mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
21 Eylül 2014 Pazar
theater an der ruhr ile altıdan sonra tiyatro ortak yapımı: "ekonomania"
roberto ciulli ve yiğit sertdemir, “theater an der ruhr “oyuncuları ve “altıdan sonra tiyatro” oyuncuları; her biri çok sevdiğim tiyatrocular, sanatçılar.
sertdemir ve ekibinin sahne üzerine getirdikleri hemen hemen her şeyi izledim; ciulli ve ekibini gerek 2005’te istanbul’da gerek 2013’te mülheim’da sıkı takip etmişliğim var.
sanatlarını birleştirerek büyüyen bu iki ekip ne yapsa baştan 1-0 onlara teslim eder(d)im kendimi seyirci olarak.
kabaca baktığımda bile; theater an der ruhr’un “clowns 2½” ve “kaos”, altıdan sonra tiyatro’nun “dertsiz oyun”, "surname 2010” ve "ikiye bölünen vikont" işlerini düşününce “ekonomania”nın bu iki topluluğun ürettikleri, üzerine düşündükleri, yoğunlaştıkları tiyatro tarzlarının doğal sonucu olduğunu rahatlıkla görüyor insan. “ekonomania”dan ayrıca yoğun beckett hissi aldığımı da eklemeliyim.
“ekonomania” iç içe geçmiş oyun halkalarından oluşuyor. seyretmeye başladığımız oyunun (çöp yiyen işçiler) içinde başka bir oyun (bir yaz gecesi rüyası) oynanıyor; sonra bu ikisinin bir oyun provası olduğunu anlıyoruz, bir üst halkaya geçiyoruz.
hepsinin de üstünde “yazar”ın sesi var (sanırım bu sesin sahibi bizzat oyunun yazarı yiğit sertdemir; yazar olarak kendi metnini mi okuyor yoksa bu oyunu yazarken esinlediği "dağın devleri" adlı bitmemiş oyunun yazarı luigi pirandello’yu mu oynuyor/seslendiriyor, bilemedim; çünkü bu sesin anlattıkları devlerle ilgili, ama ne kadarı pirandello'dan ne kadarı sertdemir belirsiz); bu üst ses hem ilk halkada (çöp yiyen işçiler) hem de üst halkada. yazar bize az çok, zaten seyretmiş olduğumuz, oyuncuların sahnede yapmış oldukları şeyleri "anlatıyor"; kafam(ız) karışıyor; neden mi, anlatıyım: ciulli'nin/sertdemir'in oyununun mantığında “çöp yiyen işçiler” ile “bir yaz gecesi rüyası” organik bir şekilde birbirine bağlı bir “kurgu oyun” oluşturuyorlar ve biz “yazarın sesi”ni ilk defa "kurgu oyun"da teyp çalıştırıldığında duyuyoruz. oyunun sonuna doğru, artık her şey çıkmaza girmişken, herkes (sahnede oyuncular ve salonda bizler, "ben") "sıkıntıyla beklemeye" başlamışken oyunculardan birinin aklına esiyor, teybi tekrar çalıştırıyor ve sahne gerçekliği içinde aslında “oyun olmayan” üst halkada “yazarın sesi” tekrar duyuluyor; nasıl oluyor da "yazarın sesi" üst halkada da duyuluyor. neticede, sahnede izlediğimiz oyunların toplamı tek bir “oyun” ise, oyunlar arası bu sıçrama neden olmasın da denebilir.
neden olsun peki; bu trük ne işe yarıyor! benim için şuna yaradı:
toplam 85 dakikalık oyun sırasında anladığım ama “anlam veremediğim” bir sürü şeyden (replik, söz, jest ve imajdan) sonra, oyunun bitmesine bir dakika kala “yazarın sesi”nden dinlediklerim etkilenmemi sağladı; oyun ile “gezi” arasında net bir bağ kurdum. geriye doğru sarıp oyunun bütünü üzerine düşününce yine de bu bağın arkası, -oyundaki pek çok imaj için de geçerli olmak üzere-, benim için pek dolu değil; belki başka seyirciler için dolu olabilir ancak ben, kişisel birikimimle dolduramıyorum; bağ gevşek, imajlar yüzeyde kalıyor benim için.
baştaki ağız seslerinin senfonisi ve ara ara gelen devlerin ayak sesleri dışında, oyunda en çok sevdiğim fikirlerden bir diğeri:
oyunda hem almanca hem türkçe konuşan, gerçek hayatta da sahnede de bu iki dili bilen, oyuncular arasında tercüme yapan tek oyuncunun, recai hallaç’ın “provası yapılan oyun”da fabrika düdüğünden etkilenmiyor ve sonunda sahnedeki herkes baygınken onun muzipçe bizlere bakıyor olmasıydı; yani bu sahne sayesinde, ele aldığı konular içinde dil’in işlevsizleşmesi, gücünü, anlamını, yapısını kaybetmesi de olan “ekonomania”da, bildiği ve konuştuğu dillerden dolayı asıl iktidar sahibinin bir tek o olması benim için, oyunun dramaturjisinde de yerini bulan, anlam kazanan bir öğeye dönüştü.
yapımın oyunculuklarını (özellikle petra von der beek ile gülhan kadim'i), ışık (ruzdi aliji), sahne (gerhard benz) ve ses (matthias flake) tasarımlarını çok beğendim, ancak son tahlilde oyunun beni şöyle sıkıca elimden, yüreğimden tutup başka bir diyara sürüklediğini söyleyemeyeceğim. açılış sahnesindeki ilk görüntü ve seslerde, ve sahneyi ve salonu ilk defa “devler”i imleyen adım sesleri kapladığında içimde bir şeyler kıpırdadı, maalesef o kadarla da kaldı.
"ekonomania" kasım'da mülheim'da almanya prömiyerini yapacak, aralık'ta tekrar istanbul'da olacak.
____________
roberto cuilli ve yiğit sertdemir ile yapılış çok güzel, okuması keyifli bir röportaj için tıklayın.
ayrıca oyun broşüründe de cuilli, sertdemir ve oyunun dramatugu helmut schaefer ile yapılmış zihin açıcı, uzun bir röportaj var; oyunu anlamlandırmada faydası dokunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder