üç gün üstüste yaşlıları merkez alan filmler izlemek biraz fazla geldi. bilet alırken bilmiyor muydum; filmleri, genellikle konularına göre seçmediğim için fark etmemiştim; hele de arka arkaya geleceklerini.
önce: jacques nolot'dan "avant que j'oublie" (unutmadan önce).
60'ına merdiven dayamış, eski jigolo eşcinsel HIV pozitif pierre'in güya "bir türlü yazamama krizini" izliyoruz, ancak bence daha çok; yaşlı eşcinsellerin cinsel dünyasına derin ve çıplak bir bakış var filmde.
"güya" çünkü; film sonrası söyleşisinde nolot'nun dediğine göre bu filmi ona çektiren esas dert, protagonistin düşüncelerini bir türlü yazıya dökemiyor olması ve filmdeki bir kırılma noktasıyla bu krizin nasıl aşıldığını göstermesiymiş, bu açıdan da film otobiyografik ögeler içeriyormuş. ancak bir seyirci olarak filmi izlerken bu içsel krizi "hissedemiyorsunuz" çünkü film fazlasıyla "yüzeysel" eylemlerle ve konuşmalarla dolu; bu açıdan da tam bir "fransız" filmi.
filmin en etkileyici yanı son sekansı: travestileşmiş pierre'in mahler'in 3. senfonisi eşliğinde pigalle'de metruk ve izbe bir kulüp kapısında sigara içişine tanık oluyoruz. sonra da kulübün karanlıklarına dalıyor ve kayboluyor.
bu sahne bana tam da, pierre'in dekandanslığı müzik, kostüm, mekan ve tek çekimle ne kadar muhteşem bir şekilde ortaya serilmiş diye düşündürtürken, yönetmen nolot o sahne için pierre'in "özgürleşmesi" tabirini kullanınca; felsefeden hiç bir şey anlamadığımı bir kere daha kendi kendime ispatlamış oldum!
ertesi akşam, yine 19.00 seansında bu sefer izlanda'dan yaşlılık hikayeleri vardı beyazperdede. rúnar rúnarsson'un yönettiği "eldfjall" (volkan).
aksi hannes'in emekli olduktan sonra eşi, çocukları, torunu ve sandalıyla yaşadıklarını sade, süssüz ama kesif bir hüzünle sarmalanmış olarak seyirciye anlatan, yavaş ilerleyen, çok etkileyici bir filmdi "volkan".
yönetmen hikayenin özünü (ve hüznünü), ailenin yıllar önceki bir volkan patlamasından dolayı terk ettiği topraklara (adaya) duyulan özlemle de pekiştirmiş; bu sayede protagonistleri içinde yaşandıkları bağlamla sıkıca ilişkilendirmiş; çok da iyi etmiş.
film, festivallerin birinde "kieslowski ödülü" almış; fazlasıyla hak ediyor.
cuma akşamı ise yine süssüz, yavaş ilerleyen, gerçekleri/olayları bütün çıplaklığı ile gösteren başka bir filmle kendi "yaşlılar üçlememi" bitirdim: gianluca ve massimiliano de serio kardeşlerden "sette opere di misericordia" (merhametin yedi biçimi).
filmdeki karakterlerin duygusuzlukları ve sertlikleri filmin anlatımına da yansımıştı.
herkesin dardenne kardeşler olamayacağını gösteren; oldukça mesafeli, soğuk ve anlaşılmaz bir filmdi. maalesef sanat filmi özentisi kokuyordu.
yaşlılığı içeren filmler beni bunalıma sokuyor ve bir okadarda seviyorum. yaşlılık hüznü, çaresizliği bana hayatın kendisini gösteriyor belki de. bu yüzden filmleri hemen not aldım..
YanıtlaSilyukarda yazdığım gibi, ilki ve üçüncüsüne kesinlikle kefil olmam :) ama "volkan"ı kesinlikle öneririm, yaşlılık ve başka bir sürü şey üzerine çok çok iyi bir film!
YanıtlaSil