3 Kasım 2025 Pazartesi

St. Margarethen köyündeki Oper im Steinbruch'da Der fliegende Holländer

















1843’te Dresden’de dünya prömiyeri yapılan, Richard Wagner’in Der fliegende Holländer (Uçan Hollandalı) operası konusunu, sonsuza kadar ölmeden denizde kalmaya mahkum olmuş ancak her yedi yılda bir, hayalet gemisinden karaya çıktığında onu koşulsuz sevecek ve ona sadık kalacak bir eş bulduğu takdirde üzerindeki bu ebedi huzura kavuşamama lanetinden kurtulacak olan kaptanın efsanesinden alır. Wagner’in librettosunda; Norveç sahilinde bir balıkçı köyünde yaşayan hülyalı genç kız Senta, nişanlısı Erik’i terk etmek uğruna, tam da bu efsanedeki Hollandalı’yı kurtaracak kişinin kendisi olduğu sanrısına kapılmışken, babası gemici Daland, son seferinde tanıştığı hayalet bir kaptan ile, yüklü bir ganimete karşılık kızını onunla evlendirmek üzere anlaşmıştır. Kendisiyle gelmek uğruna nişanlısına ihanet etmeyi göze aldığını fark eden Hollandalı, Senta’nın sadık birisi olmadığını anlayarak hayal kırıklığına uğrar. Hollandalı bir yedi yıl daha denizlerde sürüklenmek üzere köyden ayrılırken, Senta da onun arkasından dalgalara atlayarak intihar eder.

Yapımın yönetmeni Philipp M. Krenn oyunculuktan gelerek Salzburg ve Bregenz gibi festivallerde ve Venedik Teatro La Fenice, Dresden Semperoper Dresden ve Münih Bayerische Staatsoper gibi prestijli opera evlerinde, bu yazıda bahsettiğim diğer yapımın yönetmeni Philipp Stötzl’ın yanı sıra Robert Carsen, Alvis Hermanis ve Damiano Michieletto gibi önemli opera yönetmenlerinin asistanlığından yetişmiş bir isim. St. Margarethen’deki Uçan Hollandalı, Krenn’in 2025 Yaz’ında sahnelediği iki Wagner operasından ilki. Diğeri, yine Avusturya’da, bu sefer Erl Tirol Festivali’nde, Parsifal idi. Krenn, pek de iyi eleştiriler almadığı Parsifal’den sonra Uçan Hollandalı’da oldukça klasik ve düz bir sahneleme tercih etmiş; Wagner’in operasına ne içerik, ne yorum, ne de müzikal olarak ciddi bir müdahalede bulunmuş. Krenn’in sahnelemesinin belki en belirleyici konsepti sinematik olması. Yapımın sıra dışı tarafı ise, dünyanın en büyük sahnesi olarak tarif edilen 7000 m2’lik bir alanda sahneleniyor oluşuna meydan okuyan bir sahne tasarımına sahip olması. Momme Hinrichs 70 metre eninde ve üç bir tarafı yüksek taş ocağı duvarlarıyla sarılı alanda, hikayenin en görkemli öğesi olan birebir boyutlardaki 19. yüzyıl kadırgasının sahne arkasından çıkışını da gizleyen ve iki yanda 12 metrelik devasa dalgalara dönüşen bir deniz tasarlamış. Hinrichs, sahnenin tam merkezindeki sarp duvara ise, kuş yuvası gibi, hikayenin karada geçen kısımlarının iç ve dış mekanlarını yerleştirmiş. Hinrichs en yukarıya, duvarın kenarına ise; geride kilise ve evler, solda önde, gösterinin sonundaki efektli sahnenin gerçekleşeceği deniz feneriyle bir Norveç köyü inşa etmiş.

Muazzam ölçekli sahne alanı bütün görkemi ve her noktasıyla kullanılmak istenince, hikayenin protagonistlerinin birbirleriyle psikolojik olarak ilişki kurdukları, örneğin Hollandalı’nın Daland’la ilk karşılaşıp onu ikna ettiği veya Erik’in Senta’ya nişanlarına ihanet etmemesini söylediği sahnelerde, birbirlerine olan uzaklıkları artmış ve bu durum aralarındaki gerilimi veya çekimi ikna edicilikten uzaklaştırmış, anlatıyı zayıflatmış. Bu tür olumsuzlukların üstünü kapatan ise, yapımın sinematik bir şova dönüştürülmüş olması. Örneğin, Hollandalı’nın hayalet gemisinin bütün ihtişamıyla ilk ortaya çıktığı sahnede, özgün hikayede olmamasına rağmen, Hollandalı ile gemideki diğer gemiciler arasında, Karayip Korsanları filminden fırlamış gibi, tüfekli, tekmeli, iplerden kaymalı akrobatik bir kavga vuku buluyor (Canlı aksiyon sahnelerinin yönetmeni, Show Talent Network’ten Ran Arthur Braun). Bu kavga sahnesi şaşırtıcı değil, çünkü Hollandalı, yapımın afişinde de Johnny Depp-vari bir karakter olarak fotoğraflanmış zaten.
Bütünüyle iç mekanlarda geçen ikinci perdede, iki kameramanın gerçekleştirdiği canlı çekimler taş ocağının duvarına eski filmlere benzetilerek sepya renginde ve çapaklı bir filtreyle devasa boyutta yansıtılıyor; böylece hem seyirciye çok uzak kalan sahnelere yakın plan yapılıyor, hem de duygu olarak yüzyıl dönümü atmosferi hissettiriliyor (Video çalışması Roland Horvath’a ait).
Son sahnede Senta’nın en yüksekte konumlanmış deniz fenerinden kendini yakarak aşağıya atlaması ve ardından bütün deniz ve köyün alevler içinde kalması ise, gösterişli bir etkileyiciliğe sahip.

Mizansen ve senografideki şov öğelerine karşılık, yapımın müzikal niteliği oldukça yüksek. Dünyanın önemli opera evlerine konuk olan, Wagner operaları konusunda deneyimli Alman orkestra şefi Patrick Lange her akşam yönettiği Piedra Festival Orkestrası’ndan yoğun renkli ve gür bir Wagner icrası çıkarmış. Şancı kadrosu, tahmin edileceği üzere, üç kasttan oluşuyordu. Benim seyrettiğim akşamda; 2000 yılında Leyla Gencer henüz hayattayken gerçekleştirilen 3. Leyla Gencer Şan Yarışması’nda özel ödül sahibi, son yıllarda New York Metropolitan Operası’nın yıldızlarından birine dönüşen Gürcü bariton George Gagnidze sert ve tehditkar bir Hollandalı olarak güçlü ve etkileyici bir performans sergiledi. Senta’yı canlandıran üç solistten en genç olanı, Alman soprano Johanna Will parlak ve en yüksek notalarda bile güvenli sesiyle ve dramatik kabiliyetiyle ikna ediciydi. Daland’da tecrübeli Çinli bas Liang Li’nin yorumu, kelimeleri yuvarlasa da, doyurucuydu. Erik’te Hırvat lirik tenor Nezad Ciča sıcak ve kadifemsi sesinin yumuşaklığıyla Johanna Will ile başarılı bir ikili oluşturmuştu.

Neticede Der fliegende Holländer, gösteriyi cazibeli kılma adına gerçekleştirilen şov-vari öğeler anlatıya biraz yapıştırılmış gibi kalmış olsalar da, müzikal yetkinliğiyle doyurucu bir yapımdı.





Yazıdaki bütün fotoğraflar ve videolar 8 Ağustos 2025 tarihinde çekilmiştir ve Mehmet Kerem Özel'e aittir. 
Bu yazının bir versiyonu Andante dergisinin Ekim 2025'te yayınlanan 228. sayısında bulunmaktadır. 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder