26 Eylül 2014 Cuma

yaşlılığa ağıt: "viktor"


"viktor" pina bausch'un bir şehirden esinlenerek sahnelediği ve ortak yapımcılığını o şehirden bir kurumun üstlendiği yapıt dizisinin ilk halkası (gayri resmi olarak, bir buenos aires seyahati sonrasında ortaya çıkan "bandeneon"u saymazsak). bausch ve dansçılarının 1985 yılında esinlerini almak üzere ziyaret ettikleri şehir ise roma.

peter pabst'ın tasarladığı sahne her tarafından çok yüksek toprak tepelerle kuşatılmış bir mekan; savaş siperlerini de andırıyor; katakompları (roma'daki yeraltı mezarlarını) da, bir sığınağı da..
arada sırada biri en yukardan aşağıya kürek kürek toprak atıyor; sahne bir toplu mezar da olabilir dolayısıyla..

benim algımda; bausch'un roma'sı iç acıtan bir hüzünle kaplı, yaşlı, yalnız, metruk, kokuşmuş ve kırık-dökük bir atmosfere sahip. buradan çıkış da yok, kaçış da. üstten de durmadan toprak dökülüyor; eninde sonunda dolacak, kapanacak bu çukur; gömülecekler içindekiler!
bausch'un roma'sı; bir zamanlar dünyaya hükmetmiş genç, dinamik, çapkın ve zengin bir adamken, şimdilerde zar zor ayakta duran, kadınları ancak parayla etkileyebilen, rutubet kokusu sinmiş kıyafetler içinde, bu dünyadaki son demlerini yaşayan, hayattan bitap düşmüş, grotesk bir mirasyediyi anlattı bana; benim mayıs 2014'teki halet-i ruhiyeme..

...





pina bausch, yapıtları hakkında çok fazla konuşmayı tercih etmediğinden, öncesinde belli kalıplara sıkışmak zorunda kalmadan her seyircinin kendi yorumunu oluşturmasına, sahnede izlediklerini kendi süzgecinden geçirerek yorumlamasına sonuna kadar imkan tanıyan "açık yapıtlar" onunkiler.
bir dramaturgla (raimund hoghe) çalıştığı 80'lerin sonuna kadarki dönemde, bausch'un yapıt üretme sürecinin temel bileşeni olan dansçılara sorduğu sorulardan bir kısmı ve dramaturg'un prova izlenimleri gösteri broşüründe yayımlanırken, daha sonraki dönemde bausch bu uygulamadan da vazgeçerek seyirciyi iyice özgürleştiren bir yaklaşıma doğru yelken açtı.

1986 yılında prömiyeri yapılan "viktor"un broşüründe -2014'te de seyirciye eşlik eden- sorular mevcut. bunlardan bazıları şunlar:
fare olup herhangi bir şey anlatmak / insanın bıçağı kullanmadığı durumlar / bir şeyi açık arttırmaya çıkarmak / çok güzel şeyler söylemek - çok basitçe / ciddi bir şekilde cevap vermek / gece. dışarısı. yorgun. tül elbise / şansımız varmış, daha kötüsü başımıza gelebilirdi / kedi gibi / küçük bir göbek dansı hareketi / durmayan kol /  bir şeyin kendi içine girmesine izin vermemek / burnuma kadar geldi, yeter / oradan buraya hızlıca / uçmak ile alakalı küçük bir hareket / lysistrata / dengede yürümemek / bir daha tekrarlanmayacak bir an / yasaklı güzel bir şeyi yapmak / birisinin eve gitmesini sağlayan şey nedir? / bir anda görünüp kaybolan şey / roma'da neye sevindiniz? / ruhlar / çok farklı şeyler yanyana / birisini korkutmak / gerçekten duygusal olmak ne güzel / bir örtünün altına saklanmak / yeni bir eşli dans formu / kediden esinlenerek bir şey / bir gülümsenin arkasında olabilecek bir şey / kırmaya kıyamadığınız şefkat / mitolojiden roma'yla alakalı bir şey / roma'da yaşayan bir kişiye dair hatırladıklarınız / birisinin birisine acı vermesi / insan gizlice çok bir şey yapamaz / sadık kalmamak / gücünüzü aşan bir şey / yine de / siz en büyüksünüz / keyifsiz / bir iddiayı kaybetmek / kuşkucu / güneş, güneş, güneş / wild cats / ölülerle ilgili bir şey / la doce vita / iç içe mekanlar / sağlıkla ilgili bir şey / heykel / deniz gittikçe daha yakına geliyor / herkesin yapabileceği bir şey / turistler / bir şeyin izleri / hayatta kalmak / bedenle oyun / toprak ve su / çiftler arasında bir şey / asılı kalmak / küçük, hırçın bir çingene gibi / bir şeyi paketlemek / iktidarda kalmanın yolları / elde iki taş / ölüm tehdidi / yabancı birisiyle beklenmedik güzel bir karşılaşma / çok güzel bir şey ve arkasında saklı olan / yaşlılığı nasıl anlaşılır? / kaçış / bir eşya ile alışılmamış bir şey yapmak / bedensel olarak acı veren bir şey / insanları tartmak / hırsızı yakalamak / nefesinizle bir şey / bir kar tanesi / sessiz tanıklar / lamento / herkese servis yapmak / son güneş ışığı

raimund hoghe'nin gösteri programında yayınlanan "roma, notlar"dan kısa bir bölüm:
"son güneş ışığı". yaklaşık üç hafta sonra pina roma'daki son provayı bitirdi. "oturumu kapatıyoruz". kostümler ve aksesuarlar tekrar duvar kenarında duran tahta kutulara kondu. matthias bir plak koydı, "arrivederci roma". jakob ile finola bir süre dans ettiler. monika bir köşede duran, kırmızı satenden eski tiyatro koltuğuna oturdu. rolando "haydi eve" dedi.

...







pina bausch tiyatrosu'nun; su oyunları, tekerlemeler, çocukluk anıları, melek figürü, basit ilüzyonlar, cross dressing, saçların savrulması, dördüncü duvarın yıkılarak seyirciyle kurulan ilişki gibi alamet-i farikaları; ilgi-şefkat arayışı, hasret, sevgi, kadın-erkek ilişkileri, iktidar gibi fetiş temaları; ve helezonik, içe doğru dönen, bükülen ve tekrara dayalı kol, baş, beden hareketleri gibi koreografik öğeleri "viktor"da da mevcuttu..

"viktor"un, bütün yaz boyu bana eşlik eden, aklıma kalan, dönüp dolaşan sahneleri, imgeleri ise şunlardı:
kolları olmayan bir kadına giydirilen kürk; kadınlara palto ve kürk giydiren yaşlı erkekler; buzdolabından çıkan kürkler; dizleri kırılarak yürüyen garson; başta "ağır ağabey" gibi giydirilip etrafta dolaşan, ikinci yarıda zamanla cadıya dönüşen erkek; piyano çalan adamın üstünün siyah kumaşla örtülmesi; elinde kova payetli kıyafetiyle yerden dışkı toplayan kadın; kocaman gardolaplardan vazolara eski-yeni bir sürü eşyanın yanısıra kanlı-canlı köpeklerin de mezata çıkarılması, hem de aşırı bir hızla, yangından mal kaçırır gibi; bu gösteriler için topluluğa konuk olan amatör yaşlı adamlar topluluğunun genç ve alımlı dansçı kızlarla dans etmeleri; kızların yaşlı bir genelev patroniçesi kılığına girmiş bir erkek tarafından belirli dans hareketleri yapmaya zorlanmaları, yönlendirilmeleri, kızlardan seçilenlerin yaşlı erkeklerle tanıştırılmaları; yerde ölü yatan çiftin bir adam (belki bir rahip) tarafından elleri, kolları, başları, gövdeleri, dudakları kukla gibi hareket ettirilerek evlendirilmesi; üç erkeğin bir kadını kukla gibi yöneterek ona kitap okutmaları, sayfaları çevirtmeleri; zeminin sanki su basmış da üzerinde yürünemiyormuş gibi uzun tahta parçalarıyla kaplanıp onların üzerinde yürünmesi; üç grotesk lokantacı kadının bir erkeğe isteksizce, hayatlarından bezmişcesine, zar zor yemek-kahve servisi yapmaları; kağıttan ördeğe yem veren, sandalyeye pabuç-kıyafet giydirip onunla insanmış gibi konuşan kadın; iki el-dolduran taş, ikisi arasında atılan çığlık, ikisiyle kırılan şarap şişesi, ikisi arasında kalan parmak, ikisini ileri atmaya çalışıp da hep gerisine düşüren kadın; sarıldığı kadının arkasındaki kadının göğüslerini okşayan erkek; bir erkek ile bir kadının bomboş ve loş sahnenin köşesindeki bir masada oturup sessizce (duyulur duyulmaz bir sesle) opera şarkıcılığı üzerine sohbet etmeleri; kendilerine dayanak olan diğerleri sayesinde zeminle açı yapacak şekilde yana yatmış olarak yürüyenler; elinde bastonu, çıplak yaşlı adam; marangoz aletiyle kesilen tahtadan çıkan acı çığlık; ve tabii, wim wenders'in "pina" filminde kullandığı sahnelerdenden biri de "viktor"da karşımıza çıkıyor: bale ayakkabılarının içine çiğ et yerleştirip, çaykovski'nin patetik senfonisi'nin o içli mi içli "adagio lamentoso" müziği eşliğinde dans eden cristiana morganti.

"viktor"da hafif, ferah sahneler çok azdı ve hemen hemen hepsi, ardlarından gelen sahnelerdeki hüzünle unutuldular.
yine de; kızların fred astaire'in "i'm in heaven" şarkısı eşliğinde havada uçarak sallanmalarını, hemen sahne önünde yağ ve reçel sürülüp seyircilere dağıtılan ekmekler, bir erkekle bir kadının -gerçek- koyunlar için pazarlık etmesi ve kadının en sonunda koyunları bir palto, çizme, radyo ve yorgana karşılık alması, iki erkeğin sahnenin gerisinde bir yerde birbirlerine kabaetlerini göstermeleri, bir erkeğin seyircilere kartpostallar satması; fokstrot eşliğinde yapılan toplu dans gibi eğlenceli sahneleri unutmak kolay değil.

yine birbirinden etkili, içimde bir yerlere dokunan, minimal sahneler/durumlar arka arkaya geldi:
kadının saçından bıyık yapan erkek, erkek sesiyle konuşan (erkek sesine dublaj yapan) kadın, kadınları ağaç kütüklerine asılı şekilde taşıyan erkekler, yerde oturarak sahnenin en arkasından en önüne bir çizgi üzerinde sadece bedeninin üst tarafını hareket ettirerek, kolları ve başıyla dans ederek gelen kadın, göğüslerini pervaza dayamış pencereden dışarı bakıyormuş gibi olan kadın..

ama sanırım "viktor"da hiç bir zaman unutamayacağım an; istanbul esinli yapıtına da adını veren "nefes"in, -insan hayatında ve dansta olduğu kadar- pina bausch'un neredeyse bütün yapıtlarında önemli bir yer tutması gibi, "viktor"da da hizmet ettiği şiirsel sahneydi: deniz dalgalarının kıyıya vururken çıkardıkları sesi andırırcasına nefes alıp vererek uyuyan adam.. o adam benim için şehrin denize özlemiydi..

...




yaşlı adamlar topluluğuyla birlikte 29 dansçı, iki koyun ve dört köpekli kalabalık bir kadroyla seyirci karşısına çıkan "viktor" iki yıl önce londra'daki kültür olimpiyatından sonra ilk defa tekrar 2014 mayıs'ında wuppertal'de sahnelendi; maalesef topluluğun 2014-15 sezon programında gözükmüyor..

neredeyse 30 yıllık bu pina bausch yapıtı benim için hala taptaze; aklımdan çok duygularıma ve duyularıma hitap etti; bana yeni şeyler söyledi, hayalgücümü tetikledi.. umarım ileriki sezonlarda oynanmaya devam eder..

25 Eylül 2014 Perşembe

heiner goebbels'le ruhrtriennale üzerine



konsepti, sahne sanatlarına özgür ve deneysel alan açmak konusunda hınzır fikrilerin mucidi belçikalı sanat insanı gerard mortier tarafından 2001 oluşturularak başlatılan ruhrtriennale bence dünya üzerindeki en heyecan verici festivallerden biri. diğerlerinden iki temel noktada ayrılıyor:
1- sahneleme mekanı olarak sadece eski endüstri yapılarından dönüştürülmüş yapılar kullanılıyor,
2- genel sanat yönetmeni üç yılda bir değişiyor (başlığındaki "üç yılda bir" ibaresinin menşei de buna dayanıyor zaten).

festivalin 2012-2014 yıllarında genel sanat yönetmenliği yapmış olan heiner goebbels ayrılıyor; önümüzdeki sene johan simons'un üç yıllık dönemi başlıyor. goebbels'e istanbul tiyatro festivali'ne 2002 yılında konuk olduğu "hashirigaki" adlı işinden aşinayız; kendisi besteci, yönetmen, yazar ve aynı zamanda eğitimci.
bu vesileyle wz'den ulrich fischer'in goebbels ile yaptığı ve gazetenin internet sitesinde bugün yayınlanan röportajı türkçeye çevirerek paylaşıyorum:

bay goebbels, genel sanat yönetmenliği döneminiz bitiyor. daha fazla zamanınız olmadığına üzülüyor musunuz yoksa bu yükten kurtulacağınız için mutlu musunuz?

bu pozisyonu hiç bir zaman yük olarak görmedim. ve benim için üç yıllık bir süre dilimi en mükemmel olanı. eğer bu fırsatı benim denemeye çalıştığım "çok kişisel çağdaş bir estetiğin sunulması" şeklinde yorumluyorsanız, üç yıldan sonraki değişim bir festivale iyi gelir. çünkü arkasıdnan başka birisi gelir ve ağırlık noktalarını yeniden belirler.


sizden önceki genel sanat yönetmenlerinden farklı olarak siz ruhrtriennale'yi sadece yönetmediniz, aynı zamanda yapıtlar sahneye koydunuz da. festival iyi bir platform sunuyor mu?

dünyanın en iyi festivallerinden biri olduğunu düşünüyorum. öncelikle, gösteri mekanları ve endüstri anıtlarının sanatçılar için bir meydan okuma olduğu kadar büyük bir şans ta teşkil etmeleri. ikinci olarak; festival sadece yapımları davet etmeyi değil bizzat yapım üretme imkanı da vermesi. üçüncü ise büyük bir açıklıkla ve merakla festivalin çizgisini takip eden seyirci profili. bu yıl yaklaşık %90 doluluk oranına ulaştık.


ruhrtriennale'de iyileştirilmesi gereken şeyler görüyor musunuz?

seyirci yaş ortalamasını bilinçli olarak gençleştirmeye çalıştık, başardık da. bunun devamı sağlanabilir. kendimi repertuar sisteminden bağımsızlaştırdım ve ta en başında şunu söyledim: başka bir yerde görülemeyecek ve başka yerde yaratılamayacak şeyleri göstermek istiyorum. buna geleneksel anlamda tür sınırlarını muğlaklaştıran yapımlar ve aynı zamanda görsel sanatlar da dahil.
ama tabii, bu sorunuzu her genel sanat yönetmeni kendi cevaplamalı. halefim johan simons'un tavsiyeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. çok başarılı bir tiyatro insanı ve sanat yönetmenidir; eminim çoktan bir plan yapmıştır bile.


herkese kapınızın açık olduğunu, ruhrtriennale'nin seyircisinin hiç bir altyapıya ihtiyacı olmadığını defalarca söylediniz. bu kadar avantgard bir festivalde bu gerçekten doğru mu?

yeni'nin karşısında hepimiz eşitiz; eğitimli ya da değil. burada anlamadığımız, ama başka yollara ulaşmamızı sağlayan yeni dillere kulak verdik. seyirci sayısının artması da, kolay erişebilirliğin çağdaş sanat kavramının karşısında olması gerekmediğini kanıtladı.

23 Eylül 2014 Salı

sezonda oynarsa "cambazın cenazesi"ne gidin!


dün akşam azapkapı'daki ikincikat'tan çıktığımda yüzümdeki gülümsemeyi ve mutluluğu hissedebiliyordum. telefonuma sarılıp birilerini aradım; heyecanımı paylaştım. dünden beridir de kimi görsem anlatıyorum:

karagöz-hacivat gölge oyununun üçüncü boyuta taşındığını düşünün. nasıl gölge oyunu ustası anlattığı hikayedeki bütün karakterleri seslendiriyorsa, iki oyuncunun da oyundaki kadın-erkek-yaşlı-çocuk, siz deyin 15 ben diyim 20, bütün karakterleri canlandırdıklarını düşünün.
ortaoyunundan esinlenildiğini, doğaçlamaya ve seyirciyle diyaloğa açık kapı bırakıldığını, brecht'in yabancılaştırma efekti mantığında oyuncuların "oynadıklarının" farkında olduklarını her an bize fark ettirdiklerini de ekleyin.
üzerine; iki "canavar" gibi oyuncu koyun; her rolün, her aksanın, her mimiğin, her jestin altından ustaca kalkan, anında bir rolden diğerine geçiveren.
içerik olarak da; ülkemizin inşaatlarla dolan kıyı beldelerinden birindeki gündelik hayattan bir kesitin anlatıldığı aklınızın bir köşesinde olsun.
 
yönetmen: berfîn zenderlioğlu, oyuncular: tolga iskit ile ibrahim halaçoğlu, yazar: firuze engin.
yer: ikincikat, proje: sami berat marçalı'nın "yarının oyunları"nın ilki, oyunun adı: "cambazın cenazesi".

uzun zamandır bir oyunda bu kadar çok gülmemiştim; "cambazın cenazesi"nden çok keyif aldım, oyunu çok büyük bir zevkle izledim. son üç cümlede özellikle ve üzere basarak "ÇOK" yazıyorum çünkü bunu hak eden bir yapım var; özellikle rejisiyle ve oyuncularıyla.

tabii, bir kaç "keşke"m var:
keşke; başlangıçta ve sonda ezan değil, sela (vefat nedeniyle vakit namazlarından önce okunan dua) çalınsaydı.
keşke; oyunu gereksiz yere yavaşlatan, hikayeye ve karakterlere herhangi bir katkısı olmayan "merve" hikayesi oyuna hiç konmasaydı.
keşke; gölge oyunları daha fazla kullanılsa, daha işlevsel olsaydı; hadi olmadı, bari ışık daha anlamlı kullanılsaydı.

"keşke"lerim bir yana; umarım "cambazın cenazesi" sezon içinde oynanmaya devam eder; yaz sezonu için 1.5 ayda çıkarılan ve sadece on kere oynanacağı ilan edilen "yarının oyunları" projesinin ilk yapımı, seyirciyle buluşmak için on oyundan daha fazlasını hak ediyor.

21 Eylül 2014 Pazar

theater an der ruhr ile altıdan sonra tiyatro ortak yapımı: "ekonomania"



roberto ciulli ve yiğit sertdemir, “theater an der ruhr “oyuncuları ve “altıdan sonra tiyatro” oyuncuları; her biri çok sevdiğim tiyatrocular, sanatçılar.
sertdemir ve ekibinin sahne üzerine getirdikleri hemen hemen her şeyi izledim; ciulli ve ekibini gerek 2005’te istanbul’da gerek 2013’te mülheim’da sıkı takip etmişliğim var.
sanatlarını birleştirerek büyüyen bu iki ekip ne yapsa baştan 1-0 onlara teslim eder(d)im kendimi seyirci olarak.

kabaca baktığımda bile; theater an der ruhr’un “clowns 2½” ve “kaos”, altıdan sonra tiyatro’nun “dertsiz oyun”, "surname 2010” ve "ikiye bölünen vikont" işlerini düşününce “ekonomania”nın bu iki topluluğun ürettikleri, üzerine düşündükleri, yoğunlaştıkları tiyatro tarzlarının doğal sonucu olduğunu rahatlıkla görüyor insan. “ekonomania”dan ayrıca yoğun beckett hissi aldığımı da eklemeliyim.

“ekonomania” iç içe geçmiş oyun halkalarından oluşuyor. seyretmeye başladığımız oyunun (çöp yiyen işçiler) içinde başka bir oyun (bir yaz gecesi rüyası) oynanıyor; sonra bu ikisinin bir oyun provası olduğunu anlıyoruz, bir üst halkaya geçiyoruz.
hepsinin de üstünde “yazar”ın sesi var (sanırım bu sesin sahibi bizzat oyunun yazarı yiğit sertdemir; yazar olarak kendi metnini mi okuyor yoksa bu oyunu yazarken esinlediği "dağın devleri" adlı bitmemiş oyunun yazarı luigi pirandello’yu mu oynuyor/seslendiriyor, bilemedim; çünkü bu sesin anlattıkları devlerle ilgili, ama ne kadarı pirandello'dan ne kadarı sertdemir belirsiz); bu üst ses hem ilk halkada (çöp yiyen işçiler) hem de üst halkada. yazar bize az çok, zaten seyretmiş olduğumuz, oyuncuların sahnede yapmış oldukları şeyleri "anlatıyor"; kafam(ız) karışıyor; neden mi, anlatıyım: ciulli'nin/sertdemir'in oyununun mantığında “çöp yiyen işçiler” ile “bir yaz gecesi rüyası” organik bir şekilde birbirine bağlı bir “kurgu oyun” oluşturuyorlar ve biz “yazarın sesi”ni ilk defa "kurgu oyun"da teyp çalıştırıldığında duyuyoruz. oyunun sonuna doğru, artık her şey çıkmaza girmişken, herkes (sahnede oyuncular ve salonda bizler, "ben") "sıkıntıyla beklemeye" başlamışken oyunculardan birinin aklına esiyor, teybi tekrar çalıştırıyor ve sahne gerçekliği içinde aslında “oyun olmayan” üst halkada “yazarın sesi” tekrar duyuluyor; nasıl oluyor da "yazarın sesi" üst halkada da duyuluyor. neticede, sahnede izlediğimiz oyunların toplamı tek bir “oyun” ise, oyunlar arası bu sıçrama neden olmasın da denebilir.
neden olsun peki; bu trük ne işe yarıyor! benim için şuna yaradı:
toplam 85 dakikalık oyun sırasında anladığım ama “anlam veremediğim” bir sürü şeyden (replik, söz, jest ve imajdan) sonra, oyunun bitmesine bir dakika kala “yazarın sesi”nden dinlediklerim etkilenmemi sağladı; oyun ile “gezi” arasında net bir bağ kurdum. geriye doğru sarıp oyunun bütünü üzerine düşününce yine de bu bağın arkası, -oyundaki pek çok imaj için de geçerli olmak üzere-, benim için pek dolu değil; belki başka seyirciler için dolu olabilir ancak ben, kişisel birikimimle dolduramıyorum; bağ gevşek, imajlar yüzeyde kalıyor benim için.

baştaki ağız seslerinin senfonisi ve ara ara gelen devlerin ayak sesleri dışında, oyunda en çok sevdiğim fikirlerden bir diğeri:
oyunda hem almanca hem türkçe konuşan, gerçek hayatta da sahnede de bu iki dili bilen, oyuncular arasında tercüme yapan tek oyuncunun, recai hallaç’ın “provası yapılan oyun”da fabrika düdüğünden etkilenmiyor ve sonunda sahnedeki herkes baygınken onun muzipçe bizlere bakıyor olmasıydı; yani bu sahne sayesinde, ele aldığı konular içinde dil’in işlevsizleşmesi, gücünü, anlamını, yapısını kaybetmesi de olan “ekonomania”da, bildiği ve konuştuğu dillerden dolayı asıl iktidar sahibinin bir tek o olması benim için, oyunun dramaturjisinde de yerini bulan, anlam kazanan bir öğeye dönüştü.

yapımın oyunculuklarını (özellikle petra von der beek ile gülhan kadim'i), ışık (ruzdi aliji), sahne (gerhard benz) ve ses (matthias flake) tasarımlarını çok beğendim, ancak son tahlilde oyunun beni şöyle sıkıca elimden, yüreğimden tutup başka bir diyara sürüklediğini söyleyemeyeceğim. açılış sahnesindeki ilk görüntü ve seslerde, ve sahneyi ve salonu ilk defa “devler”i imleyen adım sesleri kapladığında içimde bir şeyler kıpırdadı, maalesef o kadarla da kaldı.
 
"ekonomania" kasım'da mülheim'da almanya prömiyerini yapacak, aralık'ta tekrar istanbul'da olacak. 

____________
roberto cuilli ve yiğit sertdemir ile yapılış çok güzel, okuması keyifli bir röportaj için tıklayın.
ayrıca oyun broşüründe de cuilli, sertdemir ve oyunun dramatugu helmut schaefer ile yapılmış zihin açıcı, uzun bir röportaj var; oyunu anlamlandırmada faydası dokunuyor.

9 Eylül 2014 Salı

"Ca5(OH)(PO4)3: bir uzay macerası" ya da "romeo castellucci'nin bahar ayini"

 fotoğraf: wonge bergmann

dünyanın başlangıcına mı tanıklık ediyoruz, sonuna mı! yoksa; kaçınılmaz son çoktan gerçekleşmiş, yeniden hayat tohumu mu serpiliyor toprağa! 
seyrettiğimiz bir doğa belgeseli mi, yoksa bilim-kurgu filmi mi! toz haline gelmiş, havada dans eden hayvan kemikleri stanley kubrick'in "2001: bir uzay macerası" menşeli olabilir mi!
 
tiyatronun çağdaş büyücüsü romeo castellucci yine sıradışı bakışını koydu ortaya;101 yıllık bale müziği "le sacre du printemps" (bahar ayini)'ni "insansız" sahneledi; sadece makinalarla ve hayvan kemiği tozlarıyla!
igor stravinski'nin "bahar ayini" 1913'te vaslav nijinski koreografisiyle ilk defa sahnelendiğinde/icra edildiğinde nasıl çığır açtıysa, castellucci'nin 2014 yorumu da bence en az o kadar etkileyici ve çığır açıcı. 
alman eleştirmenlerinin çoğunun castellucci yorumuna burun kıvırma haklarını -ve pina bausch'un "bahar ayini" koreografisine duyduğum koşulsuz hayranlığımı- bir kenarda saklı tutsam bile, castellucci'nin felsefik/kavramsal "bahar ayini"nin, bizlere (seyircilere, sanatçılara, şimdinin insanlığına) sahne sanatlarının günümüzde nerelere kadar varabileceğini gösteren mükemmel bir örnek olduğu gerçeğini yadsıyamam!


fotoğraf: danzon

makinalar ve tozlar
oturmak için salona girdiğimizde sahneyle seyirciler arasına plastikten şeffaf bir perde gerilmiş olduğunu görüyoruz; karanlık şeffaf perdede, aydınlıkta oturan bizler yansıyoruz; bir bakıma, seyirciler sahnenin içindeler..

önce müzik başlıyor; yapıtın ünlü başlangıcı: obua solosu. seyirci tarafının ışıkları sönüyor. müziğin "l'adoration de la terre" (toprağa tapınma) başlıklı birinci kısmının "introduction" (giriş) bölümü bir süre karanlıkta devam ediyor. 
biraz sonra, sahnenin çiğ neon ışıkları yanıyor; boş, beyaz bir alan, arkası beyaz yanları siyah perdelerle kaplı, tavanı makinalarla dolu. görüntüyü sindiriyoruz bir süre.
müzikteki ilk kıpırdanmalarla birlikte en arkadan öne olmak üzere sırayla tepedeki makinaların ışıkları (kırmızı şeritli işaretler, kronometrik göstergeler) teker teker yanmaya başlıyor; "uyanıyorlar".
"les augures printaniéres" (baharın kahinleri) bölümünün sert ve keskin vurgularının duyulmasıyla birlikte ise makinalar harekete geçiyorlar: toz püskürtmeye başlıyorlar.
 takip eden "jeu du rapt" (kaçırma oyunu), "rondes printanières" (baharın çemberleri), "jeux des cités rivales" (rakip kabilelerin oyunu), "cortège du sage: le sage" (yaşlı bilgenin gelişi) ve "danse de la terre" (toprağın dansı) bölümlerinde stravinski'nin çağ açan müziğinin bütün nüanslarını takip ederek tozlar noktasal, çizgisel, yüzeysel, kütlesel; dönerek, salınarak, kırılarak; bir anda, aynı anda, asimetrik, şaşırtılmış olarak; ince ince, yoğun; zemine çarptığında ses çıkararak, sessizce dökülüyor, akıyor "gök"ten "yer"e. müzik çoştuğunda, çıldırdığında, haykırdığında, tiz çığlıklar attığında tozların dansı da kaosa dönüşüyor. "danse de la terre" (toprağın dansı)'nın sonuna doğru müziğin ulaştığı döngüsel, helezonik hız, makinaların da dönerek, salınarak toz püskürtmeleriyle görselleşiyor.

"le sacrifice" (kurban) isimli ikinci kısmın, fırtına öncesi sakinliğindeki durgun, dingin ama olasılıklara gebe "introduction" (giriş) bölümünde sahnenin yanlarını kaplayan siyah perdeler bir tarafa çekiliyor ve arkalarından çıkan beyaz duvarlarla birlikte sahnenin tamamı beyaza bürünüyor.
müziğin sakinliğini sürdürdüğü "cercles mystérieux des adolescentes" (genç kızların gizemli çemberi)'nde o ana kadar tavan seviyesinde konumlanmış olan makinalar yavaş yavaş aşağıya inmeye başlıyorlar. ön taraftaki, çizgisel dizili makinalar iniyor önce, bir seviyede duruyorlar. arka taraftaki, kare oluşturan makina grubu ise neredeyse zemine değecek kadar alçalıyor. o sırada, üzerinde tozlardan bir peyzaj oluşmuş zemin -sanırım altından hava da verilerek- tam kare makina grubunun altında kabarıyor; sanki makinalar toprağı döllüyorlar. zeminde; kare makinaların merkezinde noktasal bir ışık kaynağı belirgin olmak üzere, çeşitli ışık lekeleri oluşuyor ve ardından beyaz çizgisel bir ışık sahnenin en arkasındaki perde zeminden yukarıya doğru yavaş yavaş yükseliyor.
onbir keskin vuruşla başlayan "glorification de l'élue" (seçilmişin kutlanması) ve ardından gelen "évocation des ancêtres" (ataların çağrılması) bölümlerinde müziğin yeniden ivme almasıyla birlikte makinalar bu sefer sanki öfke kusmaya, saldırmaya başlıyorlar. ilk bölümdeki -nispeten büyülü atmosfer- yerini distopik bir ortama terk ediyor. makinalardan tozlarla birlikte küçük-büyük kemik parçaları da zemine savrulmaya başlıyor.
en önde, yerden insan seviyesi yükseklikte duran makinalar ise tozlarını zemine değil, seyirciye doğru püskürtmeye başlıyorlar. "action rituelle des ancêtres" (ataların töreni) bölümündeki her keskin vuruşta makinalardan sahne ile seyirciyi ayıran şeffaf perdenin üzerine, hızla çarpacak şekilde büyük parçalar fışkırıyor; sanki suratımıza çarpıyor o toz kitleleri; sanki kan, kin, nefret kusuyor makinalar.

merakla beklediğim, "bahar ayini"nin yükseldiği son nokta "danse sacrale - l'élue)" (seçilmişin kurban dansı) bölümü başladığında ise; sahne ile seyirci arasındaki şeffaf perdenin önüne beyaz bir perde çekiliyor. bir yandan müzik devam ederken, perdenin üzerine kısa cümleler halinde bilgiler yansımaya başlıyor:
meğer, yarım saattir seyrettiğimiz tozumsu madde herhangi bir toz -veya kum ya da tuz gibi bir madde- değil, "kalsiyum hidroksit fosfat" (ca5(OH)(po4)3) imiş. hayvan kemiklerinin (üç barlık mutlak basınç altında ve 1200 derecede 45 dakikalık üç ayrı seansla yakılması, suyla çözdürülmesi gibi) çeşitli işlemlerden geçirilmesi sonucu elde edilirmiş. ph değeri düşük, asidik toprağı yeniden ekebilmek ve dolayısıyla verim alabilmek için gübreleme amaçlı kullanılırmış. 
müziğin bitmesine yakın, en son perdeye yansıtılan bilgi ise, bu gösteri için kullanılan tozun 75 sığırın kemiklerinden elde edildiği ve ağırlığının altı ton olduğuydu.

müzik o ünlü helak oluş haliyle biterken en öndeki beyaz perde yana sürüldü ve ardındaki sahne görünür oldu: beyaz tulumları ve koruma gözlükleriyle 5-6 görevlisi tozları süpürmekte, makinalarda kalan tozları olarak dökülmesini sağlayıp kovalara koyuşlarını, etraftaki hayvan kemiklerini büyük bir kutuya biriktirip sahnenin hemen önüne yerleştirmelerini izlemeye başladık. bu sırada seyirci tarafının ışıkları çoktan açılmıştı, fonda ise derinden derinden rus ortodoks kilise müziğinde kullanılan erkek seslerinden oluşan a capella tek bir ton işitilmekteydi.


 fotoğraflar: danzon

bazı seyirciler, seyrettiklerinin bitmiş olduğunu kendilerine kanıtlamak için olsa gerek, zoraki ve gönülsüz bir alkıştan sonra kalktılar; bazılarımız uzun süre yerlerimizden kıpırdayamadı. 
çoğunluk ise, şeffaf perdenin dibine giderek hemen ardında cereyan eden temizlik operasyonunu, hayvanat bahçesinde demir parmaklık ardındaki canlıları izler gibi merak ve hayretle izleyip, fotoğraf makinalarıyla kayda aldılar.


kavramdan görselliğe
genel olarak ilk(el) insanların, "bahar ayini" yapıtı özelinde ise rusya steplerinde yaşayan paganların tanrılara her bahar verimli bir hasat için kurban olarak insan sunmalarının üzerinden çok zaman geçti. insanlık zamanla kurban olarak insanın yerine hayvanı koydu. günümüzde geleneksel anlamda inançlı insanların bir kısmı hala bir dini ritüel olarak hayvan kurban etmeye devam ediyorlar; ancak çağdaş dünya genel olarak bu alışkanlıktan sıyrılmış durumda. ancak bahsettiğim ikinci yaklaşıma sahip insan toplulukları da dini ritüel amaçlı olmasa bile, çok miktarda hayvan kesmeye devam ediyorlar; beslenmek için. hatta bu katliam o kadar büyük boyutta ki, dünyadaki "etobur" insan nüfusu da göz önüne alındığında 50 yıl sonra dünya üzerinde insanları besleyecek miktarda hayvan eti bulmak imkansızlaşacak.
tanrılara insan/hayvan kurban eden geleneksel insan için verimli bir hasat hayatın devam etmesi demekti; günümüzün etobur insanı ise hayatını devam ettirmek için, castellucci'nin kalın vurguyla ("75 sığırdan elde edilmiş 6 ton kemik tozu!") dikkat çektiği üzere, aşırı boyutlarda bir hayvan katliamı gerçekleştiriyor.

castellucci "bahar ayini"nin konusundan yola çıkarak çağımız dünyasının eleştirisi için kavramsal bir altyapı kurmakla kalmayıp, bir de üstüne bu kavramsal fikrini birebir cisimleştiriyor. "bahar ayini"nindeki arkaik anlamdaki "kurban yoluyla toprağın veriminin sağlanması" (döllenmesi) fikrinin çağdaş anlamdaki karşılığını birebir sahneye taşıyor: toprağın gübrelenmesi (kalsiyum hidroksit fosfat'ın asidik toprağa serpilerek toprağın ph derecesinin dengelenmesi ve ekime uygun hale getirilmesi).


castellucci birebir cisimleştirdiği fikrini görselleştiriyor da: kendisinin deyişiyle; makinalar sert hatları, ağırlığı, geometriyi ve düzeni ile erilliği, tozlar ise kıvrımları, yumuşaklığı, hafifliğiyle, zarifliği ve kaosuyla dişiliği temsil ediyorlar.


fotoğraf: wonge bergmann

mekana dair 
insana yer verilmemesi ve sadece makinaların kullanılması dolayısıyla heiner goebbels'in "stifter's dinge" ile uzak akraba kategorisine alabileceğimiz castellucci'nin "bahar ayini" ruhrtriennale'de eski bir endüstri yapısından kültür mekanına dönüştürülmüş geblaesehalle'de sahnelendi. 
duisburg'daki landschaftspark-nord eski fabrika yapılarının oldukları gibi korundukları, genelin bitki peyzajıyla düzenlendiği, içindeki bazı yapıların ise kültür-sanat etkinlikleri için en az müdahele ile dönüştürüldüğü bir park, geblaesehalle bu parkın içinde bir yapı. fuaye olarak tasarlanmış mekanda mevcut makinalar oldukları gibi durmaktalar; gösteri öncesinde biranızı makinaların arasında içiyorsunuz, gösteri programını ve festivalin hediyelik eşyalarını satan banko da makinaların arasında bir yere yerleştirilmiş. çelik taşıyıcılarla tasarlanmış, mevcut mimariye minimal düzeyde müdahele eden seyirci tribününün altı da yine mevcut makinalarla dolu, onların arasından geçerek salondaki yerinize gidiyorsunuz.
atmosferini makinaların tanımladığı bir mekanda bilgisayar programıyla çalışan 40 tane makinanın hükmettiği bir gösteri izlemek oldukça etkileyici olduğu gibi; her ne kadar sahne ile seyirci arasında şeffaf bir perde gerilmiş olsa da  gerçek hayat-sahne ayırımını da iyice flulaştırdı. hayvan kemiği tozlarının kırılganlığı, hafifliği, yumuşaklığı daha bir anlam kazanıyor.

 fotoğraf: danzon

romeo castellucci bu projeyi aslında geçen sene gerçekleştirecekti; "bahar ayini"nin 100. yılında; manchester festivali, ruhrtriennale ve müziğin kaydını gerçekleştiren topluluğun bağlı olduğu kurum olarak da perm operası'nın ortaklaşa projesiydi. castellucci geçen yıl manchester'daki prömiyere 1.5 ay kala, hayalindeki prodüksiyonu gerçekleştirebilmek için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu belirterek projeyi iptal ettiğini açıkladı. 
"bahar ayini" bir yıllık bir ertelemeden sonra proje ağustos'ta ruhrtriennale'de prömiyer yaptı, 2014'te yerleşik sanatçısı ilan edildiği paris festival d'automne (güz festivali) kapsamında aralık'ta dokuz gösterim yapacak (bazı tarihlere hala bilet var), 2015 mayıs'ında da rusya'nın perm şehrine gidecek. castellucci'nin ayini herhalde; paris'te la villette parkının içinde eski mezbaha binasından dönüştürülmüş grande halle de la villette'de daha da derin anlamlar kazanacak.

7 Eylül 2014 Pazar

cemal reşit rey konser salonu'nun muhteşem 2014 güz programı ve bazı 2015 tarihleri..

 play (sidi larbi cherkaoui & shantala shivalingappa)

 
cemal reşit rey konser salonu (crr)'nin 2014 ekim-kasım-aralık programı cuma günü kurumun internet sitesinde açıklandı. öyle böyle değil, çok çok iyi bir program!

geçen sezon genel sanat yönetmeni olan ozan binici sayesinde crr "istanbul'un en iyi konser salonu" ünvanını hakkıyla geri aldı bence.
dilimizi ısıralım; bu ülkede iyi şeyler uzun sürmüyor çünkü!

binici'nin getirdiği -ve uluslararası bir konser salonuna yakışan- yeniliklerden en önemlisi "yerleşik sanatçı" (artist-in-residence) uygulaması.
2014'ün yerleşik sanatçısı büyük bir orkestra idi: budapeşte festival orkestrası (bfo). bu sezon "yerleşik sanatçı" olarak ünlü ingiliz trompetçi alison balsom seçilmiş.

başka bir yenilik; sanırım crr'nin tarihinde ilk defa "ustalık sınıfı" (masterclass) düzenlenecek olması. dersi ünlü flütçü emmanuel pahud verecek. ders seyircilere de açık olacak.

geçen sezon başlatılan, pazar öğlenleri "gençlerle ve çocuklarla müzik" programı da bence kamuya ait bir konser salonunda çok önceden olması gereken bir uygulamaydı; binici sayesinde crr'ye yerleşti.
 
...

crr'nin 2014-güz programından benim gözümde öne çıkanlar şunlar:

.efsanevi şef ivan fischer yönetimindeki bfo'dan iki konser: 7 ekim'deki iki mahler'li; 18 aralık'taki sadece bach'ın yapıtlarıyla

.7 ekimki bfo konseri öncesinde 17:00'de bir saatlik "kakao konseri” (fikir babasının şef ivan fisher olduğu, macaristan'da çocukların sıcak bir ortamda klasik müzik ile yakınlaşmalarını hedefleyen bir etkinlik)

.bir dönem istanbul'da arka arkaya her yıl konser vermiş, ancak uzun zamandır (10 yıldır) yolunu şehrimize düşürmemiş efsanevi dörtlü kronos quartet (18.11)

.einstürzende neubauten (3.12), anoushka shankar (6.10), mariza (7.11), dianne reeves (5.11), emmanuel pahud (3.11), borodin dörtlüsü (8.11), hesperion xxi & jordi savall (16.12), i musici (8.12), concerto köln (9.12), chris botti (15.10); hepsi kendi dallarının en iyileri ve hepsi de bu güz crr'deler!

.tanımadığım ancak bende merak uyandıran topluluklar ve ilginç programlı konserler ise şunlar:
sadece rönesans dönemi dans müziklerinden oluşan programıyla capriccio stravagante renaissance orchestra (4.11), nicholas phan lied resitali (28.11), scharoun ensemble (21.10), pera ensemble ve capella cracoviensis'in 17. yüzyıldan polonya ve türk ezgilerini çalacağı "saz-ü söz  - sözler ve müzik" konseri (10.10), kontrtenor max emanuel cencic ve armonia atenea barok topluluğu'nun sadece johann adolf hasse (adı pek duyulmamış, barok dönemden alman bir besteci)'nin bestelerini seslendirecekleri konser (12.11)

...

crr programında daha açıklanmadı ancak internette keşfettiğim bazı 2015 tarihlerini de ayrıca paylaşmak isterim, zira çok heyecan verici!

işte bunlardan bazıları:

16-17 ocak 2015: play - sidi larbi cherkaoui & shantala shivalingappa
05 şubat 2015: ian anderson
03 mart 2015: bobby mcferrin
07 mart 2015: ivo pogorelich 
28 mart 2015: ivo pogorelich