mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
20 Mayıs 2013 Pazartesi
yaşamaya dair / genco erkal
düzenli olarak milliyet sanat okumaya başladığım 80'li yılların başından beri, hayallerimi süsleyen şeylere üç şey daha eklenmişti: avignon, edinburgh ve salzburg festivallerine gitmek.
daha bunların hiçbirini gerçekleştirebilmiş değilim. ama bu akşam kendimi avignon festivali'ndeymiş gibi hissetmemi sağlayan bir deneyim yaşadım: ali paşa hanı'nda dostlar tiyatrosu'nun son yapımını izledim.
malum, avignon'da, başta papalar sarayı'nın avlusu olmak üzere, mevcut manastır, okul gibi yapıların salonları kullanılır, avlularına geçici tribünler yerleştirilir, ışık düzenleri kurulur ve buralarda tiyatro, dans, performans gösterileri sunulur.
istanbul'da iksv'nin tiyatro festivali geçmiş yıllarda narmanlı hanı'nı, boğaz vapurunu, sultanahmet'te bir bizans sarnıcını, ortaköy ve taksim meydanlarını oyun mekanı olarak kullanmıştı, ancak bunlar hep tek defalık uygulamalar olarak kaldılar.
istanbul gibi, en az beş ayında açıkhava gösterileri yapılabilecek bir kentte, neden avignon'da olduğu gibi mevcut tarihi yapıların avluları kullanılmaz. aslında neden; dikmen gürün'ün bütün gayretlerine rağmen iksv yönetimi, bünyesindeki herhangi bir şirketin atıl bir fabrikasını, komşumuz atina festivali'nin peiraios 260 mekanı gibi, kalıcı bir sahne sanatları gösteri merkezine dönüştürmez ?!
işte, anlı şanlı koskaca iksv'nin yapamadığını, büyük şairimizin "yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin" dizelerinden esinlenmişcesine 75'indeki büyük tiyatrocumuz genco erkal yaptı; bir hanı tiyatro mekanına dönüştürdü; kente enfes bir açıkhava tiyatrosu kazandırdı. bence bu, yılın olayıdır!
eminim, istanbul uluslararası tiyatro festivali önümüzdeki sene bu enfes mekanı tepe tepe kullanacaktır; armut piş ağzıma düş misali..
benim avignon'u istanbul'da yaşantılama fantazimi bir kenara bırakıp, geliyim oyuna:
tepemizde yarım ay, bir zaman sonra yıldızlar; martı sesleri, ezan sesleri; ara ara gaz, ara ara balık-ekmek kokuları; eminönü'nde iki katlı kagir bir hanın avlusundayız; ikinci katı sarmaşık sarmış, yerler katman katman kırık beton; revaklı üst kat kemerleri, alaturka kiremitleri kırık saçak..
avlu verevine bölünmüş; küçük köşe sahne, büyük köşe anfi şeklinde tribün. ayrıca üst katın da iki cephesi tek sıralık seyirci koltukları; üst kat başka güzel çünkü aşağı bakınca sahne yukarı bakınca süleymaniye yamacındaki evler, ağaçlar ve gökyüzü gözüküyor..
bir mekan bu kadar mı olduğu gibi güzel bırakılır; bir mekan bu kadar mı güzel kullanılır, sunulur!
genco erkal'ın "bursa cezaevi'nden mektuplar" üst başlığıyla nazım hikmet'ten uyarladığı "yaşamaya dair" adlı müzikli gösteri 80 dakikalık bir şölen.
türkçenin en duygulu şairlerinden nazım hikmet'in, genco erkal'ın hayat katmakta ustası olduğu şiirlerine, enfes sesi ve tiyatral yorumuyla tülay günal'ın söylediği şarkılar katılıyor; fazıl say'dan, zülfi livaneli'den, cem karaca'dan, tarık öcal'dan, edip akbayram'dan, tolga çebi'den, nadir göktürk'ten ve timur selçuk'tan..
genco erkal'ın sesinden nazım dinleyebileceğimiz kayıtlar var da piyasada, insanını içinden bir de; tülay günay bir tiyatro şarkıları albümü yapsa keşke diye geçiyor..
genco erkal'ın mizanseni ali paşa hanı'nı avlusuyla, üst kat revaklarıyla, avluya açılan göz odalarıyla, pencereleriyle, kapılarıyla, hatta demir gergileriyle öyle yaratıcı bir şekilde kullanıyor ki, inanılmaz. inanılmaz değil aslında; karşımızdaki bir tiyatro ustası çünkü.
ayrıca bir masa, sandalye ve bank da eşlik ediyor mekana. bir de, tam ortada, zemindeki toprağı sıkıştırmaya yarayan silindir taş var.
piyanoda, aynı zamanda müzikleri tüyler ürpertici bir sadelikte -ve güzellikte- düzenleyen yiğit özatalay, viyolonselde deniz doğangün eşlik ediyorlar iki usta oyuncuya.
ışık tasarımı yüksel aymaz'a ait. oyun boyuncaki lirik ışık tasarımı müthiş estetik, ali paşa hanı'nı canlandırıyor en küçük detayına kadar.
hele tülay günal'ın "kız çocuğu" şarkısını söylediği pencerenin sarı-yeşil ışığı, günal'ın beden duruşu ve elini cama yapıştırışıyla da birleşince, insanın tüylerini ürpertecek kadar etkileyici.
genco erkal'dan nazım hikmet dinlemek yeter zaten. bir de üzerine tülay günal, enfes müzik düzenlemeleri, müthiş bir ışık ve hele de 18. yüzyıl tarihli ali paşa hanı'nın atmosferi eklenince; "yaşamaya dair" unutulmayacak bir tiyatro anısına dönüşüyor, oyun bitip de dükkan kepenkleri inmiş ıssız sokakta tahtakale yönünde yürümeye başlar başlamaz..
Merhaba
YanıtlaSilSizi tanımıyorum ama inanın bazen denk gelip yazılarınızı okuduğumda şunu sormadan edemiyorum. Tamam bir insanın her konuda fikir üretmeye çalışması , çalışabilmesi gerçekten çok güzel. Biz türk halkında olmayan bir şey bu. Biz genelde fikir üretmeye , bir şeyler yaratabilmeye çalışmayız çünkü bizim bilgimiz olmasa da her konu hakkında fikrimiz vardır. Ama sizin yazılarınızı okuyunca sanki her konu hakkında uzmanmışsınız gibi yazıyorsunuz. Ama bir insan hem müzik hem sinema hem tiyatro hem dans hem mimamri hem aklınıza ne geliyorsa sanatla ilgili , hepsi bakımından uzman olamaz. Bunu sizde çok iyi biliyorsunuz. O nedenle biraz daha ben bu işin uzmanıyım havalarından çıkarsanız bence yazdığınız yazılar daha anlamlı olacaktır.
merhaba adsız,
YanıtlaSilyorumunuz ve eleştiriniz için teşekkür ederim. ancak, yazılarımın hiç bir yerinde "ben bu işin uzmanıyım havası" olduğunu düşünmüyorum.
öyle düşünüyor olsaydım "eleştirmen" olurdum; kendime "sanat eleştirmeni" derdim :))
eğer "denk gelip" değil de, devamlı okumuş olsaydınız yazılarımı, sadece "meraklı bir izleyici olduğumu", "sanatın her türüne meraklı olduğumu" ve "izlediklerim hakkında 'izlenim yazısı' yazıyor olduğumu" defalarca belirttiğimi de okumuş olurdunuz.
kaldı ki, böyle şeyleri belirtmeye de gerek yok!
ben yaşadıklarımı, takip ettiklerimi, tanık olduklarımı ve izlenimlerimi paylaşıyorum sadece.
tarzımdan rahatsız oluyorsanız denk gelmemeye gayret edersiniz, olur biter!
iyi niyetle eleştiriyormuş gibi yapıp da, hakaret etmeye gerek yok!!!
beni tanıyan tanıyor, bilen biliyor! daha da önemlisi; ben yaşadığım her an kendimi bilmeye çalışıyorum..
not:
bu kadar "anlamlı" bir eleştiri yapacaksaydınız, bir zahmet "adsız" kalmasaydınız keşke.
anlamlılık öneren birisine gizlenmek hiç yakışmıyor!
Ama siz aslında şu an hakaret ediyorsunuz ! Tarzınızdan rahatsız oluyorum demedim. Kendi fikrimce her işin uzmanıymışsınız gibi yazdığınızı , bu şekilde olmazsa daha güzel olabileceğini belirtmek istedim. Ben sizi tanımıyorum. En az sizin kadar ilgili olduğum için ilgi duyduğum konularda yazılarınız bazen denk geliyordu ! Okuyordum. Ama burdan anlaşılıyor ki eleştiriye hiç tahammülünüz yok. Yanlışta olsa , eksikte olsa yazılarınızdan çıkardığım sonuç bu. Fikrime saygı duymalısınız öyle değil mi ? Ayrıca tekrar ediyorum neden size hakaret edeyim ki ?
YanıtlaSilBu arada ismim CAN ARPER.
İyi yazılar
aslında bu tür tartışmalara katılmaktan hiç hoşlanmasam da, yazıların neresinde "ben her şeyde uzmanım" havasını bulduğunu sormak isterim sevgili okuyucuya?
YanıtlaSilayrıca yıllar yılı sanatla ilgilenmiş bir insanın uzman olduğunu söylemesini -öyle yapmasa bile, hâlâ- hoş karşılarım. sanatın, bu kadar tanımlanamaz çizgileri olan bir alanın, kendi izlenimleri dahilinde uzmanı olmuştur zaten. kısaca, ben memnunum sevgili danzon.
son olarak, insanlar her şeye, her yere "uzman havasından çıkın" gibi "düşüncelerini" yazmak konusunda bu kadar utanmazken; istedikleri her şeyi düşünmekte, yazmakta serbestken -ki yazar yorumlara onay bile vermemiş, özgürce yorum atabiliyorsun, eleştirebiliyorsun- bir de çıkıp düşüncelerine saygı gösterilmesini bekliyorlar ya, işte buna tahammül edemiyorum. istediğin her şeyi söylemekte, düşünmekte özgürsün ama kimseden saygı bekleme. bunların ikisi çok farklı şeyler!