[bu yazı oyun hakkında "spoiler" içermiyor.]
tüller arkasında bir mekan. terk edilmiş, uzun zamandır ayak basılmamış, harap olmuş eşyalarla bir mekan. uzun zamandır ayak basılmamış ama kağıtları soyulmuş duvarları, yırtılmış muşambasının altından gözüken ahşap zemini, pencere pervazı, şömine ağzı, gramofonun hunisi, plağın kırık ucu, koltuğun yırtıkları mekanın geçmişini, hafızasını, anılarını barındırıyor hala. işte oralardan, o kırıklardan yırtıklardan aralıklardan iki kadın canlanıyor, mekana sızıyorlar. biri şair, diğeri şairin beslemesi, bestecisi. işgal yıllarının istanbul'una gidiyoruz, ama sadece o zamana değil, öncesine, çok öncesine ve çok sonrasına da. bütün zamanlar o mekanda yaşıyorlar..
yüzyıl dönümünde kadın şairin edebiyat dünyasında varolma savaşı, aşkları, şairin yaşadığı imparatorluğun ayakta kalma savaşı, köşkteki beslemenin şaire hayranlığı, tutkusu, hayatta varolma savaşı, beslemenin yeni bir ülke için savaşı..
eğitimli şairin bütün zorluklara rağmen sanatını icra edebilmesi, okuma-yazma bilmeyen beslemenin ise sanatını dışarıya vuramaması, içindeki yaratma güdüsünü yaşayamaması, içinde kopan fırtınalar, kalbinde, zihninde..
hüzün..
hüzün sahnede bu kadar güzel, bu kadar yoğun ve bir o kadar ince anlatılabilirdi.. sahnenin her bir unsuruyla; metni, mizanseni, oyuncuları, müziği, dekoru ve kostümüyle..
burçak çöllü'nün metninin ve mizanseninin hikayede ve protagonistlerin duygularında çizdiği kıvrımlar ayrı bir damıtılmış, yine burçak çöllü'nün bestelerinin atmosfer kuran tınıları ayrı bir duyarlı, gülhan kadim ve hele de ayşegül uraz'ın oyunculukları ayrı bir nüanslı.. dekor ve kostümler katmanları, renkleri ve dokularıyla ne kadar bütünü destekliyorsa, canlı icra edilen müzik de (sazende: burçak çöllü, hanende: benim seyrettiğim akşamda ayşegül aykaç) o kadar etkili..
"nihayet makamı"nı seyretmek bir kadeh yıllanmış kırmızı şarap içmek, bir şölene tanık olmak gibi.. pek eğlenceli bir şölen değil, ara ara gülümsetse de hüznü kesif, tadı buruk.. "mona lisa"nın dudakları gibi..
hamiş:
8 mart dünya emekçi kadınlar gününde seyrettiğim "nihayet makamı"ndan eve dönünce, bu kadar özel bir kadın oyunu yaratmış olan burçak çöllü'den, oyuna emeği geçen bütün kadınlardan ve genel olarak kadınlardan özür dileyerek, bir erkeğin, burhan öçal'ın sadece tanburla kaydettiği "jardin ottoman" albümünü koydum ve hacı arif bey'in "vücud ikliminin sultanısın sen.."ini dinledim; ve sabriye'nin şehvar hanıma, onun için zihninde bestelediği ve ona duyuramadığı şarkılarının yanısıra bunu da söylediğini hayal ettim..
Gözlerim dolarak okudum, çok güzel yazmışsın,çok!
YanıtlaSilbeğendiğine memnun oldum :)
Sil