1972 Der Grüne Tisch, 30’ (BBC)
1978 Frühlingsopfer, 36’ (ZDF / RFT)
1978 Anmerkungen zu einem Fernsehworkshop – Pina Bausch und das Tanztheater Wuppertal, 15’, Ulrich Tegeder (D. Milster)
1980 Die Generalprobe, 90’, Werner Schröter (Laura-Film, Thomas Schuly, München)
1981 Theater in Trance, 12', Rainer Werner Fassbinder
1982 Tanz und Theater: ein Flirt, der in die Zwanzigerjahre zurückkehrt, 105’, Jean-Pierre Garnier, Pierre Biner, Jo Excoffier (Radio-Television Suisse Romande)
1982 Walzer, 180’, Ad’s Gravesande (WRPO-Holland)
1983 Pina Bausch et ses deux cousines; Pina Bausch, Reinhild Hoffmann et Susanne Linke, 64’
Jean-Pierre Garnier, Pierre Biner, Jo Excoffier (Radio-Television Suisse Romande)
1983 1980, 153’ (Channel 4)
1983 E la nave va, 132', Federico Fellini (Rai Uno Radiotelevisione)
1983 Was tun Pina Bausch und ihre Taenzer in Wuppertal?, 115’, Klaus Wildenhahn (NDR / WDR)
1983 Folkwang-Tanz – Die Geschichte des Folkwang Tanztheaters, 45’ (Folkwang)
1983 En quete de danse – L’autre theatre de Pina Bausch, 29’, Patricia Corboud (TransTel)
1983 Un jour Pina a demandé, 60’, Chantal Akerman (Antenne 2)
1984 A primer for Pina, 30’, Susan Sontag (Channel 4)
1987 Café Müller, 49’ 27’', Pina Bausch (NDR / L’Arche Editeur)
1987 Blaubart,107’ 30’’, Pina Bausch (L’Arche Editeur / Suhrkamp Verlag, Channel 4, ZDF)
1987 Walzer, Extraits de la piece du meme nom de Pina Bausch, 60’ (L’Arche Editeur / NDR)
1989 Die Klage der Kaiserin, 103’, Pina Bausch (L’Arche Editeur, Wuppertaler Bühnen, ZDF, Channel 4, La Sept France)
1990 Bilder… aus Stücken von Pina Bausch, Ausschnitte aus Walzer, Nelken, Palermo Palermo, 58’, Kay Kirchmann (Métrovision)
1992 Répétition du Sacre, Pina Bausch répéte Le Sacre du Printemps, 45’, Herbert Rach (L’Arche Editeur)
1994 Nelken in Indien – Pina Bausch Tanztheater Wuppertal unterwegs, 65’, Anne Linsel (ARTE / Goethe Institut New Delhi)
1994 Wien-Wuppertal-Retour. Ein Trauerspiel, 25’, Gerhard Rosska (ORF)
1994 "Das hat nicht aufgehört, mein Tanzen...", 42', Eva-Elisabeth Fischer, Frieder
Käsmann
1995 Bandeneon. Pina Bausch en Buenos Aires, 45’, M. Deretich, D. Schmidt, G. Massu (Goethe-Institut Buenos Aires)
1998 Lissabon/Wuppertal/Lisboa, 36', Fernando Lopes
1999 Das Tanztheater der Pina Bausch, Annlaeslich des 25-jaehrigen Jubilaeums des Tanztheater Wuppertal, 43’, G. Gibiec (WDR / Goethe-Institut)
2001 Pina Bausch – A Portrait, 30’, Peter Lindberg (Channel 4)
2002 Hable con ella, 112', Pedro Almodovar (El Deseo S.A.)
2002 Damen und Herren ab 65, 70’, Lilo Mangelsdorf (Cinetix GmbH, NDR, ARTE)
2003 Coffee with Pina, 50’, Lee Yanor (Wieseltier Production)
2003 Dominique Mercy danse Pina Bausch, 56’, Régis Obadia (ARTE France & Zodig Productions)
2004 Nefes, 25’, Jerome Cassou
2005 Pina Bausch’la bir Nefes, 45’, Hüseyin Karabey (IKSV)
2006 Pina Bausch, 43’, Anne Linsel (WDR)
2007 Kontakthof mit Damen und Herren ab 65 Jahren, 149’, Pina Bausch (L’Arche Editeur & Tanztheater Wuppertal Pina Bausch GmbH)
2009 Orpheus und Eurydike, 104', Vincent Bataillon (ARTE, Bel Air Media, L’Opera national de Paris, CNC)
2010 Tanztraeume, 90’, Anne Linsel & Rainer Hoffmann (WDR)
2010 Pina [post-production], Wim Wenders (Neue Road Movies)
mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
31 Mart 2010 Çarşamba
30 Mart 2010 Salı
fail-i müşterek : toplumsal psikanaliz
öfkelendim, gözlerim yaşardı, isyan ettim, hayıflandım, utandım, duygulandım, nefret etttim, üzüldüm! güldüm, ama öyle dolu dolu değil, ancak tebessüm, acı acı!
“fail-i müşterek” adlı yeni oyununda yiğit sertdemir “bizi” masaya yatırıyor; deşiyor. biz, uzunca bir koltuğa uzanmış, katman katman, tarih tarih, duygu duygu kendimizi buluyoruz sahnede, yiğit sertdemir bizi bize anlatıyor, toplumsal psikanalizimizi yapıyor. öyle terapi edici bir tarafı da yok işin, maalesef; evet, sona doğru küçük bir umut hazırlanmış, ama insanın inanası gelmiyor o umuda; bugünümüze bakınca.
bütün çıplaklığıyla gerçekler, duygularımız, “düşüncelerimiz”, yaptıklarımız, “yapmadıklarımız” ortaya seriliyor bir bir; bugünden geriye doğru; son 60 yılın türkiye’sinin toplumsal psikanalizi. hiçbir şey es geçilmemiş; hepsi, herkes var! darbeler de deprem de! katiller de kayıplar da! internet de televizyon da! geçmiş de evren de!
altıdansonratiyatro’dan “gıdıklayan değil çimdikleyen” bir oyun daha. bu seferki öyle böyle değil; simgesi, imgesi, anıştırması, benzetmesi falan yok, düpedüz biziz sahnedeki, ya da koltuklarımızdayız da ayna tutulmuş yüzümüze. ama yüzümüzü göremiyoruz utancımızdan, sadece ellerimiz var ortada.
oyundan çıktığımda kursağıma takılmış kalmış düğümler, yutkunamıyordum. kumbaracı50’den istiklal’e çıkan bayır da cabası. caddenin düzlüğüne ulaşıp da taksim’e doğru yürürken de rahat bir oh çekemedim, hala aklımdaydı, kursağımdaydı oyun. kolay kolay çıkılacak gibi değildi etkisinden.
bu sezon yiğit sertdemir “mefisto”da, “kapıların dışında”da başrolde ve şimdi de “fail-i müşterek”te tek başına doksan dakika sahnede. “444”ü, “o.b.e.b.”yi saymıyorum. artı: topluluğu ile birlikte yeni bir mekân kazandırdı istanbul’a; açıldığından beri her akşam yerleşik-yabancı-misafir bir topluluğun gösterisi var kumbaracı50’de; kolay iş değil. bu da yetmedi, gün geldi o ve arkadaşları “çoğunluğa” göğüs germek zorunda kaldılar. ve işte bütün bu maceralardan -ve daha fazlasından- esinlenen yeni bir oyun var karşımızda: “fail-i müşterek”.
Ben bir seyirciyim, bana düşmez ama söylemeden edemeyeceğim: tiyatro dünyamız bu sezon birisini/birilerini onurlandıracaksa adres belli kanımca!
"fail-i müşterek" bugün, yarın ve nisan ayında kumbaracı50'de.
“fail-i müşterek” adlı yeni oyununda yiğit sertdemir “bizi” masaya yatırıyor; deşiyor. biz, uzunca bir koltuğa uzanmış, katman katman, tarih tarih, duygu duygu kendimizi buluyoruz sahnede, yiğit sertdemir bizi bize anlatıyor, toplumsal psikanalizimizi yapıyor. öyle terapi edici bir tarafı da yok işin, maalesef; evet, sona doğru küçük bir umut hazırlanmış, ama insanın inanası gelmiyor o umuda; bugünümüze bakınca.
bütün çıplaklığıyla gerçekler, duygularımız, “düşüncelerimiz”, yaptıklarımız, “yapmadıklarımız” ortaya seriliyor bir bir; bugünden geriye doğru; son 60 yılın türkiye’sinin toplumsal psikanalizi. hiçbir şey es geçilmemiş; hepsi, herkes var! darbeler de deprem de! katiller de kayıplar da! internet de televizyon da! geçmiş de evren de!
altıdansonratiyatro’dan “gıdıklayan değil çimdikleyen” bir oyun daha. bu seferki öyle böyle değil; simgesi, imgesi, anıştırması, benzetmesi falan yok, düpedüz biziz sahnedeki, ya da koltuklarımızdayız da ayna tutulmuş yüzümüze. ama yüzümüzü göremiyoruz utancımızdan, sadece ellerimiz var ortada.
oyundan çıktığımda kursağıma takılmış kalmış düğümler, yutkunamıyordum. kumbaracı50’den istiklal’e çıkan bayır da cabası. caddenin düzlüğüne ulaşıp da taksim’e doğru yürürken de rahat bir oh çekemedim, hala aklımdaydı, kursağımdaydı oyun. kolay kolay çıkılacak gibi değildi etkisinden.
bu sezon yiğit sertdemir “mefisto”da, “kapıların dışında”da başrolde ve şimdi de “fail-i müşterek”te tek başına doksan dakika sahnede. “444”ü, “o.b.e.b.”yi saymıyorum. artı: topluluğu ile birlikte yeni bir mekân kazandırdı istanbul’a; açıldığından beri her akşam yerleşik-yabancı-misafir bir topluluğun gösterisi var kumbaracı50’de; kolay iş değil. bu da yetmedi, gün geldi o ve arkadaşları “çoğunluğa” göğüs germek zorunda kaldılar. ve işte bütün bu maceralardan -ve daha fazlasından- esinlenen yeni bir oyun var karşımızda: “fail-i müşterek”.
Ben bir seyirciyim, bana düşmez ama söylemeden edemeyeceğim: tiyatro dünyamız bu sezon birisini/birilerini onurlandıracaksa adres belli kanımca!
"fail-i müşterek" bugün, yarın ve nisan ayında kumbaracı50'de.
27 Mart 2010 Cumartesi
dans ve klasik müzik meraklılarına açılan yepyeni bir dünya
arte seyredebilmek için çanak antenlerini hotbird uydusuna çeviremeyenler için internet üzerinden enfes bir imkan var: arte live web.
arte live web, http://www.arte.tv/ adresindeki linkten bağlanılan, ülke sınırlaması olmayan ücretsiz bir hizmet. bu kanalda internet üzerinden tiyatro, dans, sirk gibi gösteriler ve klasik-caz-pop konserleri hem naklen yayınlanıyor hem de giderek genişleyen arşivinden eski gösteriler seyredilebiliyor. yeter ki hızlı bir internet bağlantınız olsun.
siteye en son eklenenler arasından antonio gades'in "fuenteovejuna" flamenko-balesini ve compagnie lakoma'nın "in time" adlı çağdaş dans gösterisini özellikle tavsiye ederim.
sitenin klasik müzik arşivi ve naklen yayınları da oldukça kapsamlı. örneğin bu akşam türkiye saati ile 21.00'de paris cité de la musique'den john adams'ın yöneteceği asko/schönberg ensemble konseri naklen yayınlanacak.
arşivinden ise örneğin, martha argerich'in mart başında salle pleyel'de verdiği konseri izleyebilirisiniz.
muhteşem, değil mi!
arte live web, http://www.arte.tv/ adresindeki linkten bağlanılan, ülke sınırlaması olmayan ücretsiz bir hizmet. bu kanalda internet üzerinden tiyatro, dans, sirk gibi gösteriler ve klasik-caz-pop konserleri hem naklen yayınlanıyor hem de giderek genişleyen arşivinden eski gösteriler seyredilebiliyor. yeter ki hızlı bir internet bağlantınız olsun.
siteye en son eklenenler arasından antonio gades'in "fuenteovejuna" flamenko-balesini ve compagnie lakoma'nın "in time" adlı çağdaş dans gösterisini özellikle tavsiye ederim.
sitenin klasik müzik arşivi ve naklen yayınları da oldukça kapsamlı. örneğin bu akşam türkiye saati ile 21.00'de paris cité de la musique'den john adams'ın yöneteceği asko/schönberg ensemble konseri naklen yayınlanacak.
arşivinden ise örneğin, martha argerich'in mart başında salle pleyel'de verdiği konseri izleyebilirisiniz.
muhteşem, değil mi!
26 Mart 2010 Cuma
kukla festivali'nde leh günü
kukla festivali'nde bugün lehler sahnedeydi. garajistanbul'da önce tadeuzs wierzbicki "i" ile, daha sonra da unia teatr niemozliwy tiyatrosu marek b. chodaczyński'nin yönettiği "toporland" ile bizleri büyülediler.
sanatsal etkinliklerin yıllardır sıkı takipçilerinden olan bir arkadaşım "i"nin 13 yıl önce -yani festivalin ilk yılında-, "toporland"in de 10 yıl önce kukla festivali'ne konuk olduğunu söyledi. ben o zamanlar seyretmemiştim, kısmet bugüneymiş. arka arkaya çok iyi geldiler.
ikisi de çok basit fikirlerden yola çıkarak yaratıcı tasarımlar sahneye koyan ilginç gösterilerdi. ikisinde de tek bir malzeme kullanılmış ve o tek malzemenin sınırları zorlanmıştı: "i"de ışık, "toporland"de ondüle kartondu bu malzemeler.
"i" keşke bu kadar soyut kalmayıp müzikli bir hikaye anlatsaymış dedirtti, "toporland" ise keşke yarım saat değil, çok daha uzun olsaydı.
aykırı yazar-çizer-yönetmen roland topor'un sürreal dünyasından esinlenilerek yaratılmış ve kontrabas'ın canlı müzikle eşlik ettiği "toporland", ince bir mizahi tonun yanısıra üst düzey bir estetik ve yaratıcılık da içeriyordu.
25 Mart 2010 Perşembe
tuzak film: "the hurt locker"
"Bütün o mistifikasyonlarıyla beraber ‘Avatar’, küresel askeri-sınai komplekse karşı çıkanların yanında açıkça saf tutarken, ‘The Hurt Locker’ ABD ordusunu, içinde yaşadığımız insani müdahaleler ve militarist pasifizm çağında bizatihi o ordunun imajına çok daha iyi ayak uyduran bir tarzda sunuyor."
- slavoj zizek
24 Mart 2010 Çarşamba
norman bates o uçaktan hiç inmeseymiş!
maalesef bu akşam fransız kültür'de topluca bir hayalkırıklığı yaşadık. bir arkadaşım durumu çok güzel özetledi: "neyse ki aklımız kalmadı!". aynen öyle.
bu kuklacı adamcağız, jörg bretschneider, geçen sene uçaktan inmemiş, kendisinden haber alınamamış, programdaki olup da iptal edilen hitchcock uyarlaması "psycho" (sapık)'ta da aklımız kalmıştı. festivalin düzenleyicisi cengiz özek adamın peşini bırakmamış anlaşılan ki bay bretschneider bu akşam fransız kültür'deydi.
dresdner figurentheater'in "sapık"ı, "kukla" denince aklıma gelen yaratıcılık, büyü, marifet gibi özelliklerden zerrece nasibini almamış, had safhada düz bir mantık üzerinden işleyen, bunlar yetmiyormuş gibi bir de üstüne estetik olarak çiğ mi çiğ bir dünya kuran bir gösteriydi.
her ne kadar, en ön sırada yanımızda oturan adamın horlamalarına kızmışsam da, hak vermedim değil!
bu kuklacı adamcağız, jörg bretschneider, geçen sene uçaktan inmemiş, kendisinden haber alınamamış, programdaki olup da iptal edilen hitchcock uyarlaması "psycho" (sapık)'ta da aklımız kalmıştı. festivalin düzenleyicisi cengiz özek adamın peşini bırakmamış anlaşılan ki bay bretschneider bu akşam fransız kültür'deydi.
dresdner figurentheater'in "sapık"ı, "kukla" denince aklıma gelen yaratıcılık, büyü, marifet gibi özelliklerden zerrece nasibini almamış, had safhada düz bir mantık üzerinden işleyen, bunlar yetmiyormuş gibi bir de üstüne estetik olarak çiğ mi çiğ bir dünya kuran bir gösteriydi.
her ne kadar, en ön sırada yanımızda oturan adamın horlamalarına kızmışsam da, hak vermedim değil!
tiyatro festivali: hem iki senede bir, hem de zayıf
iki yılda bir yapılan bir festival için bu seferki tiyatro festivalinin programı oldukça zayıf. bunun başlıca nedeni tabii ki iksv veya dikmen gürün değil, istanbul'un mekansızlığı!
evet, bu seneki programda güncel tiyatronun en yenilikçi isimlerinden guy cassiers var, çağdaş dansın (bana göre) ilahı sidi larbi cherkaoui var, yıldız olarak john malkovich var, akademik olarak tadashi suzuki var. almanya'dan müncher kammerspiele çok övgüler toplamış "dava"sıyla, berlin'in avant-garde sahnesi volksbühne ise bir rene pollesch rejisi ile geliyor.
peki, program neden zayıf?
nerede krzysztof warlikowski, rodrigo garcia, ivo van hove, robert lepage, robert wilson, wayne mcgregor, josep nadj, sacha waltz, schaubühne, saburo teshigawara, heiner goebbels, angelin preljocaj, alain platel, jan lauwers, blanca li, marie chouniard, peeping tom, israel galvan, cloud gate dance company, roberto castelluci, pippo delbono, sam mendes, montalvo & hervieu, arianne mnouchkine....????
bu isimler ilk akla gelenler, daha sayıyım mi!! bir ikisi dışında hiçbiri daha istanbul'da yapıt sahnelemiş, istanbul seyircisinin önüne çıkmış değil!
istanbul'a düzgün bir sahnenin kazandırılma zamanı geldi!
ve
tiyatro festivalinin yeniden "her sene" yapılma zamanı geldi!
küresel mali kriz bahane edilmesin, west end'de geçtiğimiz bir yılda bilet satışlarında %10 azalma beklenirken, hasılat rekoru kırılmış. korkulacak bir şey yok, yeter ki cesaretli ve girişimci olunsun.
evet, bu seneki programda güncel tiyatronun en yenilikçi isimlerinden guy cassiers var, çağdaş dansın (bana göre) ilahı sidi larbi cherkaoui var, yıldız olarak john malkovich var, akademik olarak tadashi suzuki var. almanya'dan müncher kammerspiele çok övgüler toplamış "dava"sıyla, berlin'in avant-garde sahnesi volksbühne ise bir rene pollesch rejisi ile geliyor.
peki, program neden zayıf?
nerede krzysztof warlikowski, rodrigo garcia, ivo van hove, robert lepage, robert wilson, wayne mcgregor, josep nadj, sacha waltz, schaubühne, saburo teshigawara, heiner goebbels, angelin preljocaj, alain platel, jan lauwers, blanca li, marie chouniard, peeping tom, israel galvan, cloud gate dance company, roberto castelluci, pippo delbono, sam mendes, montalvo & hervieu, arianne mnouchkine....????
bu isimler ilk akla gelenler, daha sayıyım mi!! bir ikisi dışında hiçbiri daha istanbul'da yapıt sahnelemiş, istanbul seyircisinin önüne çıkmış değil!
istanbul'a düzgün bir sahnenin kazandırılma zamanı geldi!
ve
tiyatro festivalinin yeniden "her sene" yapılma zamanı geldi!
küresel mali kriz bahane edilmesin, west end'de geçtiğimiz bir yılda bilet satışlarında %10 azalma beklenirken, hasılat rekoru kırılmış. korkulacak bir şey yok, yeter ki cesaretli ve girişimci olunsun.
23 Mart 2010 Salı
egzotik dünyalara yolculuk
bir postacı paketlerle dolu bisikleti ile sahneye demir atıp, taşıdığı büyüklü küçüklü paketleri açarak, aynı ulaştırdığı karpostalların arkasını okurken hayal ettiği cennetleri, denizleri, kumsalları, kıyı kasabalarını, sirkleri birebir sahnede seyircilerin gözünün önüne sererse ne yapılır; hayranlık ve hayretle seyredilir sadece. ben ve bu akşam fransız kültür’ü dolduranlar da öyle yaptık zaten.
bizi bu büyüye tanık eden, yani sahnedeki minyatür dünyayı akla gelmeyecek nüansları ile hazırlayan ve canlandıran, bir saat boyunca oynattığı her bir objeyle birlikte, bedeninin bütün uzuvlarını katarak o objeye bürünen, kah bir sinek olan, kah bir denizkızı, kah bir köpekbalığı, kah bir ipcambazı olan bu “çılgın” sanatçı, fransız velo tiyatro topluluğunun üyesiydi. gösterinin adı ise “enveloppes et déballages”.
bizi bu büyüye tanık eden, yani sahnedeki minyatür dünyayı akla gelmeyecek nüansları ile hazırlayan ve canlandıran, bir saat boyunca oynattığı her bir objeyle birlikte, bedeninin bütün uzuvlarını katarak o objeye bürünen, kah bir sinek olan, kah bir denizkızı, kah bir köpekbalığı, kah bir ipcambazı olan bu “çılgın” sanatçı, fransız velo tiyatro topluluğunun üyesiydi. gösterinin adı ise “enveloppes et déballages”.
istiklal'de bir japon hayaleti
21-27 mart arasında, yıllardır mayıs ayında düzenlenen istanbul kukla festivali’nin yavrusu niteliğinde bir etkinlik sayesinde kentimiz şenleniyor: “dünya kukla günü’nü kutluyoruz!”
dileğim, istanbul 2010 ajansının destek verdiği ender nitelikli sanat olaylarından biri olan kukla festivali’nin bu ek gösterimlerinin önümüzdeki senelerde de devam etmesi. yeter ki istanbullular gereken ilgiyi göstersin.
dün akşam japonya’dan yumehina topluluğu fransız kültür’de yarım saatlik kısa bir gösteri sundu: ”unjo”.
eski yıllarda festivalde japon dondora tiyatrosuyla büyülenmiş bir seyirci olarak “unjo”ya büyük beklentilerle gittim. doğrusu, biraz hayal kırıklığına uğradım.
“unjo” sanatsal olmaktan ziyade folklorik bir kukla gösterisi örneğiydi. aslında ona da itirazım yok, ancak ne zaman salonda slapstick komedilerin müziğini yankılanmaya başladı, ben iyice yabancılaştım sahneden. [japonların nedense böyle bir hali (yeteneği demeye dilim varmıyor) var: en ciddi, en sanatsal olayı bile bir anda en popüler, en yavan hale getirmek, basitleştirmek. şu ünlü yönetmenleri takeshi kitano’nun ne kadar duygusal, yaratıcı, sıradışı filmleri de vardır hayran olduğum, ve ne de alelade filmleri, garip televizyon eğlencelikleri!]
keşke, banttan da olsa kullanılan yerel müzik hiç değişmeseydi, en azından daha otantikti. tam “keşke müzik banttan değil de canlı çalınsaydı” diye düşünmeye yeltenmiştim ki, laurel-hardy’den fırlamış gibi bir müzik salonu kapladı. halbuki ben kendimi yemyeşil bir japon köyünün sokağında bir sürü insanla birlikte halka olmuş, ortamızdaki kuklacıyı seyrediyor gibi hissetmeye başlamıştım bile… yazık oldu.
gösterinin hakkını da yememek lazım; japonların alamet’i farikalarından biri olan “hayalet edebiyatı”ndan bir hikayeyi yüzyılların biriktirdiği bir zanaatkarlıkla icra ettiler. sahnede tek bir kuklacı (maymun rolünde) ve onun idare ettiği tek bir kukla (ölü yaşlı adamın hayaleti) vardı. kuklacı ayakları ile eteklerine basarak, veya iki eli ile hayaletin elleri olurken kendi kafasındaki maymun maskesinin azıcık aralık ağız kısmından kuklanın başının arkasındaki küçük ipi tutarak kafasını oynatarak hayaletin bir kukla olduğunu unutturdu bizlere.
21 Mart 2010 Pazar
aydınlık bir havada şeytani bir gösteri
baharın müjdecisi enfes bir havada, kapalı bir mekana tıkılmaya değecek kadar iyi bir gösteri ile başladı istanbul kukla festivali.
hollanda'dan duda paiva topluluğu'nun sahnelediği "sabahyıldızı", kukla festivalinin genel çizgisinin biraz dışında, oldukça yaramaz, provokatif ve cesur bir gösteriydi.
sonu, "kötülüğün" havaya uçurulması gibi fazla pollyannavari bir şekilde bitirilmiş de olsa, yeni yeni kendine gelen bebek şeytanın bir insan aracılığıyla nasıl "ergenleştiğini", nasıl "kendi ayakları üstünde durmayı öğrendiğini" anlatan "sabahyıldızı" eğlenceli, yaratıcı ve oldukça komikti.
şeytan tam da garajistanbul'un bütün kapılarını kilitletip, hiç kimsenin masum olmadığını savlayarak hiçbirimizi oradan canlı çıkarmamaya yeltenmişken, "maalesef" oyun sonlandı.
"sabahyıldızı", yaratıcı ekip biraz daha cesaretli olsa, [bizim festivalin yaptığı gibi +15 yaş sınırlamasının ötesinde], öyle gündüz veya akşam seansında falan değil, gece onikiden sonra, izbe bir mekanda underground tadında sahnelenebilir.
oyunun yaratıcısı duda paiva çok yetenekli bir sanatçı. gsteri sadece kukla tiyatrosu açısından değil, çağdaş dans/hareket tiyatrosu anlamında da yetkin bir çizgideydi.
zaten, duda paiva bu oyunla, kukla denince akla ilk gelen ülkelerden polonya-torun'dan ve çek cumhuriyeti-ostrava'dan ödüllerle dönmüş.
akşam 19.00'daki ikinci seansın "bilet kalmamıştır" ibaresi zorlanabilir.
...
hazır festival yeni başlamışken; bu festivali yıllardır bütün zorluklara (en önemlisi de: seyirci ve ilgi azlığına) rağmen düzenleyen sayın cengiz özek'e gönülden teşekkürler.
hele de geçen sene dresdenli kuklacının istanbul'a gelmesi gereken uçaktan inmemesi ve haberleşme imkansızlığı nedeniyle akıbeti bilinemediğinden iptal edilen "sapık" adlı oyunun peşini bırakmayıp bu seneki programa dahil ettiği için.
"sapık" çarşamba günü fransız kültür'de. umarım kuklacı bu sefer uçaktan iner...
19 Mart 2010 Cuma
la trilogia della villeggiatura
pazartesi akşamı programı açıklanacak 17. tiyatro festivali'ne katılması muhtemel oyunlardan biri, giorgio strehler'in efsanevi tiyatrosu piccolo teatro di milano yapımı, toni servillo imzalı carlo goldoni oyunu "la trilogia della villeggiatura".
ben bu oyunu, mart başında floransa'da teatro della pergola'da seyrettim.
italyancam yok; ne oyunu daha önce türkçe seyretmişiliğim var, ne de kabaca konusu biliyorum. süresi, 15 dakikalık ara dahil tam 3 saat olan oyunu seyrettiğim akşamın gündüzünde soğuk ve yağmurlu bir havada 9 saat kadar san gimignano'da dolaşmıştım.
bir kere bile esnemedim, bir kere bile yorgunluktan gözüm kapanmadı.
iyi tiyatro böyle bir şey olsa gerek; anlamadığınız bir dilde bilmediğiniz bir konuyu yorgun bir gününüzde bile üç saat boyunca dikkatinizi dağıtmadan seyrettirebilmek.
piccolo teatro ile nedense böyle garip sadistik bir ilişkim de yok değil; tiyatro festivali'nde daha üstyazı uygulamasının yapılmadığı, fuayede oyunun konusunu özetleyen bir sayfalık metinler dağıtıldığı dönemde izlediğim oyunlardan biri yine piccolo teatro'dandı: strehler'in yönettiği marivaux'nun "köleler adası". keyif aldığımı hatırlıyorum. [tabii; dört yıl öncesinin üstyazılı, usta oyuncu soleri'li strehler rejisi "iki efendinin uşağı"nı unutmak ne mümkün!]
goldoni'nin bu oyununun rejisi toni servillo'ya ait; ancak az ve öz dekoru, detaylı kostümleri, çok ustaca tasarlanmış ışık düzeni ve güçlü oyunculukları ile giorgio strehler'in ekolünün bir devamı gibi.
olur da, tiyatro festivali'nin diğer gösterilerinden fırsat bulabilirsem "la trilogia della villeggiatura"yı bir sefer de "anlayarak" izlemeyi arzu ediyorum.
ben bu oyunu, mart başında floransa'da teatro della pergola'da seyrettim.
italyancam yok; ne oyunu daha önce türkçe seyretmişiliğim var, ne de kabaca konusu biliyorum. süresi, 15 dakikalık ara dahil tam 3 saat olan oyunu seyrettiğim akşamın gündüzünde soğuk ve yağmurlu bir havada 9 saat kadar san gimignano'da dolaşmıştım.
bir kere bile esnemedim, bir kere bile yorgunluktan gözüm kapanmadı.
iyi tiyatro böyle bir şey olsa gerek; anlamadığınız bir dilde bilmediğiniz bir konuyu yorgun bir gününüzde bile üç saat boyunca dikkatinizi dağıtmadan seyrettirebilmek.
piccolo teatro ile nedense böyle garip sadistik bir ilişkim de yok değil; tiyatro festivali'nde daha üstyazı uygulamasının yapılmadığı, fuayede oyunun konusunu özetleyen bir sayfalık metinler dağıtıldığı dönemde izlediğim oyunlardan biri yine piccolo teatro'dandı: strehler'in yönettiği marivaux'nun "köleler adası". keyif aldığımı hatırlıyorum. [tabii; dört yıl öncesinin üstyazılı, usta oyuncu soleri'li strehler rejisi "iki efendinin uşağı"nı unutmak ne mümkün!]
goldoni'nin bu oyununun rejisi toni servillo'ya ait; ancak az ve öz dekoru, detaylı kostümleri, çok ustaca tasarlanmış ışık düzeni ve güçlü oyunculukları ile giorgio strehler'in ekolünün bir devamı gibi.
olur da, tiyatro festivali'nin diğer gösterilerinden fırsat bulabilirsem "la trilogia della villeggiatura"yı bir sefer de "anlayarak" izlemeyi arzu ediyorum.
16 Mart 2010 Salı
emek'siz festivalin öne çıkanları
.maalesef bazıları iyi eleştiriler (ve imdb'de yüksek puanlar) almamış olsalar da festivalin yıllar boyu bizlere tanıttığı bir sürü yönetmenin en son ürünlerinden merak ettiklerim:
françois ozon (yuva), claire denis (beyaz insan), jim jarmusch (kontrol limitleri), atom egoyan (büyük hata), tony gatlif (özgürlük), tsai ming-ling (surat), carlos saura (bendeniz don juan), patrice chéreau (zulüm), robert guédiguian (suç ordusu), hirokazu kore-eda (şişme bebek), claude miller (annem hayatta olduğu için mutluyum), gaspar noé (boşluk).
.adını sanını daha önceden duymadığım/bilmediğim yönetmenlerden merakımı uyandıranlar:
xavier dolan (annemi öldürdüm), javier fuentes-leon (akıntıya karşı), felix van groeningen (şeylerin boktanlığı), daniel monzon (hücre 211), vladimir perisic (sıradan insanlar), andrea arnold (akvaryum), bong joon-ho (ana), stephan komandarev (koca dünyada kurtuluş pusuda), ursula antoniak (özel hayatlar), florin şerban (ıslık çalmak istersem çalarım), haim tabakman (gözleri tamamen açık), yorgos lanthimos (köpek dişi), joao pedro rodrigues (erkek gibi ölmek), jan dunn (çağrı), paul king (bunny ile boğa).
.kesinlikle çok merak ettiklerim:
pina bausch'un "kontakthof mit teenager ab 14 jahren" adlı yapıtının hazırlık sürecini anlatan anne linsel belgeseli "dans rüyaları",
hiam abbas'lı üç film "kontrol limitleri" - "amrika" - "her gün bayram",
tom ford'un ısherwood uyarlaması "tek başına bir adam",
"istanbul: içerden ve dışardan" bölümünün (bütün "içerden" olanlarını seyrettiğim için) bütün "dışardan" olanları, ama özellikle de iki yıl önceki festivalde kaçırdığım alain robbe-grillet'nin "ölümsüz kadın"ı,
seyretmiş olduklarım da dahil olmak üzere bütün "joseph losey: sınıf ve güç" seçkisi,
geçen yılın en zeki filmlerinden "bu filmde ben de varım"ın yönetmeni ian fitzgibbon'ın yeni filmi "getirin kellesini",
geçen yılların en balyoz gibi filmlerinden "grbavica"nın yönetmeni jasmila zbanic'in yeni filmi "yolda",
iranlı sanatçı şirin neşat'ın ilk uzun metraj filmi "erkeksiz kadınlar",
kuzeninim dvd'den seyredip hararetle tavsiye ettiği nies arden polev'in "ejderha dövmeli kız"ı.
.imdb puanlarının çok çok düşüklüğü sayesinde, bu film kalabalığında gönül rahatlığıyla es geçilebilecekler:
orijinal altyazılı, öfke, kadın silah ve erişte, eamon, çöpcinsel, orman perisi, patenci kızlar, kamping, dünyayı satan adam, greenberg, hayır kızım dansa gitmek yok, balerin ve hırsız.
françois ozon (yuva), claire denis (beyaz insan), jim jarmusch (kontrol limitleri), atom egoyan (büyük hata), tony gatlif (özgürlük), tsai ming-ling (surat), carlos saura (bendeniz don juan), patrice chéreau (zulüm), robert guédiguian (suç ordusu), hirokazu kore-eda (şişme bebek), claude miller (annem hayatta olduğu için mutluyum), gaspar noé (boşluk).
.adını sanını daha önceden duymadığım/bilmediğim yönetmenlerden merakımı uyandıranlar:
xavier dolan (annemi öldürdüm), javier fuentes-leon (akıntıya karşı), felix van groeningen (şeylerin boktanlığı), daniel monzon (hücre 211), vladimir perisic (sıradan insanlar), andrea arnold (akvaryum), bong joon-ho (ana), stephan komandarev (koca dünyada kurtuluş pusuda), ursula antoniak (özel hayatlar), florin şerban (ıslık çalmak istersem çalarım), haim tabakman (gözleri tamamen açık), yorgos lanthimos (köpek dişi), joao pedro rodrigues (erkek gibi ölmek), jan dunn (çağrı), paul king (bunny ile boğa).
.kesinlikle çok merak ettiklerim:
pina bausch'un "kontakthof mit teenager ab 14 jahren" adlı yapıtının hazırlık sürecini anlatan anne linsel belgeseli "dans rüyaları",
hiam abbas'lı üç film "kontrol limitleri" - "amrika" - "her gün bayram",
tom ford'un ısherwood uyarlaması "tek başına bir adam",
"istanbul: içerden ve dışardan" bölümünün (bütün "içerden" olanlarını seyrettiğim için) bütün "dışardan" olanları, ama özellikle de iki yıl önceki festivalde kaçırdığım alain robbe-grillet'nin "ölümsüz kadın"ı,
seyretmiş olduklarım da dahil olmak üzere bütün "joseph losey: sınıf ve güç" seçkisi,
geçen yılın en zeki filmlerinden "bu filmde ben de varım"ın yönetmeni ian fitzgibbon'ın yeni filmi "getirin kellesini",
geçen yılların en balyoz gibi filmlerinden "grbavica"nın yönetmeni jasmila zbanic'in yeni filmi "yolda",
iranlı sanatçı şirin neşat'ın ilk uzun metraj filmi "erkeksiz kadınlar",
kuzeninim dvd'den seyredip hararetle tavsiye ettiği nies arden polev'in "ejderha dövmeli kız"ı.
.imdb puanlarının çok çok düşüklüğü sayesinde, bu film kalabalığında gönül rahatlığıyla es geçilebilecekler:
orijinal altyazılı, öfke, kadın silah ve erişte, eamon, çöpcinsel, orman perisi, patenci kızlar, kamping, dünyayı satan adam, greenberg, hayır kızım dansa gitmek yok, balerin ve hırsız.
13 Mart 2010 Cumartesi
toskana'dan anlar 04: lucca
lucca, floransa'ya trenle 1.5 saat uzaklıkta küçük bir kasaba; yıldız şeklindeki surları korunmuş, roma koliseyum'unun üzerine inşa edilmiş ortaçağ evleri korunmuş, ağaçlı kulesi korunmuş, kentin çocuğu puccini'nin doğduğu ev (müze olarak gezilemese de) korunmuş, michelin yıldızlı lokantası mevcut, enfes dükkan cepheleri var, fazlaca geniş meydanları ve güneşin sızamayacağı kadar dar sokakları var...
yaklaşık üç saatte bütün kenti gezip bitirebiliyorsunuz. belki biraz daha detaylı gezenler için 4-5 saat yeterli olabilir; araya yemek de sıkıştırılabilir.
bu seyahatimde kule veya katedral kubbesine çıkmamaya yeminli birisi olarak tepesinde ağaç yetişen bir kule görünce dayanadım, bilmem kaç basamağı tırmandım; değdi.
tepeye, ağaçla kalmamışlar, bir de küçük havuz yapmışlar; ya da şimdi bir kere daha düşününce, acaba bir gün önceki yağmurun suyu muydu ağaçların dibindeki; belki de.
yine de pek hoş bir atmosferdi, hele de, turizm sezonu olmayan bir ayda, orayı tek başıma yaşamak iyice keyifli bir duyguydu; göğe yakın, çatıların üzerinde ama suyu, toprağı ve ağacı hissetmek; tanrılar böyle bir yerde oturuyor olsa gerek...
12 Mart 2010 Cuma
toskana'dan anlar 03: siena
siena'ya isteksiz gittim. italyan televizyonunda denk geldiğim ünlü at yarışlarının yapıldığı "campo" meydanından ibaret sanmıştım siena'yı; densizlik işte!
belki de, beklenti azlığı ile gezdiğimden, çok beğendim siena'yı.
floransa gibi her açıdan "düz" bir kentten sonra inişli çıkışlı sokakları, rönesans'ın dengeli oranlarından sonra ortaçağ'ın karmaşası iyi geldi. günübirlik geziden erken dönmek zorunda kaldım floransa'ya; siena'ya doyamadım.
topografyanın başrol oynadığı sürprizli mekanlarla dopdolu, turistik olmanın yanısıra içinde yaşanıyor da olan küçük ölçekli ispanyol ve italyan kasabalarını ne kadar çok sevdiğimi fark ettirdi bana siena.
10 Mart 2010 Çarşamba
sylvie guillem istanbul'da!
akram khan 20-21 nisan'da en yeni yapımı "gnosis" ile istanbul'a konuk olmakla kalmayacak, 23 nisan'da da bu sefer üç yıldır dünyayı dolaşan "sacred monsters" ile istanbul'da sahne alacak.
"sacred monsters" akram khan'ın, fransızların ve dünya sahnelerinin efsanevi balerinlerinden, kendini bir bejart koregorafisinde de, klasik bir balede de evinde gibi hisseden sylvie guillem ile ortaklaşa sahnelediği bir yapım.
geçen sene dvd kaydından izlediğim yapım öyle çok çok iyi değil maalesef, hele de akram khan'ın sidi larbi cherkaoui ile birlikte tasarladığı başyapıt "zero degrees" düşünüldüğünde. ancak sylvie guillem gibi bir bale/dans efsanesini kentimizde izlemek ve akram khan'ı geç de olsa iki ayrı yapım ile kentimize konuk etmek ve daha da önemlisi, dans ilahlarının istanbul'a "ayağını alıştırmak" önemli bir olay!
gösterilerin mekanı: harbiye muhsin ertuğrul sahnesi.
9 Mart 2010 Salı
GARİP & TRAJİK
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZ'SİZ GEÇEN AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTLİĞİ, EMEK SİNEMASI'SIZ GEÇECEK İSTANBUL FİLM FESTİVALİ!
SÖZLER YETERSİZ KALIYOR!!!
SÖZLER YETERSİZ KALIYOR!!!
"tanztraueme" istanbul film festivali'nde!
Dans Rüyaları, 30 Haziran 2009'da kansere yenik düşen dünyanın en büyük koreograflarından, dans tiyatrosu kavramını literatüre yerleştiren, modern dansın kraliçesi Pina Bausch'un son projesini anlatıyor. En tanınmış dans oyunu "Kontakthof"u 2007 yılında daha önce hiç dans eğitimi almamış yaşları 65-75 arası olan bir kadroyla gerçekleştiren Bausch aynı eseri 2007'de genç dansçılarla (14-18) çalıştı. Pina Baush'un dans yolculuğunu anlattığı önceki belgeselinin ardından Anne Linsel bu filmde bu ünlü koreografı ve ilk sarsak hareketlerden performans gecesine dek genç dansçıları izliyor.
Yönetmenler
Anne Linsel & Rainer Hoffmann
Almanya, 2010
35 mm / Renkli / 90'
Almanca; İngilizce ve Türkçe altyazılı
B 8 Pe. 16.00
B 11 Pz. 16.00
kaçırmamak lazım
bu konseri iksv düzenlemiş olsaydı "buluşmalar" derdi, işsanat ise "virtuoso!" başlığı atardı. cemal reşit rey konser salonu'nda olunca sessiz sedasız gerçekleşip, geçip gidiyor.
yarın akşam cemal reşit rey'de capuçon kardeşlerden cellocu olanı gautier capuçon, piyano'da gülru ensari'nin eşliğinde bir konser verecek. [geçen sezon işsanat'ta bruckner linz orchestre eşliğinde abi-kardeş çaldıkları brahms'ın ikili konçertosu hala kulaklarımda. daha önceleri de oda müziği için gelmişlikleri var kentimize.]
yarın akşamki program beethoven, prokofief ve brahms'tan oluşuyor. sezonunun en iyi konserlerinden biri olmaya aday.
cemal reşit rey'in nisan programı -film festivali'nden zaman bulabilecek olanlar için- oldukça gözalıcı:
03 nisan salif keita,
06 nisan (sezon başındaki konseri kaçıranlara bu sefer cello yerine piyano eşliğinde) "benzersiz" derya türkan & renaud garcia-fons,
09 nisan (geçen sezonki gidon kremer'li şovu kaçıranlara) "muhteşem" idugesman & joo: a little nightmare music,
10 nisan "alçakgönüllü gitar ustası" paco de lucia,
26 nisan "burnukalkık gitar ustası" al di meola.
7 Mart 2010 Pazar
toskana'dan anlar 02: san gimignano
güneşli ve ılıman floransa haftasının tek kapalı, bulutlu, zaman zaman sağanak yağmurlu ve soğuk gününe denk geldi san gimignano kaçamağı.
bir tepeye kurulu, yüksek kuleli, dar sokaklı köyün ortaçağ atmosferini kuvvetlendirdi soğuk ve kasvetli hava. etrafta çok fazla turist de olmayıp, turistik dükkanların da çoğu açık olmayınca, kara veba sonrası ıssızlaşmış hayalet bir kasabada dolaşır gibiydim çarşamba günü.
yağmurun ıslattığı taş yüzeylerden belli belirsiz yansıyan görüntüler, ıssız bir sokağa pencereden sızan piyanonun sesi, köyün farklı yerlerinde bir anda karşıma çıkan çağdaş heykeltraşların tokmağından çıkma heykeller, kuş sesleri, kasvetli bir gökyüzünün altında bile insanın içine huzur veren toskana peyzajı, pıtrak gibi açmış mimozalar, selviler, taştan kuleler, sağır duvarlar, bitmeyen basamaklar...