"Guernica Guernica"ya giderken (20 Eylül 2025, Jahrhunderthalle - Bochum)
"Guernica Guernica"yı beklerken (20 Eylül 2025, Jahrhunderthalle - Bochum)
Savaş sahnede anlatılabilir mi? Gösteri sanatları bu; bin bir türlü anlatma yolu bulur tabii, ancak didaktik, bilgilendirici veya betimleyici olmadan, savaşın dehşetini, yıkıcılığını, kaybeden-kazanan tarafların sosyolojisini ve psikolojisini anlatmak başarılabilir mi?
Kendime uzun yıllardır işlerini takip etme imkanını yarattığım Belçikalı tiyatro kolektifi FC Bergman, Bochum-Duisburg-Essen üçgenindeki atıl endüstri yapılarından dönüştürülmüş mekanları mesken tutmasıyla dünyadaki festivaller arasında kendine özel bir yer edinmiş olan Ruhrtriennale’nin, Belçikalı yönetmen Ivo van Hove imzalı 2025 edisyonunun son haftasında, 19-21 Eylül 2025 tarihlerinde Bochum Jahrhunderthalle’nin devasa genişlik ve hacimdeki mekanında prömiyerini gerçekleştirdikleri “Guernica Guernica” başlıklı sözsüz gösteriyle bence yukarıda sorduğum soruyu başarıyla cevaplandırıyor. Şimdi size, gösteriye dair izlenimlerim üzerinden bunu nasıl başardıklarını anlatmaya çalışacağım.
FC Bergman savaşı anlatmak için Guernica olayını seçmişler. Bunun nedenini anlamak zor değil; Guernica hem modern tarihte ilk defa bir devletin kendi sivil halkını bombalamasının gerçekleştiği İspanya sınırları içindeki Bask kasabasının, hem de dünyanın en tanınmış sanatçılarından Pablo Picasso’nun bu olaydan etkilenerek yaptığı, dünya sanat tarihinin en etkileyici ve popüler tablolarından birinin adı. Zaten “Guernica”nın, gösterinin adında iki kere tekrar etmesinin nedeni de bu ikisine referans veriyor olması.
İki uzun tarafında karşılıklı seyirci tribünlerinin konumlandığı ve tepesinde her iki yöne bakan ikişer büyük ekran asılı olan 8 metreye 40 metrelik koridor sahne tipindeki oyun alanında sahnelenen 80 dakikalık gösteri bir prolog ve üç bölümden oluşuyor.
Prologta, oyun alanının tamamını kaplayan mavi kumaştan girintili-çıkıntılı, alçalan-yükselen (belli ki altındaki bir şeyleri örten) peyzajın ortasındaki saklı vadiye, ışıklar kapandıktan sonra sahne arkasından gelen iki erkek oyuncunun içre ettikleri kısa hikayeyi, tam tepelerindeki kamerayla çekilen görüntülerinin ekranlara yansıtılmasıyla takip ediyoruz. Önce soyunurlar ve devamında çırılçıplak oynarlar, o sırada ekranlarda “Cennetin Doğusunda Bir Yerde” ibaresi belirir. Adamlardan biri elinde bir saman demeti, diğeri bir buzağı heykeli tutmaktadır; bunları adak adar gibi önlerine koyarlar. Buzağıdan dumanlar çıkar ama saman olduğu gibi kalır. Samanı getiren adam yukarıya soran, cevap arayan ve giderek kızan gözlerle bakar ve sonra bir taşı aldığı gibi diğer adamın kafasına vurarak onu öldürür. Bu, Habil ile Kabil’in hikayesidir; Kabil’in önce cevap ararcasına sonra kızgınlıkla yukarıya baktığı da Tanrıdır. Böylece FC Bergman bize beş dakikada insanlık tarihindeki ilk cinayetin temsilini seyrettirir.
Hemen bu sahnenin bitimiyle Kabil çıkar, o sırada sahne arkasından birkaç görevli gelir ve o sırada neden olduğunu anlamadığımız şekilde Habil’i yattığı yerde paçavralarla giydirmeye ve onu solgunlaştıran bir makyaj yapmaya başlarlar. Bir yandan da iki kısa taraftan, mavi örtü çekilerek, altındakiler görünür hale getirilmektedir. Giydirme-makyaj bitip, örtüler de çekilince karşımıza; insanların topluca olduğu bir alanda birkaç bombanın yere düştüğü bir anın dondurulmuş ve siyah-beyaz-gri renklere indirgenmiş temsili çıkar. Tavandaki ekranlarda tarih ve yer yazmaktadır: Guernica, 26 Nisan 1937. Bombaların gücüyle havada savrulmakta olan, bedenleri yara almış, ters dönmüş, uzuvları parçalanmış insanlar, bir at ve bir boğa, yerden fırlamış taşlar, fışkırmış kanlar donmuş halde durmaktadır. Zemine saplı bir sürü farklı yüksekliklerdeki demir çubuk insan bedenlerini, kopmuş uzuvları, fırlamış taşları, kanları bulundukları durumda veya havada tutmaktadır. MÖ 3500’den gelen Habil artık 1937 yılında bir Guernica’lı olarak, bu rahatsız edici etkileyicilikteki dehşet peyzajının bir parçasıdır.
Seyirciye bu dehşetengiz peyzajın geneline yeterince bakma zamanı tanındıktan sonra, açık olan yan sahneden bir drone havalanır ve bize, ilerleyen 15-20 dakika boyunca bu peyzajdaki insanların bedenlerinin ama özellikle yüzlerinin yakın plan çekimlerini ekranlardan seyrettirir; aynı oturma odalarımızdaki televizyonlardan veya elimizdeki akıllı telefonlardan naklen seyrettiğimiz günümüz savaşları gibi.
İnsanların donmuş kaldıkları bir anı seyretmekteyizdir, ancak yakın plan çekimler sayesinde aynı zamanda performansçıların saldırının dehşetinin kazındığı yüzlerindeki mimiklerini (özellikle farklı bir şekilde açılmış ağızlarını, kocaman açılmış veya sımsıkı kapatılmış gözlerini) donuk tutabilmek için istemsizce seğirirken harcadıkları uğraşa, zorluğa ve acıya da tanık oluruz. Bu mizansen tercihi bize; bir yandan -gösteriyi birlikte seyrettiğim arkadaşım Ayşe Draz’ın dikkat çektiği üzere- meta anlamda “performansın icra edilmekte olduğunu gösterirken”, diğer yandan o dondurulmuş anı esneterek, devam edecek olsaydı insanların birazdan ölecek olma halini, o sanisenin binde birindeki hareket halinde yaşanan acıyı görünür kılar. Yakın plan görüntülerin çekilmesi için drone’nun kullanılması, boyutunun küçüklüğü sayesinde girift “tableau vivant” (canlı tablo)’nun arasına girebilmesi dolayısıyla pratik olmasının yanı sıra, aklıma günümüz savaşlarında, örneğin Ukrayna-Rusya savaşındaki drone’ların rolünü getirdi; bir kere daha tüylerim ürperdi.
Drone çekimi bitirip, havalandığı noktaya geri döndükten sonra, bir anda sahneyi oluşturan insanlar bulundukları konumlardan kalkarak açık olan taraftan sahne arkasına yöneldiler. Aynı anda dört bir yandan da sahne teknisyenleri taşıyıcı arabaları iterek oyun alanına girip demir çubukları ve diğer sabit dekorları sökmeye başladılar. O sırada, sahne arkası/kulis olarak tanımlı alanda 80 figüranın üstünü ve makyajını değiştirip sonraki sahneye hazırlandıkları da görülebiliyordu, ki gösteri başlamadan önce tribünlerdeki yerimize varmak için buradan geçmiş ve Ariane Mnouchkine’in yaklaşımına benzer şekilde hazırlanmış olan burayı görmüştük.
Her şey sökülüp oyun alanı dışına taşındığında bu sefer ikinci sahnenin dekorları; içki ve çiçek kaplı uzun şölen masaları, ardından da kıyafet değiştirmiş 80 figüran tekrar oyun alanına yerleşti. Önceki sahneden alanda kalıp, bu sahnede de kullanılan tek bir prop vardı: Bombanın etkisiyle havada ters dönmüş siyah boğa heykeli. Sahne değişimi sırasında boğa çevrilmiş ve şölen masalarının merkezine en görkemli obje olarak yerleştirilmişti.
Önceki sahnenin tersine bu sefer renkli, özellikle de sıcak renklerden oluşan bir sahneyle karşı karşıyaydık. Ekranlarda Guernica’nın bombalanmasından yaklaşık üç ay sonraki bir tarih ve altında bombalama emrini veren General Emilio Mola’nın 50. doğum gününün kutlandığı bilgisi yazmaktaydı. İspanyol askerlerinin, Guernica’yı bombalayan Alman Nazi pilotlarının, üst orta sınıftan şıkça giyinmiş hanımlar ve beylerin, rahibe ve papazların güle oynaya eğlendikleri, şampanya piramidinden dökülen içkinin sınırsızca tüketildiği, Lenin’in kafasından oluşturulmuş pinata’nın sopayla parçalandığı parti sırasında, bir fotoğrafçı davetlilerin fotoğraflarını çekmekte ve o fotoğraflar anında yukarıdaki ekranlarda siyah-beyaz olarak görülmekteydi.
FC Bergman yine bize bir yandan epik bir anlayışla genel planı sunarken bir yandan da onun içinden yakın planları gösteriyordu. Bu yakın planlar hem yüzeydeki eğlencenin altında yatan tekinsizliği, huzursuzluğu, iki yüzlülüğü ve banalliği ortaya çıkarıyor, hem de önceki sahnedeki yakın planlarla söyleşiyorlardı. İlkine bir örnek, eğlenceye katılanlar arasındaki bir kız çocuğunun oyuncak bir bombayla misafirler arasında oradan oraya koşturduktan sonra şölen masası altında Down sendromlu bir kızın elinin altına mum alevi tutması gibi. Gösterideki belki de en rahatsız edici olan bu anda çocuksu vahşet üzerinden doğrudan insanlığın genlerine işlemiş özüyle karşı karşıya kalmak çarpıcıydı.
İkinciye bir örnek ise; önceki sahnede ölmeden az önce açık kalmış ağız görüntüleri ile bu sahnede eğlenirken gülmekten kırılan insanların ağızlarının fotoğrafları benzer bir görüntünün ne kadar farklı anlamlara gelebileceğini; gülenlerin acı çekenler sayesinde var olduğunu bize gösteriyordu; bir yerde gülenler varsa onların bu gülmelerinin bedeli mutlaka başkalarının acı çekmeleriyle ödenmektedir.
İkinci bölüm herkes bir tören alayıyla sahneden ayrıldığında tek başına kalan kız çocuğunun, daha önce tavandan dökülmüş İspanyol bayrağı renklerindeki balonların üzerinde teker teker tepinerek onları patlatmasıyla noktalandı.
Üçüncü ve son bölüm ise bize; oyun alanının kısa uçlarından birine monte edilen devasa boyutlardaki (yüksekliği 3, eni 8 metre) şeffaf tablo yüzeyinin yavaş yavaş diğer uca doğru ilerlerken iç kısımda Picasso’yu canlandıran bir oyuncunun önce atölyesinde bir tablo için ilham arayarak dolaşmasını, sonra gazetede Guernica olayını okumasını, pikabına Ravel’in Bolero’sunun plağını yerleştirerek çalmaya başlamasını ve ardından büyük fırçalar yardımıyla şeffaf kanvasın üzerine beyaz boya ile Guernica tablosunu resmetmesini, dış kısmında ise, tablo ilerledikçe geriye kalan alanın gittikçe rengarenk bir müze ziyaretçisi kalabalığıyla dolmasını gösterdi.
Tavandaki ekranlardan ise bu sefer, arka arkaya kalabalıktan kişilerin teker teker o sırada boyanmakta olan tabloyu bir süre seyretmelerinin görüntüleri, tablodan onlara doğru yöneltilen bakış açısıyla veriliyordu. Böylece bir yandan üretilmekte, yaratılmakta olan bir sanat yapıtının sürecine, diğer yandan da aslında bakıldığında henüz bitmemiş, bir tabloyu hayranlıkla, dikkatle, inceleyerek seyreden ziyaretçilerin bakışları yoluyla aslında her insanın potansiyel olarak içerdiği tahayyül etme gücünün varlığına tanık olduk. Ama sanırım bu bölümün en can alıcı tarafı; tabloyu hayranlıkla seyredenlerin “Acaba gerçekten de baktıkları şeyi görüyorlar mı?” diye soruyor olmasıydı kanımca. 1937’de yapılmış bir savaş karşıtı tablo gerçekten etkili olmuş olsaydı, sonrasında dünyada başka katliamlar da gerçekleşir miydi? Belki sanattan onları durduracak veya önleyecek kadar güçlü ve etkili olmasını beklemek ütopik olur, ama yine de bu sahneyi seyredince, insanlığın günümüzde dünyanın birçok köşesinde gerçekleşen katliamları, soykırımları, vahşeti bir tabloya bakar gibi seyrediyor ve sessiz kalıyor oluşunu sorgulamadan edemiyorum.
Devasa şeffaf tablo, oyun alanının diğer tarafına vardığında, iki yandan gelen, tavana kadar yüksek devasa mavi perdelerle örtülür. Müze ziyaretçilerinden bazıları hala o yöne bakmaktadırlar. Ardından, onlar yavaş yavaş oyun alanını terk ederken, sahne teknisyenlerinin o ana kadar onların aralarına girerek zemine tekrar monte ettikleri, gösterinin ilk sahnesinde cesetleri havada tutan onlarca demir çubuk görünür hale gelir. Belki insanın özünde olduğu içini belki sessiz kaldığı için, ne yazık ki dünya bir sonraki savaşa, katliama, vahşete hazırdır; altlığı bakidir.
FC Bergman gösteriye, seyrederken fark etmemize imkan olmayan ama program broşürünü okuduğumuzda anladığımız bir sürü küçük detay eklemiş. Örneğin ikinci sahnedeki doğum günü partisi gerçek hayatta hiç gerçekleşmemiş çünkü General Mola o tarihten birkaç hafta önce ölmüş. Hatta general partide askeri üniformasıyla bir oyuncak uçağa bindirilerek dolaştırılır; meğer bu mizansen generalin gerçek hayatta bir uçak kazasında ölmüş olmasına hınzır bir göndermeymiş. Başka bir detay, Guernica tablosunun Birleşmiş Milletler binasındaki konferans salonunda asılı reprodüksiyonunun Irak’ın istilasının duyurulacağı basın toplantısı sırasında tam da bu gösteride kullanılan mavinin tonuyla aynı renkte bir perdeyle kapatılmış olması.
"Guernica Guernica"yı alkışlarken (20 Eylül 2025, Jahrhunderthalle - Bochum)
Toparlarsam; FC Bergman “Guernica Guernica”da bize savaş ile ilgili üç durum sunuyor: Savaşın dehşetengiz acısı, savaşın arka planının tekinsizliği ve savaşın bir sanat yapıtındaki temsilinin uyandırdığı hayranlık. Biçimsel olarak bu durumların; ilki siyah-beyaz, ikincisi sarı-kırmızının sıcak renklerinde, sonuncusu rengarenk; ilki hareket içermez, ikincisi kaotik bir hareketliliğe sahip, sonuncusu sakin ve tek yönlü bir hareket içerir.
“Guernica Guernica” bize savaş ile ilgili üç insan pozisyonu sunuyor: Mağdur olan, fail olan ve seyirci olan. Ama “Guernica Guernica” bizim, seyirci konforunda kalmamıza izin vermiyor; gösteride ne sahne arkası, ne sahne görevlileri, ne sahne mekaniği saklı; her şey ortada, seyircinin gözü önünde, temsil ile temsilin hayata geçirilmesi iç içe. “Guernica Guernica”da gösteri sanatı, içerdiği ilüzyon, büyü ve yapaylıktan arındırılmış. Böylece, FC Bergman ekibi bizlerin, yarattığı bu olağanüstü etkileyicilikteki üç sahnenin güzelliğinde kaybolmamızı engelliyor; bizi gösterinin her anının farkına vardırıyor, bakışımızı diri tutuyor.
Nasıl Picasso’nun savaş karşıtı “Guernica” tablosu bir başyapıtsa, FC Bergman’ın “Guernica Guernica”sı da savaş hakkında yapılmış bir gösteri sanatı örneği olarak niteliği nadiren gördüğümüz seviyede yüksek bir yapıt; o da belki bir başyapıt. Bu yapıtın ortaya çıkmasında; Stef Aerts, Joé Agemans, Thomas Verstraeten ve Marie Vinck’ten oluşan tiyatro kolektifinin kendisi kadar, birlikte çalıştıkları kostüm tasarımcısı An D'Huys’un, ışık tasarımıcısı Bart van Merode’nin, 80 figüranın ve sayısını bilmediğim sahne teknisyeninin de büyük emeği var. Hepsini içtenlik ve hayranlıkla kutluyorum!
"Guernica Guernica"dan ayrılırken (20 Eylül 2025, Jahrhunderthalle - Bochum)
Stef Aerts ile Thomas Verstraeten ile "Guernica Guernica" sonrası sohbet ederken (20 Eylül 2025, Jahrhunderthalle - Bochum)
Yazıdaki bütün fotoğraflar ve videolar Mehmet Kerem Özel'e aittir.
Bu yazı, gösterilerden yayın haklı fotoğraflarla Tiyatro Drrgisi'nde yayınlanmıştır.