9 Mayıs 2024 Perşembe

fas günlükleri 3: fes - tabakhaneler

sidi moussa tabakhanesi

chouara tabakhanesi

fes'te sur duvarlarının içinde, yani medina'da nefes alınabilecek kentsel boşluklardan (yani meydanlardan) söz etmek mümkün değil. medina'nın içinde mekansal olarak büyük kamusal boşluklardan söz edeceksek, fes'in en ünlü mekanlarından da bahsediyoruz demektir: tabakhaneler. ama tabii bunlar öyle pek "nefes almalık" mekanlar değiller, tam tersine nefesinizi tutmanız gerekiyor. özellikle derilerin temizlenmesi için kullanılmak üzere depolanan güvercin pisliğinin kokusu dayanılabilecek gibi değil. ama tabii bir fas atasözünde -sanırım kelimelerle de oynanarak- dendiği gibi "dar dbagh dar dhab" (tabakhane bir altın madenidir).

fes'teki tabakhanelerden ilk defa yıllar yıllar önce izzet keribar'ın fotoğraflarıyla haberdar olmuştum. keribar'ın fotoğraflarında çanakların içlerinin rengarenk olduğunu hatırlıyorum. 

 




tabakhanelerden en ünlü ve en büyük olanını, derenin hemen kıyısına konumlanan chouara tabakhanesini görmek için, etrafını sarmış olan ve buraya bakan deri dükkanlarının içinden en üst kottaki teraslarına çıkıyorsunuz. dükkan çalışanları size tabakhaneleri görmenin ücretsiz olduğunu söyleseler de, kapıda elinize bir tutam nane tutuşturup sizi üst kottaki terasa kadar eşil ettikleri ve tabakhaneler hakkında kabaca bir şeyler anlattıkları için, dükkandan alışveriş etmeyecekseniz, onlara en azından gönlünüzden kopacak bir bahşişi vermenizi bekliyorlar.




dereden uzak, kentin içine doğru olanı sidi moussa tabakhanesi bence etrafını saran yapılarla diğerinden daha etkileyici. nasıl ki her bir çanak, deriler için onların etraflarını saran, kenarları yükselen bir kap, burada derilerin kurutulması için kurulmuş ahşap strüktürler ve onlardan da yükselen kentteki diğer yapılar da bu tabakhane için bir çanak; yani, kent dokusunun içine açılmış adeta devasa bir çanak gibi burası. bu nedenle de hem koku daha yoğun hem de görsellik.
ama buraya tek bir dükkanın içinden girilebiliyor ve bahşişten çok kişi başına tatmin edici bir ücret ödemeniz bekleniyor, verdiğiniz beğenilmeyip daha fazlası isteniyor.



09 MAYIS


1958 başrollerini james stewart ve kim novak'ın paylaştığı, alfred hitchcock'un gerilim filmi vertigo'nun ilk gösterimi san francisco'da yapılmış


2006 istinye atçılık tesisleri'nde özel olarak bu gösteri için kurulan çadırda bartabas'ın zingaro at tiyatrosu ile sahnelediği battuta adlı gösteriyi seyrettim



8 Mayıs 2024 Çarşamba

08 MAYIS



1835 hans christian andersen'in masalları'nın birinci bölümü c. a. reitzel tarafından kopenhag, danimarka'da yayınlanmış

1994 mitsuko uchida'yı ilk defa canlı dinledim; konser hamburg'da laeiszhalle'deydi, brahms'ın bir numaralı piyano konçertosunu çaldı

2014 kieslowki filmlerine bestelediği müziklerle gönlümü fetheden zbigniew preisner istanbul'da ilk defa konser verdi, lisa gerard konuk sanatçıydı, konser maalesef istanbul kongre merkezi'ndeydi





7 Mayıs 2024 Salı

euripides laskaridis'in yeni cevahiri: lapis lazuli

beklerken 
(onassis stegi, atina, 21 nisan 2024, © mehmet kerem özel)

2019 Kasım’ında Euripides Laskaridis’in Elenit adlı gösterisinin dünya prömiyerini tesadüf eseri seyretmiştim; Dimitris Papaioannou’nun The Great Tamer turnesinin son gösterimleri için Atina’daydım, bir akşamım boştu, Onassis Stegi’deki Elenit’e bir şans verdim, pişman olmadım. Elenit’ten keyif aldım, güldüm eğlendim, özellikle Laskaridis’in bizzat canlandırdığı Marie Antoinette ile Madonna karşımı grotesk ve gülünç karaktere hayran kaldım. O zaman buraya gösteri ile ilgili bir izlenim yazısı yazmıştım.

Laskaridis 2022 Kasım’ında Elenit’in sonuncusu olduğu üçlemesinin ikinci halkası Titanlar ile İstanbul Tiyatro Festivali’ne konuk oldu. Kendisinin buluşma teklifi ile, İstanbul’a vardığı yağmurlu akşamda, ayağının tozuyla Mecidiyeköy’den metroyla Tepebaşı’na yolu eliyle koymuş gibi bularak geldiği Fıccın’da Ayşe Draz ve arkadaşım Emre ile birlikte yemek yedik ve tanışmış olduk. 
İki kişilik Titanlar’ı, on kişi kadrolu Elenit’ten sade ama yoğun ve etkili buldum, ve üçlemenin ilk ve genel olarak en çok beğenilen halkası, Laskaridis’in tek başın sahnede olduğu Relic’in peşine düştüm. Laskaridis ara ara bana nereye turne yapacağının haberini verdi, ama 2022-23 sezonunda kendime Relic’i ne Madrid’de ne de Paris’te seyretme şansı yaratabildim.

2023 yazında Avignon’da Boulbon taş madenindeki tribünlerde Ayşe Draz ile oturmuş Philippe Quesne’nin Le jardin des délices gösterisinin başlamasını beklerken, elinde bileti koltuğunu arayan Laskaridis’i gördük, sarıldık; Onassis Stegi’nin organizasyonuyla genç Yunan sanatçılarla birlikte bir haftalığına Festival’e gelmiş. İlerleyen akşamlardan birinde, festival barı Mahabharata’da, aralarında bulunduğu Yunan ekipten bir süreliğine ayrılıp bizim, Türkiyeli ekibin, Ayşe ile birlikte oraya dört günlüğüne oyun seyretmeye geldiğimiz Özlem Hemiş ve Aylin Alıveren’in yanına geldi, sohbet ettik; 2024’ün Bahar’ında yeni işinin prömiyerinde Atina’da buluşmak dileğiyle sözleşip ayrıldık.

2024’ün Nisan ayının sonlarında, Papaioannou’nun son yapıtı INK’in 1.5 yıllık dünya turnesi ardındanki son Atina gösterimleri ile Laskaridis’in yeni yapıtı Lapis Lazuli’nin prömiyer gösterimleri, 2019 Kasım’ında olduğu gibi yine çakıştı ve biz Avignon ekibi, bir eksikle (Ayşe Draz’sız), ama yanımıza bu sefer arkadaşım Emre'yi, koreograf/dans sanatçısı Gizem Bilgen’i ve tiyatro yazarı/yönetmeni/oyuncusu Murat Mahmutyazıcıoğlu’nu katarak, 23 Nisan tatilini fırsat bilip Atina yollarına düştük. 

Laskaridis Lapis Lazuli ile, Titanlar ve Elenit’ten daha çılgın, daha serbest, kendisinin esinlenmeleri gibi seyirciye çağrıştırdıkları da bol olan bir gösteri yaratmış. 
Gösteri sonrasında Laskaridis’i bizzat tebrik etmek için çıkmasını beklediğimizden dolayı, oldukça geç bir saatte de olsa oturduğumuz Koukaki semtinin barlarından birinde, müthiş yüksek enerjili ve keyifli garson kızın getirdiği biralar ve margaritalar eşliğinde kendi aramızda Lapis Lazuli’yi konuşurken; siyah-beyaz sessiz sinema estetiğinden 70’lerin Cüneyt Arkın filmlerine (ki o filmler gibi büyük ihtimalle benzerlerinin çekildiği Yunan filmlerinin de etkilendiği B-tipi sinema örneklerine), Japon ve Çin geleneksel tiyatrolarından Robert Wilson’a, Balkan motiflerinden cinsel birleşme, doğum ve düğün geleneklerine, çizgi roman estetiğinden bilim-kurguya, bir çok şeyi dillendirdik. 
Lapis Lazuli, -Aylin’in deyişiyle- birçok yerden/alandan aldığı ilhamları harmanlayan haliyle tam da bir queer art örneğiydi. Gösterinin biçim ve içerik açısından oldukça, hatta fazlaca kalabalık olduğunda, bazı sahnelerin gereksiz yere uzatıldığı için sarktığında nasıl hemfikirsek, Laskaridis’in zanaatkarane biçimde malzeme kullanma, hele de -Özlem’in vurguladığı gibi- ucuz malzemeden harikalar yaratma konusunda müthiş becerikli olduğu konusunda da hemfikirdik.


alkışlarken
(onassis stegi, atina, 21 nisan 2024, © mehmet kerem özel)

Seyrettiğimiz akşamki Yunan seyirci gösteride müthiş eğlendi, güldü; arkadaşlarımı bilmiyorum, yan yana oturamamıştık, ama ben de genel olarak gösterinin, Laskaridis’in bütün yapıtlarına sinen absürdlük ve gülünçlüğün bu sefer tavan yaptığı halinden büyük keyif aldım, eğlendim, hatta bazı sahnelerde katılarak güldüm. Laskaridis yine yapmıştı yapacağını; yüzyıllara mal olmuş tipleri almış, onlarla oynamış, onları altüst etmişti; belki bu sefer Titanlar ve Elenit’te olduğu gibi özgün figürler/karakterler/protagonistler değildi yarattıkları, ama örneğin kurt adam tipinden tam da ona has bir karakter yaratmıştı; içgüdülerine teslim olan ama bir yandan da garip bir naiflik barındıran, sevimli, dertli, kızamadığınız, korkamadığınız, psikolog koltuğuna uzanmış halinde onda kendinizi görüp eğlendiğimiz. 
Kurt adama karşılık saf kız tipinden ise tırsmamız içten bile değildi, çünkü Laskaridis ondaki tehlike barındıran tarafı ortaya çıkarmış, tabii ki mizah katmayı ihmal etmeden. Bizim seyrettiğimiz akşam saf kızı canlandıran dans sanatçısı Maria Bregianni'nin, -Gizem'in deyişiyle- hem etkileyici beden plastiğiyle hem de mimik ve ses virtüözlüğüyle sergilediği dört dörtlük performansı da bu figürün başarısında önemli rol oynuyordu hiç kuşkusuz.

ayrılırken
(onassis stegi, atina, 21 nisan 2024, © mehmet kerem özel)

Lapis Lazuli, 4-20 Nisan arasında, neredeyse kapalı gişe olan Atina gösterimlerine 26-27 Nisan’lara konulan iki ekin hemen ardından; Mayıs ayının ortasından itibaren Madrid ve Filibe’ye, yaz festivallerinden Amsterdam Julidans ve Barselona Grec’e ve sonbaharda Paris, Torino, Reggio Emilia, Liège, Charleroi, Floransa ve Espoo-Finlandiya’ya uğrayacak dünya turnesinin ilk etabına başlayacak. Yolu açık, bazen ince bazen kaba mizahına vakıf olacak seyircileri bol olsun!

07 MAYIS



558 konstantinopolis'te ayasofya'nın kubbesi çökmüş; justinianus hemen kubbenin yeniden inşa edilmesini emretmiş


1824 tamamen sağır olan ludwig van beethoven, 9. senfonisi'nin dünya prömiyerini michael runde ile birlikte viyana'daki theatre am kärntnertor'da yönetmiş; solistler henriette sontag (soprano), caroline unger (alto), anton haizinger (tenor) ve joseph seipelt (bariton) imiş, yapıt seyircilerin çılgın tezahüratlarına neden olmuş




6 Mayıs 2024 Pazartesi

fas günlükleri 2: fes - medina


 


ikisinde konaklayarak, küçüklü büyüklü altı yerleşim gezdiğimiz dokuz günlük fas seyahatimize şu andan geriye doğru bakınca, en keyif aldığım şehrin fes olduğunu fark ettim. 

fas'ın eski kraliyet şehirlerinden biri olan fes, güneş ışıklarının kaçamak yaladığı dapdaracık sokaklardan kurulu bir labirent-şehir. cevahir deresi'nin (oued al jawahir) aktığı vadinin inişli çıkışlı yamacında konumlanmış; medina'nın (eski şehrin) ana girişi olarak kullanılan üst kottaki mavi kapı'dan dere kotuna doğru inen bir topografyaya sahip. 


mavi kapı (bab boujloud)
sabahın çok erken bir saatinde olduğu için etrafta neredeyse hiç insan yok, ama burası gün içinde ve akşamları fes'e gelen herkesin geçtiği, kalabalık bir kapı meydanı. hemen içeride iki taraflı konumlanmış kahvehanelerde oturup etrafı seyretmek çok keyifli.
kapı, görüntüsünün aksine yakın tarihte inşa edilmiş, 1913'te. dış cephesi mavi çinilerle kaplı kapının iç tarafı yeşilli.
hemen kapının yanında, iç tarafta 11. yüzyılda kurulmuş olan su maksemi var; yani burası fes'in taksim meydanı :)


kapının hemen ardından, birbirine neredeyse paralel şekilde ilerleyen iki ana damar (ki bunlara "ana damar" demek tuhaf, çünkü pek de ama damar olacak kadar geniş değiller aslında, ama işlev olarak öyleler çünkü şehrin ticaret eksenlerini oluşturuyorlar) ve bunlara bağlanan kılcal damarlardan oluşan bir labirent. 















bu kılcal damarlar bazen omuzlarınızı sürteceğiniz kadar darlaşıyorlar, bazen ise darlığın yanısıra üstlerinde devam eden yapılardan dolayı (bizim güneydoğu şehirlerimizde kabaltı denen) tünellere dönüşerek basıklaşıyorlar. hele de güneşin, batışının çok öncesinden itibaren ışıklarının çoktan yalamayı bıraktığı sokaklar, kendi alacakaranlıklarında bizim gibi yabancılara tekinsizlik hissi verse de kesinlikle güvensiz olmayan ortamlara dönüşüyorlar.
güvensiz değiller ama sadece kılcal damar gibi sokaklardan oluşan, genişlemelerin yeterince ferahlatmadığı, boşlukların olmadığı, adeta klostrofobik olarak nitelendirilebilecek bu dokuda bir noktadan sonra nefessiz kalmış hissine kapılmanız içten bile değil. bu da tabii yine labirent gibi olma durumuyla ilişkili aslında. (seyahatimizin ikinci durağı marakeş'i şehir olarak çok sevmesem de, geniş boşluklar barındırması dolayısıyla oldukça ferah bir ortama sahip olduğunun hakkını vermeliyim)

kılcal damarlar birleştikleri yerlerde üçgen, çokgen şekillerde genişliyorlar. sokakta çeşme var ise kesin arkasında, yanında bir cami var demek. ağaç tek tük; varsa yüksek duvarların üstünden sokağa taştığı kadarıyla.

eylül ayındaki depremden sonra mı yerleştirildiklerini bilmediğim, ama avrupa'daki ortaçağ kentlerinde kagir olanlarından bolca bulunan, sokakların üstünden geçen yapılar-arası-desteklerin/payandaların ahşap olanlarından fes'te neredeyse her sokakta var ve bu halleriyle çok etkileyiciler.