müdavimlerinin "sinema günleri" adını daha çok sevdiği istanbul film festivali'nin en keyifli günü hangisidir?
bence kitapçıkların çıktığı cumartesi günü.
sabah erkenden istiklal'in yolu tutulur; çok eskiden cuma günü geç saatte emek'in veya akm'nin önünden şöyle bir geçilirdi, acaba kitapçıklar gişeye akşamdan düşmüş müdür diye; şimdilerde ne emek, ne akm, ne de sürpriz yapıp cuma akşamından çıkan kitapçıklar kaldı.
sabahleyin atlas, beyoğlu, alkazar veya akm gişelerinde de vardır ama kesinlikle emek'e gidilir. eşe dosta da alındığından yanınızda büyükçe bir sırt çantası mutlaka vardır.
çok kıymetli bir şeyleri taşıyormuş hissiyle, beyoğlu'nda bir kafede oyalanılmaz, hemen eve dönülür.
tam kahve saatidir; kahve yapılır, bir kurşunkalem alınır, üçlü koltuğa veya yatağa uzanılır, müzikçalara tercihen bir film müziği albümü yerleştirilir ve kitapçığın kapağı açılıp okunmaya başlanır.
gerçi, eve gelirken kitapçığa gözucuyla şöyle bir bakılmıştır; arada yakalanan bir kaç yönetmen veya film, kalbin ritmini hafiften hızlandırmaya yetmiştir. ama evde sanki ilk defa karşılaşıyormuş gibi sindire sindire, teker teker her film incelenir; yönetmenine, ülkesine, ödüllerine, oyuncularına bakılır.
bütün kitapçık hızlıca bir kere hatmedilir. ardından, bu sefer bütün filmler kabaca bilinerek, tekrar geçilir üzerinden. ikinci seferde bazı favori bölümlerinizin filmlerine daha da dikkatli bakarsınız.
[kaldırılıncaya kadar "sinema ve sanatlar", "bir ülke bir sinema", şimdilerde "mayınlı bölge" ve her daim "uluslararası yarışma" ve "dünya festivallerinden" benim favori bölümlerim olmuştur. 90'lı yıllarda doruk noktasını yaşayan ve her biri kült bir yönetmene adanan "toplu gösteriler" (fellini'ler, fassbinder'ler, jarman'lar, bunuel'ler, tarkovski'ler, bergman'lar) son yıllarda kaldırıldı; bunların yerine potpori tarzında sinema tarihi derlemeleri yapılıyor.]
eskiden; kitapçıkta filmin türkçe altyazılı olup olmadığı kontrol edilerek, filmin festivalden sonra vizyona gireceği tespit edilir, o filmler seçilmezdi; nasıl olsa izleme şansı olacak diye.
şimdilerde bütün filmler için "türkçe altyazılı" ibaresi kullanıldığı için ayrım yapmak imkansızlaştı.
eskiden, bu kadar çok yönetmen tanımazken; teker teker bütün filmlerin konusu okunurdu.
hoş, festival filminde illa da konunun gidişatına takılmayabilirdiniz, ancak seçtiğiniz bir filmin konusunun kitapçıkta sonuna kadar anlatıldığı filmler de çıkmaz değildi; seyrederken siz daha fazla olay bekleyerek hüsrana uğrardınız.
ya da bazı filmler kitapçıkta o kadar abartılı tarif edilirdi ki, yazılanlar ile alakası olmazdı perdede oynayanın. acemi festivalmeraklıları hala bu reklamcı taktiğine kanarlar; hoş, ali sönmez iksv'den ayrıldığından beri film özetlerinin ayağı daha bir yere basar oldu.
hiç bir yorgunluk hissi duymadan, gözünüz yorulmadan, aç bilaç filmden filme, sinemadan sinemaya koşuşturmadan, nisan yağmurlarından etkilenmeden, kışın soğuğunu barındıran küf kokulu (özellikle "dünya") sinemalarda, rahatsız koltuklarda (hala "atlas") uzun uzun oturmak zorunda kalmadan; o cumartesi günü bütün filmleri keyif getiren yarenlik misali "hayalinizde", istediğiniz gibi seyredersiniz; bütün filmler ulaşılabilir, seyredilebilirdir; bütün filmler sizindir! hayatta bundan keyiflisi yoktur! hayalkırıklığı da yoktur; sadece beklentiler ve heyecanlar vardır.
akşama doğru karnınız biraz ağrımaya başlar; çünkü kitapçıkta kenarına işaret koyduğunuz bir dolu filmi çizelgeye yerleştirdikçe, hüsran içinde istediklerinizin hepsine gidemeyeceğinizi fark edersiniz; ya filmler çok ters gün ve saatlerde oynuyordur, ya da siizn listenizde bir sürü çakışma vardır.
öğrencilik zamanında nisanın ilk haftasına denk gelen vizelerle, iş hayatında haftaiçinde "hiç bir şekilde kaytarılamayacak" gün ve saatlerle çakışan filmler hayallerinizi altüst etmeye devam eder.
o kadar ki; çok istediğiniz bir filmin seanslarını "size göre" ters bir gün ve saate koyan festival programcısına küfür etmeye kadar vardırabilirsiniz durumu.
ama her şeye rağmen; meraktan öldüğünüz ve "asla" vazgeçemeyeceğiniz bazıları için hayatınızda olağanüstü ayarlamalar yapıp; öğrencilikte iki ders/sınav arası, iş hayatında "long weekend" esinli "uzun öğlen yemeği paydosu" gibi formüller icat ederek, ne yapıp edip listenize sokarsınız o filmleri.
[ben öğrenciliğini de, iş hayatını da istiklal'e 10 dakika mesafede geçiren "şanslı" istanbullulardan biri olarak bu formülleri her yıl uygulamaktayım.]
cumartesi gecesi o yılki programınızı kaba taslak oluşturmuş olmanın gönül rahatlığıyla yatarsınız.
pazar günü, programa tekrar bakılacak, içe sinmeyen durumlar düzeltilmeye çalışılacak, liste revize edilecektir. aslında bu revize işini, bilet satışlarının başlayacağı bir sonraki cumartesi gününe kadar devam ettirirsiniz; kimbilir kaç defa, kaç filmin sineması, günü, seansı değişir.
özellikle, başta fark etmediğiniz film süreleri değişiklik yapmanıza neden olan başat etkendir; 21.30 seansına koyduğunuz 2.5-3 saatlik bir filmi hem güya bir dünya metropolü olan istanbul'da gece geç saatte eve dönmenin zorluğundan hem de 3-4 film seyrettikten sonra göz yorgunluğuyla uyuma riskinden dolayı bir gündüz seansı ile değiştirmeye çalışırsınız; o seans için seçtiğiniz filme de başka bir yer bulayım derken çizelgeniz yeniden çorba olur; işin içinden çıkmak -bir süreliğine de olsa- zorlaşır. ama bu da bir keyiftir!
bir hafta zarfında, fikrine değer verdiğiniz eleştirmenlerin gazetelerde öneri listeleri de çıkmıştır; kendi listenizi onlarınkiyle karşılaştırıp, tekrar gözden geçirirsiniz; bu da bir değişiklik gerektirebilir.
...
işte her yıl bir kere yaşanan o cumartesilerden biri bugün.
belki artık 15-20 yıl önceki kadar masum ve saf değilsiniz; hayata daha açık ve sorgulayan gözlerle bakıyorsunuz; dolayısıyla bu cumartesinizi öyle sadece kitapçık keyfiyle geçiremeyecek kadar "dolu"sunuz.
günlük hayatın hengamesinde sığınabileceğiniz bir liman gibi olan festival kitapçığı (ve vaat ettiği sanat dolu filmler) olmasa; zorluklara katlanmak, üstesinden gelmek ve cehaletle baş etmek için ihtiyacınız olan enerjiyi başka nereden toplayabilirdiniz!
herkese film kitapçığı ile haşır neşir bir hafta diliyorum...
Çok güzel hatırlatmışsınız/anlatmışsınız. Geri döndüm o güzel günlerime.
YanıtlaSilFilm listesini nasıl hevesle hazırladığımı hatırladım. İlk film için Beyoğlu’na, diğer film için Kadıköy’e, sonra tekrar Beyoğlu’na dönmek gerekeceğini hiç umursamazdım. Çok yorucu ama çok güzel zamanlardı. Hayatımın en keyifli kesintili uykusunu gece yarısı sinemasında yaşadığımı da itiraf etmeliyim. Yanlış biletle başka filme girdiğim de oldu, hiç sevmediğim filmler de, sonrasında defalarca izlediklerim de.
İş hayatımın ilk yıllarında film festivali zamanı yıllık iznimden kullanırdım. Zaten Nisan benim işimde yoğun bir ay hiç olmadı, şanslıydım. Ama sonraları takip etmeyi bıraktım festivali. Mazeret gibi görünecek ama ara olmamasını bünyem kaldıramadı. Şimdi bir süredir tekrar ısınma turlarındayım. Belki eskisi kadar yoğun olmasa da bir ucundan tutacağım festivalin. Emek Sineması ve festivalin maskotu mavi boncuklu koyunu hatırlayarak Kaktüs’de günün ikinci filmini bekleyeceğim.
Kitapçık konusunda da epey gerginim. Bir haftadır gözüm kuryede, kitapçığı getirmesini bekliyorum. Hâlâ gelmedi:) Umarım festival başlamadan elime ulaşır.
İyi seyirler,
Gülda