
bu akşam "la diva turca"mızı, leyla gencer'imizi andık.borusan istanbul filarmoni orkestrası yönetimine böyle "bir kutlama"yı gerçekleştirdikleri için candan teşekkürler.
mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]

bu akşam "la diva turca"mızı, leyla gencer'imizi andık.borusan istanbul filarmoni orkestrası yönetimine böyle "bir kutlama"yı gerçekleştirdikleri için candan teşekkürler.
istanbul iki gün arayla iki usta piyanisti ağırladı; perşembe akşamı ccr'de akbank oda orkestrası'nın konuğu stephen kovacevich'ti, bu akşam (cumartesi) işsanat'ta piotr anderszewski iskoç oda orkestrası ile çaldı.
"bu fotoğraflar AKM için samimi acı duyanlar sayesinde çekilmiştir. Soğukta iki saat tuşlara basan Karlıbel'i saygıyla selamlıyorum."bu eyleme dair milliyet gazetesi'nin haberi "PROTESTO" başlıklı yazımın yorumlar kısmında bulunmaktadır.
"atrofi 1 isimler evi", "mahşer & ana" ve "sweet dreams"; 27 mart alakart menüm bu gösterilerden oluştu.darısı önümüzdeki yılların 27 mart'larına!
tünel meydanı'nın tam ortasında devasa bir bavul var; içinde yok yok! gün içinde, 12.00-18.00 saatleri arasında içinde kaybolmaya, içindekileri keşfetmeye ve içine bundan sonraki durakları için istanbul'dan hatıralar bırakmaya açık bir bavul.
bavul'un sahipleri, bulgaristan'dan plovdiv drama tiyatrosu, cumartesi'ye kadar her gün 12.30-15.00 arası galatasaray'da başlayıp tünel'de devam eden "bavullar" gösterisini sunuyorlar istiklal caddesi'ne yolu düşenlere.
seas'teki oyunlar ilginç bir şekilde -belki de istenilenin/planlananın ötesinde- birbirleriyle ilişki kuruyor, bağlanıyorlar; tiyatro oyunevi'nin bekledikleri mekana ait olmaya çalışan figürlerinden "sorelle"nin evlenmek için aynı denizciyi bekleyen çaresiz kadınlarına ve "bavullar"ın, yukarda görüntüsü olan "tu doro" şarkısında bahsedilen, dora adlı kadının elinde tuttuğu ve içinde evlenme teklifi bulunan mektubun bir rüzgarla savrulmasıyla kadının yaşadığı çaresizliği konu alan şarkısına...
"bavullar" seas'in tam da hedeflediği, sokaktaki insanla karşılaşmayı sağlayan hoş bir performans. istanbul içinse, 2010 öncesi hafif bir ısınma turu...
seas devam ediyor. dün ve bu akşam ses tiyatrosu'nda isveç'ten gelen teatr giljotin topluluğu bir akustik opera sahnelendi: "sorelle"
"hunger" (açlık), "sonbahar"ın başladığı yerde bitiyor. zaten bu yüzden "sonbahar"ın yapımcıları bizzat "açlık"ı ithal edip vizyona sokmuşlar. iki filmin duruşu bu kadar mı paralel olabilir; aynı nefesi alıp veren, benzer şeyleri hayal eden, benzer direnişleri gösteren, aynı acıyı hisseden... "açlık"ın süre, denge ve içerik olarak tam merkezinde duran upuzun bir sahnesi var; uğur vardan 22 dakika sürdüğünü yazmış. filmin içerik olarak en geveze, biçim olaraksa en sade kısmı; bir masanın iki tarafında oturan iki kişi konuşuyorlar, açlık orucunu tartışıyorlar. sahnenin uzun bir kısmı tek çekim; ışık karşıdan geliyor, profilini gördüğümüz oyuncuların yüzleri kendi gölgelerinde kalıyor. her açıdan nefeskesici bir sahne!
sinema tarihinde yüzlerce hapishane filmi, onlarca da ira filmi olsa gerek; buna rağmen steve mcquenn "açlık" ile anlatılacak yeni şeyler bulmuş, yeni anlatma biçimleri yaratmış.
"açlık" taptaze, etkileyici, sert ve vurucu; her şeyi anlatmıyor, azaltıyor, boşluklar yaratıyor, aralarını doldurmayı seyirciye bırakıyor.
tevekkeli değil, aldığı onca ödül arasında cannes'da ilk filmlere verilen "camera d'or"un olması!
avrupa tiyatrosu'nunu "haşarı çocuğu" polonyalı krzysztof warlikowski'nin 2007 yılında sahneye koyduğu amerikalı yazar tony kushner'in efsanevi oyunu "angels in america" dünyayı dolaşıyor.
son yıllarda avrupa'dan çıkan en yaratıcı koreograf fas asıllı belçikalı sidi larbi cherkaoui'nin 16 şaolin keşişi ile birlikte tasarladığı nefeskesici "sutra" 2008'in mayıs'ından beri dünyanın bütün belli başlı metropollerine konuk oldu.
istanbul'da sadece festivallerde filmlerini seyretme şansına erdiğimiz yaratıcı ve sıradışı tiyatro adamı kanadalı robert lepage son projesinde ünlü fransız başdansçı slyvie guillem ve ingiliz koreograf russell maliphant ile birlikte çalıştı. "eonnagata" adlı yapım geçtiğimiz şubat sonunda sadler wells'te prömiyer yaptı.
avrupa'ya kıyısı olan kuzey denizleri üzerinden ilişkiler kuran "seas" festivali 10 günlüğüne istanbul'a demir attı.
barcelona'nın ünlü yaz festivali "festival grec"in internet sitesinde 13 mart tarihli bir haber yayımlanmış, ben bugün denk geldim:
amiyane olacak ama: şehir tiyatroları'na helal olsun! muhteşem bir "cabaret" (kabare) sahneliyorlar.



istanbul devlet opera ve balesi'ne küçük sahne iyi mi geldi, nedir! bu sene idob'dan şimdiye kadar seyrettiğim bütün prodüksiyonlar belli bir kalitenin üzerindeydi; rejisiyle, şancılarıyla, dekoruyla hepsi özenli, kaliteli, keyifle izlenen yapımlardı. [süreyya'daki temsilleri izledikçe, insanın "opera akm'ye geri dönmesin" bile diyeceği geliyor!]ne yazık ki, operamızda hangi temsilde hangi kastın oynadığı aylık programda belirtilmez. çok eskiden liste çıkardı, uzun zamandır bu geleneği bıraktılar. halbuki dünyanın bütün belli başlı opera evlerinin en vazgeçilmez uygulamalarından biridir bu; seyirci hangi akşam kimi seyredeceğini bilerek gider operaya. hatta, seçer! "bizim bütün sanatçılarımız birbirinden iyidir" deniyorsa, bence bu fazlaca iddialı bir görüş! ve maalesef de pek öyle değil.
"la traviata"yı bahsettiğim muhteşem kasttan (ipek-külekçi-günay) seyretmek şansa kaldı demektir. ben şanslı olanlardandım!
geçen sefer de yazmıştım; herhangi bir semaverkumpanya oyunu için taa kocamustafapaşa'ya yapacağınız bir yolculuktan pişman olmazsınız. evet, akatlar'a, kadıköy'e, beyoğlu'na ve bir çok başka semte turne yapıyorlar, ama onları kendi mekanlarında seyretmek bambaşka bir deneyim."infazcı no:14" bir iç savaş sırasında yaşananları anlatıyor. din ve ırk olgularının nasıl insanları/toplumları birbirine düşürdüğünden bahsediyor; yalın ve etkileyici bir dille! semaverkumpanya'nın bu yıl prömiyer yapan ve iç savaş olmasa da bir dikta rejimi ortamını konu alan "resmi geçit" adlı oyunu ile "infazcı no:14" arasında gerek atmosfer gerekse içerik olarak paralellikler kurmak mümkün; korku, acı, ümitsizlik, çaresizlik, yalnızlık, öfke, kaybolmuşluk..
bu iki orta-metraj oyun, "infazcı no:14" ile "resmi geçit" (yaklaşık olarak ilki 60, ikincisi 55 dakika sürüyor), 27 mart tiyatrolar günü vesilesi ile kocamustafapaşa'da tek biletle arka arkaya sahnelenecek. aynı tarife 28 nisan'da da enka oditoryumu'nda gerçekleşecek. kaçırmayın!
28. uluslararası istanbul film festivali 4-19 nisan tarihlerinde gerçekleşecek. genel bilet satışı yarın başlıyor.nisan'da beyoğlu'nda karşılaşmak üzere...
"bayrak" berkun oya tarafından yazılmış, yönetiliyor. dekor ve kostüm de oya'ya ait.
al di meola cumartesi akşamı işsanat'taydı.
günah çıkartma mıydı, mastürbasyon mu? kendiyle ya da geçmişiyle hesaplaşma mı? pornografik narsizm mi?
bu akşam crr'de enfes bir oda müziği konseri vardı:
dot'un "vur/yağmala/yeniden" projesi devam ediyor: 5. gösteri "aşk (için her şeyi yaparım ama bunu yapamam)" ve "tanrıların şafağı"ndan oluşuyor. 

geçtiğimiz pazar akşamı (8 mart 2009) londra’da dağıtılan laurence olivier ödülleri’nde pina bausch tanztheater wuppertal “café müller/das frühlingsopfer” adlı gösterileri ile “en iyi yeni dans yapımı” (best new dance production) dalındaki ödülü kazandı. pina bausch üç sene önce yine olivier ödülleri’nde, “nelken” ve “palermo, palermo” ile “dans’ta olağanüstü başarı” (outstanding achievement in dance) ödülünü almıştı.
alternatif tiyatro topluluklarına yaptığım yolculuklar galata apartmanlarından istiklal pasajlarına doğru devam ediyor:
doğru-düzgün, küçük-büyük, donanımlı-deneysel sadece tiyatro sahnelenmek üzere inşa edilmiş herhangi bir tiyatro binası bulunmayan istanbul'umuzda, pera'nın yüksek tavanlı apartmanları geleneksel kalıplar dışında tiyatro yapan gruplara mekan oluyorlar. nejat eczacıbaşı'nın zamanında aya irini için "müzik festivallerinin doğal sponsoru" demesi gibi, pera'nın apartmanları da farklı işler yapan tiyatrocularımız için hazır oyun sergileme mekanları."noter" galata büyük hendek sokak 21 numara'da nisan başına kadar pazartesi geceleri açık. noterde işiniz olmasını beklemeden bir uğrayın derim...
daha 2009'un başındayız ama şimdiden "yılın konseri" olarak adlandırabileceğim bir konser gerçekleşti bu akşam crr'de: sahnede krzysztof penderecki şefliğinde sinfonietta cracovia vardı.penderecki çağımızın en önemli bestecilerinden biri. aynı zamanda orkestra şefi. onu istanbul'da canlı izlemek/dinlemek büyük bir şanstı bizler için. [yıllar önce istanbul müzik festivali'ne kalabalık bir orkestra ve koro ile gelmiş ve kendi bestesi olan destansı "leh requiemi"ni seslendirmişti. kendi adıma ne yazık ki, o zamanki klasik müzik ilgim çağdaş bestecileri merak edecek kadar geniş değildi. dolayısıyla o konsere gitmemiştim. seneler sonra, çağdaş müzik konusunda biraz daha bilinçlendiğimde, eski festival kitapçıklarını karıştırırken bu konserin sayfasına denk geldiğimde bayağı hayıflanmış, kendime kızmıştım o konsere gitmediğime!]