladı, adamdan korkmaya başlamıştı ama şüphesini belli edip onu sinirlendirmek istemiyordu, hafiften eli titriyordu.
adam yerinden kalkıp, bu sert rüzgarlı havada çok ses yapıyor salon pencerelerinin panjurlarını kapatıyım deyince içindeki endişe had safhaya çıktı. sesindeki telaşı saklayamadan, kendini rahat hissetmediğini ve gitmek istediğini söyledi. olumsuz bir söz etmek istemiyordu, ama iyice korkmuştu.
adamsa onu yatıştırmak için, bu ve karşıki apartmanda çoğunlukla tanıdık-akraba oturduğunu söyleyince iyice ne yapacağını şaşırdı. gazetelerde günlerce okumamış mıydı o malum cinayet haberini; sevgilisini öldüren gence ailenin nasıl yataklık ettiğini. kendini üçüncü sayfa haberlerine fazlaca kaptırmış, fazlaca polisiye film seyretmiş olabilir miydi! "yazıyor muydu?" yoksa, paranoyak mıydı! peki ya tahminleri gerçektiyse?

gitmek istediğini söyledi tekrar. peki dedi adam sakince, şarabını bitirmek zorunda değilsin, seni hemen evine bırakabilirim diye ekledi. peki dedi o da. tuvalete gideyim önce, çıkarız dedi adam. tekrar peki diyip hemen antreye yöneldi; adam tuvaletteyken paltosunu, ayakkabısını giydi. içeriden bir fısıltı duyar gibi oldu. adam geldi, mantosunu giydi, eline uzun metal çekeceği aldı, ayakkabısını giymek için eğildi. o sırada o kapıyı açmaya çalıştı ama kilitliydi. adam öne doğru uzandığında, o geri çekilmeye çalışıyordu!

6 yorum:

  1. Hay canına sayın seyirciler! Bi solukta, heyecan ve merak içinde okudum Danzon. Çok güzel çok sürükleyici olmuş. Daha önce yazmış mıydın yoksa? Ben mi görmedim?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. arada sırada yazıyorum, ender yayınlıyorum.. geçen ay bir tane yayınlamıştım. beğendiğine sevindim :)

      Sil
  2. Yanıtlar
    1. bu haliyle, yani ucu açık kalması daha iyi değil mi :))

      Sil
    2. bence aynen böyle kalsın:) harika olmuş inan ki. diğerini de okumak isterim. link verir misin?

      Sil
    3. https://danzon2008.blogspot.com/2018/09/bir-cumartesi-sabah.html

      Sil