bugün tiyatro alanında iki hoş şey yaşadım:
1. müthiş yetenekli bir oyuncu seyrettim!
2. müthiş ilginç bir yazar-yönetmen ikilisi tanıdım!
sırayla..
ilki:
iş oyuncuları abdullah cabaluz yönetiminde shakespeare'in "onikinci gece"sini sahneliyor. tam 200 dakika! neyse ki ara var. olmasa da olurdu, çünkü oyunda erkan uyanıksoy diye bir adam oynuyor. kadronun geri kalanının hakkını yemek istemem; hele, birinci yarıdaki tutukluktan sonra ikinci yarıda iyice açıldılar, ısındılar, müthiş keyifli, eğlenceli, komik bir ikinci yarı oldu. ancak erkan uyanıksoy başka bir şey! uyanıksoy soytarı feste'yi oynuyor; arada tuluat da yapıyor; o ne ses, beden, mimik kullanımıdır öyle! gülmekten öldüm, ilk defa seyrettiğim uyanıksoy'a hayran oldum.
oyuna gelirsem;
iş oyuncuları'nın ilk oyunu. sahnede 10 oyuncu ve canlı müzik için 12 müzisyen var. cabaluz işsanat'ın sevimsizce yayvan sahnesini oldukça iyi kullanmış; girişler çıkışlar düzgün; yayvanlığa rağmen dikkat dağılmıyor, oyun mekanı kaybolmuyor.
çok basit ama işlevsel bir sahne tasarımı var; oyunun anafikrini dillendiren kelimenin devasa büyüklükteki harflerinden oluşuyor: LOVE. ilk yarıda çok da anlamlı kullanılamayan harfler ikinci yarıda farklı düzenlemelerle bir çok mekana, objeye dönüşüp verimli hale geliyor.
müzik kullanımı çok başarılı. ışık ve kostüm için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
cabaluz'un "onikinci gece"si shakespeare'i ucuzlatmadan ve ruhunu kaybettirmeden nasıl sahnelenebileceğinin güzel bir örneği.
bu sezon sadece dört kere oynayabilmişler. umarım önümüzdeki sezon devam ederler..
ikincisi:
yeni metin yeni tiyatro festivali'nin son akşamında italyan çağdaş tiyatro ikilisi ricci/forte'nin "macadamia nut brittle" isimli oyununun sahnelenmiş okuma tiyatrosu formatındaki gösterisi ve ardından sanatçılarla söyleşi vardı.
biriken'in yönettiği oyun, haftabaşında iksv salon'da izlediklerim gibi, sahnelenmiş okuma tiyatrosu'ndan öteye geçen, oyuncular arasıra teksti okumasalar, neredeyse bir yapıma dönüşecek fikirler, mizansenler, sahne ve müzik barındıran çıtası yüksek bir işti.
ardından gerçekleşen yaklaşık bir saatlik söyleşide stefano ricci ile gianni forte çarpıcı ve şiirsel bir dille çağımızda tiyatroya, metne, oyuncuya ve seyirciye bakışlarını anlattılar.
geçen hafta shirin neshat kendisini seyirciyle iletişime geçen kişi olarak tanımlamıştı. ricci ile forte de söze aynı yerden başladılar: "tiyatro temsilse biz tiyatro yapmıyoruz, biz bize bakan insanlarla iletişime geçmeye çalışıyoruz" dediler.
seyirci ile oyuncu arasındaki ayrımın kalktığını, her an herkesin rol değiştirecebileceğini, karanlıkta sakince oturup saklanan seyirciyi kabul etmediklerini belirttiler. seyirciye turist rehberi gibi bir şey sunduklarını ve oyunlarında seyircinin kendi yolunu çizmesinin ona kaldığını, her seyircinin kendi kişisel gösterisini oluşturduğunu söylediler.
metin ise onlar için, birlikte çalıştıkları performansçılarla birlikte yazılan bir öğe. öyle ki bazı sahneleri bütünüyle doğaçlama olarak düşünüyorlarmış ve oyuncular her akşam metni değiştirmek, yeniden yaratmak zorundalarmış.
anlattıkları bir örnekte, oyuncular tepelerindeki ışıklarla kontrol ediiyor, bir başlangıç cümlesinden sonra hangi oyuncunun sözü devam ettireceği ve lafın nerelere gideceği bütünüyle doğaçlamayla o anda ortaya çıkıyormuş.
oyunlarının prova süreçleri de oldukça yıpratıcı geçiyormuş; önce kendi, sonra oyuncuların takıntılarını keşfetmeye yöneldikleri bir oyundan bahsettiler.
"macadamia not brittle"ın oluşum sürecinde ise ikisinin de annesi hastanede ölüm döşeğindeymiş ve oyunda "birisi bizden uzaklaştığında, asla bitmeyeceğini zannetiğimiz şey bizden ayrıldığında bizde kalan ne?" sorusunun cevabını aramaya çalışmışlar.
onların ve oyuncularının yaptıkları işin göğüslerini yarıp kalplerini sahneye atmak olduğunu söylediler. ayrıca; hamilelik sürecinin doğumdan daha önemli ve yaratıcı olduğunu; hamilelik sürecinde olasılıkların hala devam ettiğini, ancak doğumdan sonra ise somutlaştığını ve o somut bacaklarla yürümek zorunda kalmak istemediklerini belirttiler. amaçlarının, mimari gibi somutlaşan bir alandan kaçınmaya çalışmak olduğunun altını çizdiler.
oyuncuyla olan ilişkilerini ise şöyle tanımladılar: "oyuncuyu çok sıkışık bir ormana kırmızı boya ile sokuyoruz ve ilerlerken ağaçların üzerine kırmızı boyalar bırakmasına izin veriyoruz ki, çıkış yolunu bulabilsin; bizle çalıştıktan sonra evlerine götürdükleri şey de bu deneyim işte!"
genel olarak tiyatro hakkında da şunları söylediler:
"biz, oyuncular ve seyirci aynı bisikletin üzerindeyiz ve bizler de onlar da biliyoruz ki lastikler patlak! işte tiyatro bu!"
"dördüncü duvarın olmadığını kabul ettikten sonra karakterler ölmüştür, sadece kişiler vardır. bu kişiler kendi özellikleri ile sahnede var olurlar ve seyirciyi de saçlarından tutup içeriye yanlarına çekerler!"
"kimseye gerçek hayatta yaşamadığı şeyleri anlatmıyoruz. bunu sansürsüz, indirimsiz ve belki brutal bir şekilde yapıyoruz, çünkü derdimiz dürüst olmak!"
ricci/forte'nin internet sitesine bakınca insanın ağzının suyu akıyor; ileriki yıllarda bir şekilde kendi yapımlarıyla da istanbul'a konuk olsalar keşke diye düşünmeden edemiyorsunuz.
ricci/forte'nin ruh ikizi olduğunu düşündüğüm koreograf dave st.-pierre için de aynı dilekte bulunarak: büyük bir KEŞKE!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder