insan ilişkilerini iyi bilen bir yazar, usta bir yönetmen, iki muhteşem oyuncu biraraya gelirse, ortaya, beraber gittiğim arkadaşımın da dediği gibi, 2.5 saatin nasıl geçtiğinin anlaşılmadığı keyifli bir tiyatro gösterisi çıkıyor.
yazar: willy russel, yönetmen: ışıl kasapoğlu, oyuncular: çetin tekindor ve tülay günal.
oyun: "rita'nın şarkısı".
willy russel'ı hem istanbul'da hem de londra'da seyrettiğim "shirley valentine" ve "blood brothers/kan kardeşleri" oyunlarından, ışıl kasapoğlu'nu 1988 yılından beri takip ettiğim ve sayısını hatırlamadığım kadar çok, birbirinden etkileyici rejilerinden biliyorum.
çetin tekindor'u ise tanıtmaya gerek yok; yine de -çocukluğumun en etkileyici tiyatro sanatçılarından- ayten gökçer ile birlikte oynadığı "yedi kocalı hürmüz", "tarla kuşuydu juliet", "kim korkar hain kurttan" oyunlarındaki performanslarının hala hatırımda olduğunu söylemeliyim.
gelelim beni "rita'nın şarkısı"na çeken esas ögeye: tülay günal'a.
yıllar önce, onu "çimenser" soyadıyla seyrettiğim genco erkal'lı "simyacı", ışıl kasapoğlu'nun muhteşem shakespeare yorumlarından diyarbakır devlet tiyatrosu yapımı "onikinci gece" ve çetin tekindor'lu yücel erten rejisi brecht'in "mutlu son" oyunlarında hayran olmuştum. son yıllarda ise haluk bilginer ile "jeanne darc'ın öteki ölümü" ve dot'un "böcek" ve "vur/yağmala/yeniden"inde beni kendisine hayran bırakmaya devam etti.
"rita'nın şarkısı", "my fair lady"nin ana izleğini, alt tabakadan bir kadını eğiten üst tabakadan erkek öğretmen hikayesini, kullanan ancak bunu ele aldığı kişilere daha insancıl ve daha sahici yaklaşarak anlatan bir oyun.
ışıl kasapoğlu "rita'nın şarkısı"nı sanki hiç bir yorumu yokmuş gibi kendini geriye çekerek, ancak belli ki oyunun en önemli artısı olan "doğallığın" yaratılması sağlayarak yönetmiş. örneğin bütün ilk bölüm boyunca frank ile rita'nın dostlukları/ilişkileri geliştikçe her türlü yiyeceği (fındık, çikolata, sandwiç, elma) birbirlerinin ısırdıkları yerden ısıracak kadar "paylaşarak" yemeleri, aynı bardaktan içki içmeleri aralarında kurulan samimiyetin boyutunu ve birbirine -bir anlamda- "muhtaç olma halini" anlatmak açısından ne kadar başarılıysa, ikinci bölümdeki koreografisi çok iyi hazırlanmış fiziksel yakınlaşma ve itişme sahneleri de ilişkinin evrildiği durumu ortaya koymak açısından o kadar başarılı.
rita'nın şarkısını söylediği sahne ise -kitchliğin sınırında da olsa- göz yaşartacak kadar şiirsel.
adana devlet tiyatrosu yapımı olan "rita'nın şarkısı"ndan geçen sezon haberdar olduğumda adanalıları oldukça kıskanmıştım. istanbul'da yeterince cezbedici gösteri yok mu, aklın dışardakilerde diye kendi kendime kızmıştım da.
bu akşam, kıskancımda ne kadar haklı olduğumu gördüm; "rita'nın şarkısı" -müziği hariç- her açıdan çok doyurucu, özellikle mükemmel oyunculuklarla taçlanan, usta işi bir tiyatro deneyimi.
adana tiyatrosu yapımı bu oyun kasım ayında üç hafta boyunca istanbul'da -çok sevimsiz de olsa, hiç yoktan iyidir dedirten- cevahir alışveriş merkezi'ndeki devlet tiyatrosu sahnesinde.
[yanılmıyorsam "rita'nın şarkısı" daha önce istanbul'da sahnelenmiş olmalı.
meraklıları, michael caine ve julie walters'ın oynadığı 1983 yılı yapımı, bol ödüllü sinema uyarlaması "educating rita"yı, türkiye'de o zamanlar furya halinde olan beta video kasetlerden seyretmiş olmalılar.]
birinci bölümdeki yiyeceklerin paylaşılması, ikinci bölümde paylaşılamaması ile birinci bölümde ritanın tetiklediği temasların ikinci bölümde Frank tarafından tetiklenmesi... ve benzeri bir çok konu ters yüz edilmiş gibi hatırlıyorum.
YanıtlaSilrita'nın kıyafetlerinin parlak renklerden daha mat renklere dönüşü, çantaların değişimi.... hatırımda kalan diğer ayrıntılar.
ayrıca, sanki iki karakter bir zaman farkıyla aynı kişiyi oynuyor gibi ya da aynı sürecin farklı parçaları iki karakter tarafından aynı anda oynanıyor gibi de düşündüm bir ara... yaşadığı hayattan çıkış arayan bir kadın, çıkışı eğitimle yakalayan kadın, eğitimli olunca kodlanmış, özgürleşememiş olduğunu düşünen ve kendine dönüş, saflık arayan bir adam..
bununla birlikte; arayış içinde olmanın süreklilik arz eden bir devinim olduğunu, hangi seviyede olunursa olunsun var olanın tüketilebileceğini (aynı anda) oynayan iki karakter de sayılabilirler...
bir de, frank'in ritaya "senin etrafının da bir kültürü var" deyişi ile aklıma "iki dil bir bavul" filminin geldiğini paylaşmak isterim (film için yapılan bir bir eleştiriden); kürt köyüne giden emre öğretmenin gördükleri ile ilgili olarak annesine yaptığı ilk yorum: "hiçbirşey yok burada".
iki dil bir bavul üzerine yazılmış o güzel yazıyı da bu vesile ile paylaşmak isterim: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=962200&Date=11.11.2009&CategoryID=42