kasım ortasındaki dört günlük madrid seyahatimde üç gösteri sanatları binasını ziyaret etme inkanım oldu; biri konser salonu, ikincisi tiyatro/dans gösteri için üç salonlu bir merkez ve üçüncüsü şehrin tarihi opera binası.
josé maría garcía de paredes'in tasarladığı ve 1988'de açılan ulusal müzik oditoryumu (auditorio nacional de música) adındaki konser salonu'nu bir pazar sabahında sezon konseri için ziyaret ettim; eskiden istanbul devlet senfoni orkestrası da cumartesi sabahlarında atatürk kültür merkezi büyük salon'da sezon konserleri verirdi.
bina, metrodan hemen çıkınca yanımda duruyordu. ön cephesini bulmak için bina boyunca ilerleyince girişine ulaştım. dışından bakıldığında bende bıraktığı ilk izlenim, postmodern bir sevimsizlik örneği olduğuydu. önündeki meydan ve altına yerleştirilmiş kapalı otoparktan dolayı yükseltilmiş park da pek sevimsiz ve soğuktu duruyorlar ve yaşamıyorlardı.
ancak içeri girip fuayesini deneyimlemeye başlayınca ilk izlenimim yumuşadı. fuaye net ve düz çizgileriyle biraz asık suratlı gibi gözükse de, geniş bir iç hacmin/boşluğun farklı bir sürü kotla ve merdivenle sarılması sonucunda ziyaretçiye sunduğu yaşantı ve en önemlisi bu yaşantıda gösteri sanatları binalarındaki seyretme ve seyredilme deneyiminin ön planda olması hoşuma gitti.
fuayedeyken bu seyretme-seyredilme yaşantısının yanı sıra, hangi yöne bakarsanız bakın dış mekanı algılayabiliyor olmanız da önemli. binanın öyle kayda değer, seyretmesi keyifli bir çevresi olmasa da, ondan izole olmayacak şekilde tasarlanmış olması bence ciddi bir artı puan.
oditoryuma girince ise bina bende ilk anda bıraktığı kötü izlenimi iyice yok etti ve kendini bana sevdirdi. bunda iki etken rol oynadı; ilki oditoryumun sıcak renklerle ve biraz da loş ışıklandırmasıydı. diğeri ise, konser başladığında fark ettiğim üzere avrupa'da şimdiye kadar rastladığım en iyi akustiğe sahip örneklerden biri oluşuydu.
oditoryum, binanın içine yerleştiği ince-uzun boyutlardaki arsadan dolayı (iyi ki) mecburen ayakkabı kutusu hacminde tasarlanmış, ancak planimetrik olarak seyircilerin bir kısmı yanlara ve orkestra podyumunun arkasına konumlandırılarak teraslanmış tipin izlerini de taşıması sağlanmış.
oditoryum ahşap tavanıyla hem akustik hem de görsel açıdan adeta bir çalgı (dev bir viyolonselin, hatta belki bir kontrabasın içindeymiş) gibi hissettiren; 2320 kişilik ama sanki bir oda müziği salonundaymış samimiliğini barındırıyor.
ilginç bir detay: oditoryumun iç zemini bütünüyle ahşap, fuayenin zemini ise mermer, çift cidarlı kapıların zemini ise halı. mermer ve ahşap anlaşılıyor ama aradaki halı neden? okuldan hoca bir arkadaşım oditoryuma girenlerin ayakkabı altlarının temizlenmesi için diye yorumladı, bense oditoryuma girenlerin ayak seslerini kontrol etmek, söndürmek için olabileceğini düşünüyorum.
.
madrid'deki teatro real, yani kraliyet tiyatrosu (operası) ispanya'nın en prestijli iki opera kurumundan birine ev sahipliği yapan opera evi, 1850'de açıldığından beri birkaç kez yeniden modellenmiş, farklı amaçlar için kullanılmış ve zaman zaman kapatılmış. ana salonu 1746 kişi kapasiteli opera evi 1993'te kapsamlı bir yenileme ve düzenlemeden geçmesinin ardından 1997'de açılmış. 1993-97 projesini tasarlayan ve uygulayan mimar francisco rodríguez de partearroyo.
opera adındaki metro istasyonundan çıktığınızda, ya da madrid'in "taksim meydanı" puerta del sol'den gelen yaya aksından yürüyerek yaklaştığınızda binanın arkasıyla karşılaşıyorsunuz, ama bu cephe önü gibi de duruyor, çünkü önünde azımsanmayacak büyüklükte bir meydan, meydana bakan kafeler ve meydanın ortasında bir heykel var.
binanın ön cephesi ve girişi ise diğer tarafta, kraliyet sarayı'na bakıyor. yani binanın uzun tarafını bütünüyle kat edip diğer tarafa yürümelisiniz ki, girişe ulaşabileseniz.
binanın fuayesi küçük bir arenaya benzeyen bir boşluğun etrafında kat kat yükseliyor. en pahalı biletle giren de, en üst kotta oturan da bu orta mekanda birbirini seyrediyor. örneğin paris'teki palais garnier'de olduğu gibi fuayeye hakim olan tek bir merdiven yok, ama yandaki merdivenler kendi içlerinde etkileyici deneyimler sunuyorlar.
üst kotlara çıktıkça fuaye boşluğunun arenamsı etkisi barizleşiyor. fuayenin tavanı da, arena hissini devam ettirir şekilde elips şeklinde tasarlanmış.
fuayenin üst kotlarındaki girinti çıkıntılara küçük sergi mekanları tasarlanmış; bazılarına girilebiliyor, bazıları kapalı. arenamsı boşluğu tanımlayan üst kat fuayesinde ise çepçevre dolaşabiliyorsunuz. buraya benim ziyaret ettiğim dönmede puccini ile ilgili bir sergi yerleştirilmişti.
oditoryuma girdiğimde ise, ilk dikkatimi çeken şey tavanının renksiz ve resimsiz oluşuydu. bu tür geleneksel opera evlerinde genellikle oditoryumların tavanları aşırı süslüdür, sanatın kaynağı tanrıçalar, tanrılar ve ilham perileri tavanda uçuşurlar, dans edip şarkı söylerler.
tavan zaman içinde büyük ihtimalle tahrip oldu, yeniden yapmak yerine bu süssüz haliyle bırakmayı tercih etmiş olmalılar. ama tavanı ilginç ve etkileyici bir etki bırakan bir tasarımla, gösteri başlamadan hemen önce ışıklar kararmaya yakın yansıtılan bir gökyüzü projeksiyonuyla zenginleştirmişler.
oditoryumdaki, genellikle "paradis" (cennet) adı verilen en üst kottaki oturma alanlarından iki yanda kalanları, "gerçek" operaseverler için; yani gösteriyle dikkatlerini dağıtmayan, önlerindeki partisyonlarla müziği takip ederek icraya ve yoruma odaklananlar.
fuayede ispanyol opera sanatının en ünlü ve en nitelikli şan sanatçılarından soprano victoria de los angeles'e ayrılmış küçük bir vitrine bir dünya sığdırılmış. az ama öz sergide sopranonun mektupları, kişisel eşyaları, fotoğrafları, canlandırdığı rollerde kullandığı objeler meraklılarına sunuluyor.
.
madrid'de gerek çevresiyle ilişki, gerekse de kullanıcısına iç mekanda sunduğu deneyim açısından mesafeli, hijyenik, soğuk, yaşamayan, ruhsuz bir gösteri sanatları merkezi ziyaret ettim; juan navarro baldeweg'in tasarladığı teatros del canal.
fuayesiyle, cephe verdiği caddenin karşısındaki park ile bile doğru dürüst ilişki kurmayan, malzeme seçiminden dolayı alışveriş merkezini veya ofisi andıran, ne kütlesiyle ne iç mekanının yaşantısıyla davetkar olmayan bir bina burası.
yerleşkenin içinde üç farklı gösteri salonu var; her birinin sahne tipi farklı; renkle de birbirlerinden ayrıştırılmışlar. sahne boyutları ve seyirci kapasitesi en büyük olanı çerçeve sahne ve fan oditoryum tipinde ve kırmızı renkte, orta boy olanı açık sahne tipinde ve yeşil renkte, küçük boy olanı hacim sahne tipinde ve siyah renkte.
ancak yerleşkenin içinde üç farklı gösteri salonu olduğunu ve bunların harıl harıl kullanıldığını ne önünden geçerken, ne içinde dolaşırken anlıyorsunuz; insanı kaybettiren, insan ölçeğini silen bir tasarım.
büyük bir yapı adasının köşesinde bulunan arsaya sadece önündeki kesişen caddelerden girilebiliyor. sahneler ve önlerinde sürekli devam eden fuaye caddelerden daha geniş olanına bakan uzun cephe boyunca yerleştirilmişler. cephe boyunca girinti çıkıntılarla, adeta geniş bir dalga çizgisi gibi hareketlendirmiş bu fuaye cephesi, malzeme kullanımı ve sağırlık-şeffaflık dengesizliği nedenleriyle ziyaretçide ya da önünden geçenlerde ilgi veya merak uyandıracak bir etki yaratmıyor. devasa boyutlarından dolayı fuayede hareket edenler dışarıdan gözükmüyor. sanki bir ofis yapısına bakıyormuş gibisiniz. sanatçı/kulis girişi de seyirci/fuaye girişiyle aynı taraftan verilmiş, ama en kenardan.
teatros del canal'ın gündüz ve gece fotoğraflarını önceden planlayarak aynı açılardan çekmedim. buraya iki ayrı günde, biri akşam diğeri gündüz 16:00'da başlayıp 23:00'e kadar süren iki gösteri seyretmeye gittim. fotoğrafları tesadüfen aynı açılardan çektiğimi, istanbul'a dönüp de fotoğraflara baktığımda fark ettim.
sinema/gösteri binaları için koltuk üreten, ispanyolların ünlü markası figueras buranın büyük salonu için özel tasarım koltuklar üretmiş. almodovar filmlerinden fırlamış gibi olan bu koltuklar ilk anda renkleri ve formlarıyla göz alıcı duruyorlar, oturması da rahatlar. ama biraz dikkatli bakınca, bu göz alıcı ve hafifmiş gibi olan görüntünün oldukça kaba (siyah rengiyle gizlenmiş) bir altlıkla ayakta tutulduğu fark ediliyor.