üstüste vasat filmler izleyince insanın merak ettiği filmlerden bile soğuyası geliyor, güzel filmler izleyinceyse daha çok filme gidesi.
bir-iki biletimi yakarak festivale üç gün ara verdikten sonra, dün muhteşem bir geri dönüş yaşadım. seyrettiğim dört film de ortalamanın çok üstündelerdi, ikisi iyice öne çıktı: andrea arnold’un “uğultulu tepeler”i (wuthering heights) ve robert guediguian’ın “kilimanjaro’nun karları” (les neiges du kilimandjaro).
ermeni asıllı fransız yönetmen robert guediguian “kilimanjaro’nun karları”nda yine marsilya’dan sıcak insan ilişkileri anlatmaya devam ediyor. hikayesi bu sefer, biraz kieslowskivari tonlarda; vicdan, iyilik, intikam temaları ön planda. guediguian kendisinin kaleminden çıkma, tıkır tıkır işleyen muhteşem bir senaryo eşliğinde, doğal ve süssüz bir sinema diliyle, ortalama insanların hayatlarına, ailelerine, dertlerine ortak ediyor bizi.
hayatı komünist felsefe ışığında yaşayan karakterlerinin kendileriyle, inançlarıyla, yaşam şekilleriyle yumuşak bir tonda hesaplaşmasını sunuyor bize. her şeyden öte; pollyanacılık etmeden ve herhangi bir dine referans vermeden, dünyada hala iyiliğin ve sağduyunun kaldığına, varolduğuna inandırıyor bizi. ne garip; sona doğru mutluluktan göz yaşartıyor bile.
“kilimanjaro’nun karları”nda filme adını veren fransızca bir şarkı var, yine filmdeki karakterler tarafından acapella seslendirilen. bir de, ilginç bir seçim, ravel’in “bir faunun öğleden sonrası” filmde arasıra beliriyor ve belirli sahnelerin altını çiziyor.
daha önce ingiltere’nin altsınıfından kızların hikayelerini anlattığı etkileyici iki filmiyle yüreğimde yer etmiş olan arnold bu sefer, ilk duyduğumda garipsemedim değil, emily bronte’nin “uğultulu tepeler”inin yeni bir uyarlamasına imza atmış.
arnold “uğultulu tepeler”i doğayı ön plana çıkararak, bütün hikayeyi doğaya yedirerek, hayvansı ve ilkel içgüdülerle besleyerek anlatıyor. dolayısıyla, kolay kolay rastlanmayacak etkileyicilikte, tazelikte ve özgünlükte bir uyarlama çıkmış ortaya. yorkshire’ın peyzajı, bitki örtüsü, hayvanları, bakir doğası, sisi, çamuru, uğultusu, yağmur sesi, contre-lumiere güneşi filme nüfuz etmiş; doğa catherine ile heathcliff’in imkansız ancak mecburi aşklarının ayrılmaz bir parçası, sebebi olmuş, sonucuna dönüşmüş.
arnold ayrıca, zamanında lawrence olivier, timothy dalton, ralph finnes gibi aktörlerin canlandırdığı heathcliff rolünü de bir siyahiye emanet ederek de farklı okumalara zemin hazırlamış.
“uğultulu tepeler”de catherine’in söylediği geleneksel şarkılar dışında filmde hiç bir müzik kullanılmamış. doğanın sesleri filmin müziği kılınmış.
Albert Nobbs öncesinde Klimanjaro'nun Karlarını izlemiş olanlar çok beğendiklerini söylüyorlardı. Edinilmesi gereken filmler içine aldım.
YanıtlaSilalbert nobbs'un talihsizliği, aynı gün, öncesinde kilimanjaro'nun karları'nı ve uğultulu tepeler'i izlemiş olmaktı. yoksa, glenn close yine döktürüyordu..
YanıtlaSil