herkesin olacağını bildiği fakat hiçbir şey yapmadığı/yapamadığı/yapmak istemediği/yapmamayı tercih ettiği bir cinayet ve bu cinayete neden olan evlenen kızın bakire çıkmama durumu.
2009 yılının türkiye’sinde “kırmızı pazartesi”nin oyunlaştırılarak sahnelendiğini öğrendiğinizde ne düşünürsünüz? bu ülkenin vazgeçilmez gündemlerinden bir-ikisine dokunacak ve hatta dahil olacak demektir değil mi! yoksa neden “kırmızı pazartesi”? neden şimdi?
oyun öncesi elinize geçen broşürde romanı oyunlaştıran ve sahneye koyan kişinin hrant dink’ten ve töre cinayetlerinden bahsettiğini okuduğunuzda ise doğru oyuna geldiğinize eminsinizdir artık. iki sayfalık söyleşide rejisör ülkenin ruhsal, toplumsal, sosyal iklimine dair o kadar isabetli tespitler ve yorumlar yapmaktadır ki!
ancak ve maalesef yanılmışsınızdır. rejisör macit koper’in ne samimiyetinden ne de dünya görüşünden kuşkunuz vardır ama iki saat boyunca sahnede gerçekleşenler idealize ettiğiniz şeyler olmaktan uzaktır! bu durum ancak macit koper’in basiretinin bağlanmış olmasıyla açıklanabilir, başka bir şeyle değil!
özenle hazırlanmış ama gerçeküstü bir dekorda (barış dinçel), gerçekçi ama özensiz kıyafetlerle (nihal kaplangı), “hable con ella”nın film müziklerinden piazzolla tangolarına satie’den bach’ın partitalarına uzanan bir müzik seçimiyle (maalesef ne hangi müziklerin kullanıldığı ne de müzik seçimini kimin yaptığı belirtilmiş), her türlü oyun tarzının birbirine karıştırıldığı fazlasıyla eklektik bir sahne olayı var karşımızda.
artık izlerken aklınıza ne hrant dink gelir, ne de töre cinayetleri! olayın en basit örgüsüne kaptırır gidersiniz kendinizi; o da, yukarda kısaca betimleme çalıştığım hengamede kaptırabilirseniz!
bir yerde anlatıcı bize dönüp “herkesin bildiği ama engellemek için bir şey yapmadığı başka bir cinayet biliyor musunuz” diye sorar. başka bir yerde de cinayete kurban gidecek kişi için üstüne basa basa “erkek güvercin” benzetmesi yapılır. hrant dink hassasiyeti "bu mudur"?
töre cinayetleri eleştirisi ise; cinayeti işleyen kardeşlerden birinin nişanlısına söyletilen “namusunu korumayana erkek demem ben” gibilerinden bir replikte asılı kalır.
sonlara doğru bir de papaz figürü çıkarılır sahneye, tuz biber eker her şeye. olay güney amerika’da geçmiyor mudur? bu, bizans’tan fırlamış ortodoks papazın burada ne işi vardır. bir de üstüne üstlük, neden “kırıtarak” yorumlanmaktadır!
şehir tiyatroları bu sezon, “maskeliler”den sonra bir kere daha hedefi ıskaladı. halbuki doğru yere nişan alınmıştı!
oyun seçimleri 10 puan, rejiler 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder