mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
25 Ağustos 2013 Pazar
louis malle'in fransa belgeselleri
hazır oturmuş louis malle'in amerika belgesellerini izlemişken, devam ettim ve 1974'de fransa'da çektiği iki uzun metrajlı belgeseli de aradan çıkardım.
"humain, trop human" (insani, bütünüyle insani) adlı ilk belgesel citroen fabrikasında geçiyor.
72 dakikalık belgeselin ilk 15 dakikasında genel hatlarıyla bir arabanın üretim bandı sürecinde hammaddeden sürülebilir son hale nasıl geldiği gösteriliyor. sonraki 15 dakika paris'teki bir araba fuarında citroen standına gelen araba meraklıların soruları, yorumları, satış temsilcilerinin yorumlarıyla devam ediyor. belgeselin geri kalanında ise yeniden fabrikaya dönüp bu sefer daha detaylı olarak üretim görüntülerini izliyoruz.
diğer malle belgesellerinden farklı olarak, bu sefer malle'in üstsesi veya herhangi bir üstses belgesele eşlik etmiyor. paris sekansı dışındaysa zaten konuşma yok, sadece makina sesleri.
doğrusu ne arabaya ne de fabrikaya ilgi duyan biri olarak bu belgeseli çok da merakla izlediğimi söyleyemem. ancak malle'in hoşuma giden bir tercihinden bahsetmek isterim: özellikle ikinci fabrika sekansında kamera fabrika işçilerinin yaptıkları iş kadar onların yüz ve beden parçalarına da odaklanıyordu. örneğin sadece elleriyle bir iş yapan işçinin o sırada ayaklarını nasıl oynattığını paralel çekimlerle izlettiriyor bize malle. ya da bir kaynakçının yüzüne odaklanarak işini yaparken yüzünün, özellikle de dudaklarının aldığı halleri gösteriyor bize.
buradan da bence başlığa bağlanıyor film: makinalarla çevrili bir ortamda insanın insaniliğinin ne kadarının kalıp ne kadarının kalmadığı.
belki buradan da chaplin'in ünlü üretim bandı ve çarkın dişlileri sahnesine kadar gidebiliriz.
ve tabii ki daha derin olarak; nietzsche ile haşır neşir olanlar belgeselin ismini onun 1878 tarihli aforizmalarla dolu kitabından aldığı fark edip onun fikirleri ile de bağlantı kurabilirler..
"place de la république" ise paris'teki cumhuriyet meydanı'nda yapılmış çekimlerden oluşuyor. diğer belgeselle aynı tarihli: 1974. süresi 95 dakika.
paris'e hiç bir gidişimde bu meydana yolum düşmedi, nasıl bir yerdir, çevresindeki semtlerin profili konusunda bir fikrim yok, ancak 1974'de çok da parlak olmadığı bu belgeselden anlaşılıyor.
malle ve ekibinin konuştuğu herkes ya fiziksel hasta, ya ruhsal hasta, ya da işsiz. pek öyle genç birilerine de rastlamamışlar sanki; benim hatırladığım iki-üç genç kız ve bir genç erkek dışında hep emekliler, ya da emekli yaşına yaklaşmış olanlar. ilginç bir profil.
upuzun ve aralıksız bir çekimde ruhsal olarak sorunlu yaşlı bir kadının ipe sapa gelmez hikayelerini seyrediyoruz ki, bir ara filmi durdurmak bile geldi içimden; bu zırvalıkları neden izliyorum diyerek! tabii, malle ve ekibinin bu zırvalıkları neden çektiklerini ve daha da garibi neden filme katmaya karar verdiklerini merak etmedim de değil. kendime göre bir cevap da bulamadım maalesef.
belgeselin tek beğendiğim tarafı başlangıçta jeneriğin olmaması ve görüntüler akarken malle'in filme katkıda bulunanları üstsesisyle okumasıydı; tam cinema-vérité tarzına uygun olsa gerek.
"phantom india", "calcutta" ve amerika belgesellerinin etkileyicilikleri yanında bu iki belgesel bana biraz zayıf geldi.
malle'in 1956 tarihli, cannes ve oscar'dan ödüllü "the silent world" belgeselinin dvdsini edinene kadar louis malle belgesellerine ara vermeden önce, malle'in belgeselciliği konusunda bu vesileyle öğrendiğim bir bilgiyi de paylaşmak isterim:
malle 1962 yılında çektiği brigitte bardot'lu marcello mastroianni'li "vie privée" filminin gerek seyirci gerekse de eleştirmenler tarafından beğenilmemesi üzerine bir kamera alıp dört aylığına cezayir'e gidiyor ve oradaki olayları belgeliyor. bu çekimleri hiç bir zaman kurgulayıp gösterime sokmuyor ama bu deneyim onun, "gerçek dünya" olarak tanımladığı hayata yeniden nüfuz etmesini sağlıyor.
bence aynı krzysztof kieslowski gibi louis malle de sinema kariyeri boyunca; hayatın içinden, doğal ve "gerçeklik"i kaydeden belgeselcilik anlayışını takip eden belgeseller çekmesi sayesinde yapay olmayan, insanın doğasını "olduğu gibi" ortaya seren etkileyici ve unutulmaz kurgu filmlere imza atmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder