amerikan sineması bunu yapmayı çok seviyor: sağ gösterip sol vurmayı!
aykırı, protest bir bakışla başlayıp konvansiyonel, babaannemin nasihatleri tadında bitirmeyi.
bu yılın övüle övüle şişirilmiş filmi "up in the air" (aklı havada) da aynen bu minvalde seyrediyor. hayattaki gri tonları yakalamak varken (-ki ilk yarım saat bu anlamda çok vaatkar), siyah-beyaz keskinliğine varan bir film "up in the air".
yönetmen ve senarist jason reitman'in filmin sonunu baştan bildiğini/tasarladığını, yani o sona ulaşmak için başlangıcı araç olarak kullandığını düşündüğümde, "up in the air" çapsızlığı yanında had safhada samimiyetsiz de geliyor bana.
çapsızlıktan kastım: yalnızlığın karşısına evli olmayı yerleştirmiş olması, insanlara hayatta yalnız kalmak istemiyorsanız evlenin mesajı vermesi, hayatta karşılaşılan güçlüklerle ancak evli-çocuklu olunduğunda başedilebileceğini savunması.
gelelim clooney'e:
herkesin ayılıp bayıldığı, yerlere göklere koyamadığı george clooney, hep aynı rolü oynamaktan bıkmadı mı acaba? aynı bakışlar, aynı gülümseme, üzerinde aynı beyaz gömlek-kravat-ceket kombinasyonu, aynı kırlaşmış saçlar, aynı yürüyüş.
bruce willis bile bir aralar, üzerine yapışmış "yamuk ağızla sırıtan action-man" etiketinden kurtulmak için ilginç rollere cesaret etmişti. george clooney ise yakışıklı bir janti olarak her filminde sadece tatlı tatlı gülümsüyor, başka bir şey yaptığı yok.
"up in the air"in esas artıları iki yardımcı kadın oyuncusu: vera farmiga ve anna kendrick.
kendrick hırslı, stresli, sevimsiz kız'da daha bildik, kolay ve dışa dönük bir portre çiziyor. vera farmiga ise olgun, ne istediğini bilen, görmüş geçirmiş ve hafiften esrarengiz kadın'da çok hoş nüanslarla, içten oyunuyor.
son söz de bizimkilere:
bizim film ithalatçı/dağıtımcılarının filmlere türkçe ad bulmada ne kadar "yaratıcı" olduklarını bilirdik de, herhalde bu sefer saçmalama konusunda doruklardan birini yaşıyoruz. "aklı havada" olmak ile "up in the air"in ne alakası var, anlayan beri gelsin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder