mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
16 Temmuz 2011 Cumartesi
suyun kadınları bu akşam bizleri birleştireceğine ayırdı!
bu akşam açıkhava'da hiç olmasaydım keşke!
bir sanat etkinliği izlemeye gelmiş insanlardık hepimiz, değil mi? hem de sanatların en evrenseli olanını; müziği.
sözlerini anlamadan vurulduğumuz binlerce melodi var, değil mi? örneğin, tam da bu akşam açıkhava'da sahneye çıkan buika'ya, şarkılarının sözlerini anlayıp da mı vurulduk yoksa melodisi, buika'nın sesi, yorumu mu çarptı bizi ilk önce?
başka bir sürü müzik parçası için de bu geçerli değil mi? müzik ülkelerüstü, coğrafyalarüstü, kültürlerüstü, dillerüstü, insanlarüstü değil mi?
bu akşamki açıkhava kalabalığının esas nedeni buika'daydı hiç kuşkusuz.
buika için oraya gelenler buika'nın cinsel seçiminden haberdarlar mı? bilseler yine bağırlarına basarlar mı? bu akşamdan sonra şüpheliyim.
buika'nın istanbul'daki son konserinde başını, kalbini, göğsünü, kalçasını, kollarını, cinsel organını, vücudunun her yerini elleyerek "freedom here, here, here, here" derken; akıla, kalbe, vicdana, tutkuya, şehvete özgürlük derken alkışlayanlar kimlerdi?
aynı insanlar nasıl bu akşam aynur'a o çirkinliği yapabildiler? biz oraya müzik dinlemeye gelmedik mi? siz oraya müzik dinlemeye gitmediniz mi? aynur'u sahneden kovduktan sonra nasıl buika'yı alkışlayabildiniz? sahneye çıkan diğer sanatçıları alkışlayabildiniz; nasıl, hiç bir şey olmamış gibi glykeria'nın çiftetellisiyle el çırpıp göbek atabildiniz? bu mu müzikseverlik? bu mu insanlık? israilli diye rita'yı da kovsaydık bari!
beni en çok dehşete düşüren şey, aynur'a yapılanların, sırf bunları yapmak için oraya gelmiş "tanımlı, organize" bir grup tarafından yapılmamış olmasıydı.
öyle olsaydı, ha işte yine birileri provoke ediyor, bunu onlar hep yaparlar zaten, her toplumda da belli bir yüzdede vardırlar deyip geçebilirdik.
bu akşam aynur'u yuhalayan sesler açıkhava'nın dört bir yanından geldi. laf atmalar, bağırmalar her yerden yükseldi. içimizdeydiler. bizlerdendi onlar.
en korkuncu da, öyle sahneye yastık atılmış olması falan değil, insanların akın akın açıkhava'yı terk etmeye başlamasıydı! bu akşam açıkhava'da yaşadığımız çok net bir "sıradan faşizm" örneğiydi.
insanı en çok üzen tarafı da bu!
...
hoşgörü. atalarımızdan bize kalan miras. osmanlı imparatorluğuyla övünme sebebimiz.
hoşgörü alt-üst ilişkisi gerektirir; bir üst olmalı ki, alttakini veya "ötekini" hoşgörsün. eşitler arasındaysa hoşgörü olmaz; hoşgörüye gerek kalmaz.
hoşgörülü olmakla övünen bu toprakların geçmisinde, hele de son 100 yılında nice hoşgörüsüzlükler gömülü.
listeye bir yenisini bu akşam eklemiş olduk. ne mutlu bize!
Yüzlerce yıldır bu topraklarda sadece "horgörü" hüküm sürüyor. Dün akşam ilk elden hep beraber şahit olduk ve büyük bir iki yüzlülükle de hiçbir şey olmamışçasına devam ettik. Bir kalkıp göbek atmadıkları kaldı izleyicinin.
YanıtlaSilBen hâlâ dün akşam yaşanan utancın etkisinden kurtulamadım. Yazık!
ben, sırf o çıkıp gidenlerle aynı kefede olmamak ve diğer sanatçılara saygısızlık etmemek için yerimde kaldım.
YanıtlaSilve içten içe buika'nın aynur'u kolundan tutup sahneye geri getirmesini bekledim.
maalesef herkes joan baez olamıyor!
sevgili dazon, çok doğrusun ama senin gibi olabilen kaç kişi var.şehit olayları olmasaydı belki bunları yaşamazdın.sonuçta en zayıf noktamız olunca insan da mantık,hoşgörü kalmıyor.ama ikiyüzlülük ayrı konu.ilginçtir 1 saat öce din öğretmeni olan bir arkadaşım face de bu konu ile ilgili senin yazdıklarına benzer şeyler yazmıştı.aynı konserdeydi demek.hemen altına 4 tane yorum gelmişti baya öfkeli. yazını okuyunca hemen döndüm yazısına yeniden bakmak için .ama kaldırmış..işte böylesine de hoşgörülü ve her fikre açığız.
YanıtlaSildün taksim'de bir grup insan (ama ne grup! epey büyük ve çeşitli) kah istiklal marşı okuyarak, kah tekbir getirerek vatanın bölünmeyeceğini bir kez daha haykırdılar. dediğiniz gibi tiplere bakınca kitle o kadar bizden gibiydi ki ben de şaşkınlıkla izledim olanları. nereye vardı bilmiyorum ama mustafa kemal'in askerleriyiz demeleri durumun insanlarımız için ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu bir kez daha hatırlattı bana...
YanıtlaSilbuket hanım,
YanıtlaSiletraf güllük gülistanlıkken sorun olmaz ki zaten, esas, zor zamanlarda üstesinden gelebiliyor muyuz zayıf noktalarımızın.
tabii, "toplum"dan bahsederken, homojen olamayacağının farkındayım; zaten homojen olmasın da; aykırıları, uç noktaları olsun, yoksa "normal" olmaz ki, yapaylaşır; makina veya robotlaşırız.
ancak, belli bir uygarlık eşiğini atlamış olmamızı dilerdi gönlüm. daha atlayamadığımız ve daha çok ekmek yiyecek olmamız ortadaydı, ama, sanırım belli bir eğitim seviyesideki insanların böyle davranabileceğini kestiremediğim için (bu da benim safdilliğim) bu kadar tokat gibi suratıma çarptı cuma akşamı.
chloe hanımın şaşkınlığı da bu ruh halinde yalnız olmadığımı kanıtlıyor maalesef...
aldığım özel bir yorum nedeniyle açıklama gereği duydum:
YanıtlaSilhemen konser sonrasında allakbullaklığım ve duygusallığımla yazıldığı için bazı düşünelerim yarım kalmış ve yanlış anlaşılmaya müsait olabilir; özellikle de "hoşgörü" hakkında olanı.
o akşamın heyecanıyla demeye çalıştığım: bu topraklarda hoşgörünün hep hiyerarşik bir düzene referans verdiğiydi. bu nedenle de, öyle pek severek ve gerine gerine yapıldığı gibi "hoşgörü imparatorluğunun mirasçısı olmanın" övünülecek bir değer olmadığını söylemeye çalışıyordum.
kaldı ki, herkesin eşit olmasını varsayan cumhuriyet rejimi dönemimizde de sayısız hoşgörüsüzlüklerle ve ardından gelen acılarla karşılaştığımızın altını çizmeye çalışmıştım.
hani halk arasında bir laf vardır: "affet, hoş gör, büyüklük sende kalsın". tam da bu işte! empati kurarak, anlamaya çalışarak, anlayarak hoşgörmek değil de, sırf "büyük" olma adına hoşgörü.
umarım daha açıklayıcı olmuşumdur :)