"Ölümünün üstünden epey geçmiş olsa da ondan artakalan hüznü ur gibi besliyordun göğsünde. Nehirden dönerken babaannenin kederi gizeminden sıyrılmaya, ona ilişkin bir görüntü anbean berraklaşmaya başladı. Dokunaklı bir fotoğraf anıydı aklından silinmeyen:
Basık hava yüzünden soba dumanlarının sokakları boğduğu Samsun'da bir kış akşamı. Otobüsler tıklım tıklım. Kadınlar avaz avaz çocuklarını eve çağırıyorlar. Sen henüz on yaşındasın. Taş döşeli yokuşun tepesinde, bir evin bahçe duvarına oturmuş ayaklarını sallaya sallaya gelen geçene bakıyorsun. Üstünde nefti bir pardösü, taşıdığı pazar torbaları yüzünden kolları upuzun, yokuşun altında yavaş yavaş belirginleşiyor babaannen. Eşarbı hafif arkaya kaymış. İnsanlar yanından gelip geçerken başıyla selam verip gözlerini yere indiriyor, belli ki kimseyle konuşmak istemiyor. Halinde bir kuş tedirginliği. Uzaktan bakınca hantal bir duruşu var, boynu omuzlarının arasına sıkışmış. İçinden geçtiği zamansallığı umursamaksızın başı eğik kendi zamanını yaşıyor. Söyleşecek kimse kalmamış gibi dünya ıssız onun gözünde. Baktığı yerlerde kendini bulamıyor. Seni fark ettiği an geniş bir gülümseme kaplıyor yüzünü. Sadece ağzıyla değil, burnuyla, alnıyla, yük çeken omuzlarıyla beraber, bütün mahalleye yayılan bir arzuyla gülümsüyor. Güzel bir ülkeye bakıyor sanki. Gözlerinde pırıltılı bir sadakat. Bu kusursuz an gelip geçtiğinde iyileşmeyecek bir yara açılıyor içinde. Elinde fotoğraf makinesi, nereye gidersen git bu gülüşü asla yakalayamayacağını henüz bilmiyorsun."
-Sema Kaygusuz
Metis Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder