mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
27 Ağustos 2014 Çarşamba
22 Ağustos 2014 Cuma
"macbeth, william shakespeare'in bir trajedisi, théatre du soleil'de oynandığı şekliyle"
şimdiki zaman
ariane mnouchkine/théatre du soleil'in 1980'lerin ilk yarısında sahnelediği shakespeare üçlemesi (2. richard, 12. gece ve 4. henry) hala konuşulur. japon kabuki tiyatrosu etkisindeki bu yapımlar o dönemde dünyada çeyrek milyon seyirciye ulaşmış.
mnouchkine'nin tekrar shakespeare'e dönmesi heyecanla bekleniyormuş; geçen yılın sonlarında kulislerde "macbeth"in adı geçmeye başlamış. prömiyer önce shakespeare'in doğum/ölüm günü kabul edilen 23 nisan olarak saptanmış, sonra bir hafta ertelenmiş; ön gösterimlerde önce seyirciler izlemiş oyunu, sonra eleştirmenler..
30 nisan 2014'de yaratım süreci biten "macbeth, une tragédie de william shakespeare, comme ell est jouée au théatre du soleil (macbeth, william shakespeare'in bir trajedisi, théatre du soleil'de oynandığı şekliyle)" 2 mayıs - 13 temmuz 2014 tarihleri arasında cartoucherie'de 64 kere sahnelenmiş ve şimdiden 32.444 seyirciye ulaşmış.
ikinci günkü biletim..
mnocuhkine/théatre du soleil'in "macbeth"'i günümüzde geçiyor. helikopter sesleri, dizüstü bilgisayar, çelik yelek, televizyon habercilerinin kameraları-mikrofonları, düz ekran televizyonlar ve diğer eşyalar yaşadığımız zamanı işaret ediyor; ancak spesifik olarak bir ülke, bir "başkan" veya "başbakan" adres gösterilmemiş sanki.
oyunu beraber seyrettiğim paris'li arkadaşlarıma macbeth'in vücut dilinde sarkozy'e gönderme var mı diye sordum; çok fazla televizyon izlemedikleri için kesin bir cevap veremeyeceklerini söylediler. sarkozy'den belki iz var, belki yok, ama kesin olan şu ki, mnouchkine "macbeth"i günümüze taşıyarak macbeth karakterini dünya üzerindeki bütün çağdaş tiranların/zorbaların simgesi haline getirmiş. mnouchkine'in "macbeth" yorumu politik ve ahlaki!
oyun başlamadan önce..
çağdaşlaştırılmış "macbeth"te cadılara ne oldu peki derseniz; cadılar arkaik kostümler içerisindeler. mnouchkine oyunu çağdaşlaştırırken cadıları arkaik bırakarak insanlığın kadim geçmişine referans vermiş; sanki macbeth ile doğaüstü güçler arasındaki ilişki üzerinden bütün zamanları, geçmiş ile şimdiyi birleştirmiş.
macbeth ile banquo'nun cadılarla ilk karşılaşma sahnesinde; hemen bu sahne öncesinde normal insanlar gibi sahnede dolaşan cadılar, sahne mekanının ortasındaki küçük bir tepe (rengiyle ve formuyla avustralya'daki uluru kızıl kutsal kayasına çok benziyordu) üzerine yerleştirilen üç devasa taşlaşmış başa dönüşürler.
ister istemez; aklıma önce nemrut dağı'ndaki tanrı başları, sonra da nuri bilge ceylan'ın "bir zamanlar anadolu'da" filminde şimşekle anlık aydınlanan tepenin yamacındaki taştan devasa baş heykeli geliyor. (malum, nbc türkiye dışında en çok fransa'da biliniyor ve tutuluyor; daha cannes'da ödül almadan "kış uykusu"nun 6 ağustos'ta fransa'da gösterime gireceği duyurulmuştu örneğin. dolayısıyla mnocuhkine'in "bir zamanlar anadolu'da"yı izlemiş olma ihtimali yüksek.)
ikinci perdedeki hekate ile cadıların buluşma sahnesinde müzik olarak anadolu topraklarından bir ezginin kullanılması da, mnocuhkine'in kadimliği vurgularken referansını anadolu topraklarından almış olabileceği hissimi kuvvetlendirdi.
hançer
mnouchkine çağdaşlaştırdığı "macbeth"te tipik ve baskın "macbeth" imge ve kavramlarından hiçbirine yer vermemiş. söz konusu mnouchkine olunca tipik veya geleneksel bir shakespeare-macbeth yapımı beklentisine girmenin abes olacağı zaten baştan belliydi, ancak yine de "macbeth" denince ilk akla gelen imgelerden/kavramlardan hançer, ele bulaşmış kanın yıkanması, gece ve uyku gibilerinin bile bu yapımda hissedilir derecede yer bulmaması şaşırtmadı değil beni.
kırmızı
mnocuhkine diğer -çok çiğnenmiş- imge ve kavramlardan ilerlemese de, yorumunda kırmızı rengi bolca kullanmış:
hemen oyunun başında cadıların zeminde kırmızı at kıllarından oluşturdukları çember; kral duncan'ın macbeth'lerin şatosuna geldiğinde leydi macbeth'in duncan'ın ayakları altına kırmız güllerden bir yol sermesi; hemen ardındaki macbeth-banquo-fleance sahnesinde yerdeki kırmızı gül çizgisinin kuvvetlendirilmesi ve bu sahnenin devamında macbeth'in cinayeti işlemekten kuşku duyduğu iç konuşmasını kırmızı güllerin üzerinde yapması; ikinci perdede macbeth'in banquo'nun katillerine direktif verdikten sonra karısıyla konuştuğu sahnede omuzuna aldığı kırmızı şal; macduff'ın ailesinin katledilmesi sahnesinde ise kırmızı lekeli beyaz çarşaflar..
leydi macbeth
malum, shakespeare leydi macbeth'in "erkek" tarafına metinde bir-iki defa değinir; mnouchkine de bu referansın üzerine gitmiş sanki.
oyunda leydi macbeth'in seyirciye ilk defa göründüğü sahne şöyle: bir figür seyirci tribünlerinin içinden/altından sahneye bağlanan köprü üzerinde seyircilere arkası dönük sahneye doğru yürür. gerek siyah pantalon-beyaz gömlekten oluşan kıyafeti gerekse de kısa saçları ilk anda, gördüğümüzün bir kadın mı yoksa erkek mi olduğunun ayırdına net olarak varmamızı engeller. figürün elinde bir şey (mektup) vardır ama bir süre konuşmadan ilerlediği için sesini de duymayız.
mnouchkine, cinsiyet belirsizliğinin gerilimini havada tutmak ister gibidir. figür konuşmaya başladığında, hala arkasını dönmemiş olsa da, onun kadın ve "leydi macbeth" olduğunu anlarız.
leydi macbeth'in kıyafetleri sondaki delilik/mektup sahnesine kadar erkeksi kalmaya devam eder.. bu sahnede ise gecelikle ve su dolu bir küvetin içinde savunmasız ve kırılgandır.
siyah at ile beyaz at
mnouchkine'in "macbeth"inin beni en çok etkileyen sahnesi macbeth'in kral duncan'ı öldürmesinin hemen ardından leydi macbeth ile karşılaştıkları sahneydi.
oyunun özgün metninde şatonun avlularından biri olarak belirlenmiş bu sahneyi mnouchkine bir ahıra; birbirlerinden biraz uzak konumlanmış bölmelerinde huzursuzca tepinen siyah bir at ile beyaz bir atın bulunduğu bir ahıra taşımış.
fuayede replikası bulunan eugene delacroix'nın 1860 tarihli "chevaux arabes se battant dans une écurie (bir ahırda kavga eden arap atları)" tablosu..
cartoucherie'deki fuayenin duvarlarını kaplayan çeşitli kültürlerden "macbeth" film-tiyatro afişlerinin arasında eugene delacroix'nın "bir ahırda kavga eden arap atları" adlı tablosunun da bulunuyor olması, mnouchkine'in siyah ile beyaz atlar üzerine etraflıca düşündüğünün göstergesi.
bölmelerinde tepinen siyah at ile beyaz at imgesi delacroix görsel referansının ötesinde anlamlar da içeriyor kanımca.
platon (eflatun), phaedrus diyalogunda insan ruhunu yorumlarken at arabası alegorisini kullanır. platon çeşitli parçalardan meydana geldiğini ve ancak bu parçaların birbirleriyle doğru bir ilişki içinde olmaları sayesinde erdeme ve düzene kavuşabileceğini savunduğu insan ruhunu biri siyah diğeri beyaz, iki kanatlı-attan ve sürücüden oluşan bir at arabasına benzetir.
beyaz at asil, uysal, yürekli ve atılgandır; rasyonel, ahlaki ve pozitif bir doğası vardır. bedensel hazlar, arzular, irrasyonel istekler ve acılarla ilişkilendirilen iştah sahibi soysuz siyah at ise hırçındır ve daima arabacının talimatlarının aksine hareket eder. bu iki atı farklı yönlere gitmeyecek şekilde, aydınlanmaya doğru yönelten, aklın ve mantığın simgesi ise sürücüdür.
platon, parçaların kendi sınırlarını bilmeleri ve doğal durumlarında olmaları hâlinde ruhta doğruluğun, adaletin, erdemin gerçekleşeceğini savunur.
mnocuhkine'in "macbeth"inde şu soruları sorar gibidir:
tereddütler içinde gidip gelen, bir an kararlı ve gözükara bir şekilde vahşi cinayeti işleyebilecek olan, ancak hemen ardındansa pişmanlık ve vicdan azabı duyacak kadar insafa gelen macbeth at arabasının düzeni/dengeyi bir türlü kuramayan sürücüsü müdür; yoksa, beyaz at tereddütler içindeki macbeth'e, siyah at ise cinayet konusunda gözükara leydi macbeth'e mi tekabül eder?.. o zaman sürücüde cisimlenen akıl ve mantık ne haldedir, kimdedir; dizginler kimin elindedir?..
tiyatro tekniği olarak ise; bu sahnedeki atların gerçek olmadıklarını, ama gerçek boyutlarda olduklarını -ve net bir şekilde fark edilemeyen (edilmesi istenmeyen) 2-3 kuklacı tarafından ustaca "canlandırıldıklarını" belirtmeden geçmek istemem..
sahne
"macbeth"de 40 oyuncu görev alıyor; oyuncular her an "oynamıyorlar"; koken adı verilen siyah kıyafetli sahne görevlileriyle birlikte sahne geçişlerinde dekorları ve aksesuarları da değiştiriyorlar. kalabalık bir kadro olduğu için kurulup sökülme işi hızlı ve çabuk gerçekleştiriliyor.
hiç bir sahnede birbirinin aynı dekor kullanılmıyor ve her sahne için en küçük detayına kadar farklı dekorlar getirilip kuruluyor. halısından sehpalarına, servis masalarından duvarlarına, sokak lambasından parapetlerine, araba farlarının ışıklarından silah atış poligonuna; o sahne neleri gerektiriyorsa getirilip yerleştiriliyor.
belli ki bütün o duvarlar ve aksesuarlar mnouchkine için çok önemli. gerçekten de öyle; oyunu iki kere izlediğim için özellikle dikkat ettim, hiç bir aksesuar sahne üzerinde boşuna değil, mutlaka kullanılıyor, hiç bir duvar "dekor" değil, mutlaka bir oyuncunun "mekanına" dönüşüyor, hiç bir parapet boşuna oraya yerleştirilmiyor, arkasında, önünde veya üstünde mutlaka bir "oyun alanı" tanımlıyor ve bu alan oyuncular tarafından kullanılıyor.
bir arkadaşımla, mnouchkine'i ve bir gün sonra seyrettiğim robert wilson'ın paris ulusal operası'ndaki son prodüksiyonu, monteverdi'nin "l'incoronazione di poppea" operasını konuşurken, çok hoş bir karşılaştırma yaptı: "sahne üzerinde wilson fotoğraf çekiyor, mnocuhkine film" dedi. gerçekten de öyle; müthiş bir hız, hareket, devinim var sahnede; hem sahnelerin içinde protagonistlerin ve ikincil-üçüncül karakterlerin hareketleri bağlamında hem de sahneler arasındaki dekor değişimleri sırasında.
yapımın genelinde oyunculuklar doğal-gerçekçi tarzda. ancak, -ilginç bir şekilde- dekorların değişimi göstermeci bir üslupla yapılıyor; yani, özellikle figüran oyuncular bedenleriyle "bakın şu anda dekorları değiştiriyoruz, ama bir yandan da üzerimizdeki kostümlere göre değiştirdiğimiz mekandaki rolümüzü de oynuyoruz" halindeler. tam da brecht'in amaçladığı yabancılaştırma efekti böyle işliyor olsa gerek!
bir örnek vermek gerekirse; ikinci perdede, macbeth'in banquo'nun hayaletini gördüğü sahnenin değişiminde bu sahnede rol alan garson ve hizmetçi kılığındaki oyuncular, ellerindeki aksesuarları (tepsileri, bardakları) sahne dışına taşırken abartılı bir şekilde hem taşıdıklarını gösteriyorlar, -ama ilginç bir şekilde- hem de rollerine devam ediyorlar; mesela başgarson diğer hizmetçilere eliyle hadi hadi hızlı hızlı gibisinden bir hareket yapıyor.
mnouchkine geniş ve büyük sahneyi ve kalabalıkların koreografisini ustaca tasarladığı gibi, gereken sahnelerde aza ve öze inmesini de çok iyi biliyor.
örneğin; sonlara doğru macbeth'in, karısının ölümünü de öğrendikten sonra, içinde bulunduğu duruma iyice "sıkıştığı" savaş sahnesinde, mnouchkine onu bir koruganın içine hapsediyor ve eyirciye sadece küçücük pencere deliklerinden gösteriyor; bir protagonistin ruhsal durumu bu kadar yetkin bir şekilde fiziksel mekanın diline tercüme edilebilir.
çember
ilk sahnelerden birinde, macbeth kral duncan'ı öldürmeden önce kuşkular içindeyken, tam da işleyeceği cinayetten vazgeçmeyi düşünürken eğilerek, zemine yayılı kırmızı gülleri kenara itip elleriyle toprağı kazması ile ikinci perdedeki parti sahnesinde fleance'ın babası banquo'nun hayaletini yeraltından/topraktan yukarı çekmesi ve; sondan bir önceki sahnede macduff koruganın üzerinde, macbeth içindeyken macduff'ın elindeki bıçakla tepedeki delikten aşağıya doğru hamleler yaparak, bıçak darbeleriyle macbeth'i öldürmesi mizansenleri birbirleriyle örtüşürler.
savaşın olduğu ve cadıların çıktığı ilk sahnede at kıllarıyla kaplı zeminde; ortadaki tepeyi çevreleyen kırmızı iplerden geniş bir daire ve solda demirden bir haç vardır. cadılar haça çaput bağlarlar.
son sahnede ise zemin yine at kıllarıyla kaplıdır; bu sefer ortada, macbeth'in savaşta içine saklandığı korugan vardır; ve demir haç solda durmaktadır.
mnouchkine'in "macbeth"inde açılan parantezler kapatılır, çizilen çemberler kapanır; oyun başladığı yerde biter..
mnocuhkine; sonunda kötüler öl(dürül)seler de, zulüm, zorbalık ve cinayetlerin hiç bitmeyeceğini, onların yerini yenilerinin alacağını, kanla yazılı bu kısır döngünün devam edeceğini söyler gibidir..
oyun bittikten sonra..
gelecek zaman
"macbeth" 8 ekim'den itibaren tekrar cartoucherie'de sahnelenmeye başlayacak ve gösterimler 2015 mart'ının sonuna kadar devam edecek. ama büyük bir farkla!
evet, ekim'de cartoucherie'ye "macbeth" izlemeye gidenler, benim yukarıda anlattıklarımın hiçbirini göremeyebilirler! çünkü kulislerde, mnouchkine'in théatre du soleil serüveninde başından beri yanında olan yol arkadaşı, bir çok oyunun yazarı hélène cixous'nun yapımı tekrar ele alacağı ve günümüz fransa'sındaki yolsuzluk olaylarına sıkı göndermeler yaparak radikal değişikliklere gideceği söyleniyor. cixous belki mnouchkine'in bizzat bu proje için özel olarak yaptığı -ancak, bazı eleştirmenler tarafından, günümüze uyarlanmış "macbeth"e uyumsuz görülen- ağdalı çevirisini ve eski usul abartılı oyunculukları da törpüler, kim bilir..
program broşüründen: ariane mnouchkine oyuncularla birlikte..
21 Ağustos 2014 Perşembe
"yavaş adam"dan
"...
"Kapına geldiğim günden şu ana dek," kadın hala konuşuyor, "hiç sinirlenmediğimi kabul edersin, değil mi, Paul? Ne küfrettim ne ters bir laf söyledim. Durmadan şakalar yaptım ve seni bir İrlandalı gibi pohpohladım. Sana şunu sorayım: Ben aslında nasıl biriyim biliyor musun?"
Paul susuyor. Aklı başka yerde. Elizabeth Costello'nun aslında nasıl biri olduğu umrunda değil.
"Ben alıngan bir ihtiyarım, Paul. Sinirlendim mi gözüm dünyayı görmez. Aslında yılan gibiyim biraz. Sana pek yük olmayışımın tek sebebi, uslu duracağıma kendi kendime söz vermem. Ama çok zor oldu bu, inan. Kim bilir kaç kez sinirlerime zor hakim oldum. Sana kaplumbağa gibi yavaşsın, fazla titizsin filan demiştim ya, bunlar, hakkında söylenebilecek en kötü şeyler mi sanıyorsun? Çok daha kötü şeyler söylenebilir, inan. Bir insan en kötü yönlerimizi, en kötü ve incitici yönlerimizi biliyorsa ve bunları söylemeyip gizliyor, bize gülümsemeyi ve şakalar yapmayı sürdürüyorsa, buna ne deriz? Sevgi deriz. Hayatının bu son döneminde, başka kimden sevgi görebilirsin ki, seni çirkin ihtiyar? Evet, çirkin ne demektir ben de bilirim. İkimiz de çirkiniz, Paul, yaşlı ve çirkiniz. Dünyanın tüm güzelliklerini kucaklamak istesek de. İçimizdeki bu arzu asla sönmez. Ama dünyanın tüm güzellikleri ikimizi de istemiyor. Bu yüzden daha azıyla, çok daha azıyla yetinmek zorundayız. Hatta bize sunulan neyse kabul etmek zorundayız, yoksa aç kalırız. Yani iyi kalpli bir vaftiz anası bizi içinde bulunduğumuz iç karartıcı ortamdan; imkansız, zavallıca, gerçekleştirilmesi olanaksız düşlerimizden çekip almak isterse onu reddetmeden önce iyice düşünmeliyiz.
Sana bir daha düşünmen için bir gün, yirmi dört saat veriyorum Paul. Reddersen, şimdiki yolunda ağır ağır gitmekte ısrarlıysan, o zaman sana neler yapabileceğimi göstereceğim, nasıl tükürebildiğimi göstereceğim."
..."
- j. m. coetzee
can yayınları (çeviri: dost körpe)
19 Ağustos 2014 Salı
midilli'de dört gün, 04
bu yazki midilli izlenimlerimi küçük bir fotoğraf albümüyle bitiriyorum.
darısı önümüzdeki yazların başına..
petra manastırı ve kumsalı
ada sokaklarında kediler
yunan birası mythos ve yanında sarmısaklı susamlı kızarmış ekmekler
ada sokaklarından enstantaneler
dolunay çıkarken ada kırsalında bir ev
molyvos'ta dolunay
17 Ağustos 2014 Pazar
midilli'de dört gün, 03
midilli seyahati izlenimlerine devam etmeden önce, "yunan usulü ladotry peyniri nasıl yenir?" sorusunu merak edenlere cevap veriyim; çok basit:
peynir tekerleğinden 1 cm'den biraz az kalınlıkta yuvarlak bir parça kesilir, her tarafı suyla ıslatılır, bir tabağa yayılmış unla kaplanır ve azıcık zeytinyağı konmuş kızgın tavada önü-arkası kızarıncaya kadar bekletilir.. ve tabii ki, sıcak sıcak afiyetle yenir..
yunanistan'da piraeus bankası'nın sponsorluğunu üstlendiği bir endüstri mirası koruma projesi var. bu kapsamda, yunanistan genelinde, konusunda örnek teşkil eden kullanılmayan fabrikalar aslına uygun olarak restore ediliyor ve müzeye dönüştürülüyor; o fabrikalardaki üretim aşamaları (hem o fabrika özelinde tarihsel olarak, hem de ürünün üretiminin özelindeki gelişmeler bağlamında) anlatılıyor; restore edilmiş makinalar, interaktif panolar ve daha bir çok farklı çağdaş sergileme tekniğiyle..
yunanistan'ın üçüncü büyük şehri volos'ta tuğla fabrikası müzesi'ni gezmiştim 5-6 yıl önce. midilli'de, adanın zeytinyağı meşhur olduğu için, turistik broşürlerde iki zeytinyağı fabrikasının adı geçiyordu; ben, daha önceden volos örneğini görmüş olduğum için, piraeus bankası'nınkine gittim. mitilini ile molyvos yolu üzerinde, yoldan çok uzak olmayan agai paraskevi köyündeki müzenin tam adı: lesvos adası endüstriyel zeytinyağı üretim müzesi.
müzedeki sergi vitrinlerinden birinde joseph beuys'un 1984'de paris'te sergilediği "olivestone" enstalasyonunun 2009'da burada tekrar sergilendikten sonra müzeye kalmış olan beuys etiketli zeytinyağı şişesi sergileniyor.
enstalasyon 16.yy'dan kalma -içi zeytinyağı dolu- taş bir havuz, devasa bir zeytin dalı ve yüzlerce zeytintağı şişesinden oluşuyormuş. taş tarihi, zeytin barışı, zeytinyağı ise tarih ile barışın meyvasını ve üretkenliği temsil ediyormuş.
şansıma, müzenin geçici sergi salonunda yunan ve türk fotoğrafçıların zeytin ve zeytinyağı üretimiyle ilgili çektikleri fotoğraflardan oluşan "derin kökler, ortak kökler" adlı fotoğraf sergisi vardı.
peynir tekerleğinden 1 cm'den biraz az kalınlıkta yuvarlak bir parça kesilir, her tarafı suyla ıslatılır, bir tabağa yayılmış unla kaplanır ve azıcık zeytinyağı konmuş kızgın tavada önü-arkası kızarıncaya kadar bekletilir.. ve tabii ki, sıcak sıcak afiyetle yenir..
yunanistan'da piraeus bankası'nın sponsorluğunu üstlendiği bir endüstri mirası koruma projesi var. bu kapsamda, yunanistan genelinde, konusunda örnek teşkil eden kullanılmayan fabrikalar aslına uygun olarak restore ediliyor ve müzeye dönüştürülüyor; o fabrikalardaki üretim aşamaları (hem o fabrika özelinde tarihsel olarak, hem de ürünün üretiminin özelindeki gelişmeler bağlamında) anlatılıyor; restore edilmiş makinalar, interaktif panolar ve daha bir çok farklı çağdaş sergileme tekniğiyle..
yunanistan'ın üçüncü büyük şehri volos'ta tuğla fabrikası müzesi'ni gezmiştim 5-6 yıl önce. midilli'de, adanın zeytinyağı meşhur olduğu için, turistik broşürlerde iki zeytinyağı fabrikasının adı geçiyordu; ben, daha önceden volos örneğini görmüş olduğum için, piraeus bankası'nınkine gittim. mitilini ile molyvos yolu üzerinde, yoldan çok uzak olmayan agai paraskevi köyündeki müzenin tam adı: lesvos adası endüstriyel zeytinyağı üretim müzesi.
müzedeki sergi vitrinlerinden birinde joseph beuys'un 1984'de paris'te sergilediği "olivestone" enstalasyonunun 2009'da burada tekrar sergilendikten sonra müzeye kalmış olan beuys etiketli zeytinyağı şişesi sergileniyor.
enstalasyon 16.yy'dan kalma -içi zeytinyağı dolu- taş bir havuz, devasa bir zeytin dalı ve yüzlerce zeytintağı şişesinden oluşuyormuş. taş tarihi, zeytin barışı, zeytinyağı ise tarih ile barışın meyvasını ve üretkenliği temsil ediyormuş.
şansıma, müzenin geçici sergi salonunda yunan ve türk fotoğrafçıların zeytin ve zeytinyağı üretimiyle ilgili çektikleri fotoğraflardan oluşan "derin kökler, ortak kökler" adlı fotoğraf sergisi vardı.
16 Ağustos 2014 Cumartesi
midilli'de dört gün, 02
yunan arkadaşlarıma "midilli'ye gideceğim, hangi kumsalı en iyisidir" diye sorunca, birbirlerinden habersiz ikisinin de verdiği tek cevap vardı: eressos.
eressos; lesvos adası'na adını veren lezbiyen şair safo (sappho)'nun doğduğu yerleşim.
eresso kumsalı sadece midilli adası'nın değil, yunanistan'ın en güzel kumsallarından biri sayılıyormuş.
şansıma, benim gittiğim gün deniz çok dalgalıydı; keyfini çıkaramadım.
açık denize baktığı için buz gibi olacağını da ummuştum; oldukça ılıktı maalesef!
denizinden ziyade, denize çıkma yapan lokantalarının görüntüsü etkiledi beni.
eressos, midilli adası'nın en hippi, en rahat, en salaş köyü.
eressos'u mekan tutanlar ise ruhani lider osho'nun muritleri, gay çiftler, lezbiyenler, sanatçılar ve -yunan adalarının bence en güzel özelliği olan, bu tür "rahat" insanlarla aynı havayı solumaktan "rahatsız" olmayan- çocuklu aileler ve hetero çiftler..
eressos'tan molyvos'a dönüş ise; uzun zamandır yaptığım en etkileyici doğa yolculuğu idi.
ay yüzeyi gibi bakir bir doğa; kekik ve ot kokusu; vadilerden fışkıran zakkumlar; neredeyse kimsenin olmadığı bomboş bir yol..
eresos'la ilgili geniş bilgi için tıklayın.
safo ile ilgili geniş bilgi için tıklayın.