mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
20 Temmuz 2011 Çarşamba
paul simon istanbul'daydı
henri proust’un 1930’ların sonunda hazırladığı planda sınırlarını tanımladığı istanbul’un 2 numaralı parkı zaman içinde hilton oteliydi, sheraton’du, küçükçiftlik parkıydı, g-mall’du, katlı otoparktı ve bir sürü gece kulüpleriyle orasından burasından tecavüze uğramamış olsaydı, belki biz de dün akşam “concert in the park” tadında bir konsere tanık olabilirdik. ama hayır, bizim payımıza düşen, sadece sesi ve gitarıyla “the sound of silence”ı söyleyen paul simon’a, maçka parkının içinden gelen gümbür gümbür, boğuk -müzik demeye dilim varmayacak- gürültülerin eşlik ettiği bir konserdi. simon’un her slow parçasında bu atmosfer tekrarlandı. ama ne gam, paul simon ona hayran olduğum 20 yıl öncesinin “concert in the park” konserindeki kadar iyiydi; belki o kadar hareketli değildi, sesi de o kadar genç değildi, ama yorumu ve sesinin o yumuşak tonu hala yerindeydi. Kot pantalonu, siyah tişörtü, önü açık gömleği, şapkası ve ikide bir değişen gitarlarıyla işte bir efsaneyi daha canlı izliyorduk.
“hello my friends” diyerek selamladığı, açıkhava’yı tıklım tıklım doldurmuş bizlerle iki saatlik konseri sırasında pek iletişim kurmadı. bu gecikmiş buluşmada canlı olarak dinleme özlemini çektiğimiz neredeyse bütün hitlerini söyledi; “the boy in the bubble” ile başlayıp “the obvious child”, “50 ways to leave your lover”, “stil crazy after all these years”, “the sound of silence”, “diamonds on the soles of her shoes”, “hearts and bones”, “graceland” ve daha bir sürüsünden sonra, sondan bir önce açıkhava’da herkesi ayağa kaldırıp oynatan “you can call me all”, ve son olarak ta bütün açıkhava’nın koroya dönüştüğü “the boxer”…
aklımda tıfıl dustin hoffmann’ın kapı aralığında, feleğin çemberinden geçmiş anne bancroft’un bacaklarına bakarak “you are trying to seduce me mrs. robinson, aren't you“ dediği sahne ve kulaklarımda simon & garfunkel’den “sound of silence”, saat 23:11 sıcaklık 23 derece, eve yürürken mutluydum sanırım.
üniversite yıllarında burcu ile defalarca dinlediğimiz, öğrenci yarışmaları çizerken bize bıkmadan eşlik etmiş olan “paul simon’s concert in the park” albümünü koydum eve varınca; alçak sesle biraz dinledim; uykumda julia ile okulun bahçesinde ıslık çalıyorduk…
Pek güzel bir konserdi. You Can Call Me Al'da dans edip muradıma da erdim. The Boxer’ı söyleyeceğini hiç ummuyordum, çalmaya başladığında çok mutlu oldum.
YanıtlaSilyou can call me al'de bütün açıkhava ayaktaydı ve dans ediyordu, çok güzeldi :)
YanıtlaSilbir ara, herhalde söylemeyecek diye düşünmeye başlamıştım; neyse ki kapanışa bırakmış.
ve ardından gelen "the boxer"la konseri sonlandırması da çok hoş oldu...
meğer paul simon istanbul'da "graceland"i söylememiş.
YanıtlaSilben o gün ve ertesinde her anımı "central in the park"ı dinleyerek geçirdiğim için, "graceland"i de istanbul'daki konserde yorumladı, dinledim zannettim.
düzeltirim...