mehmet kerem özel'in hayata ve sanata dair yaşadıklarını, takip ettiklerini, tanık olduklarını ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü. [for english version please visit danzon2017.blogspot.com.tr]
30 Nisan 2011 Cumartesi
sıradışı bir "hamlet"
ahşap çerçeve kukla tiyatrosu shakespeare'in "hamlet"ini ilginç bir yorumla sahneliyor: bütün karakterler hayvanlara dönüştürülmüş, özellikle kuş türlerine.
hamlet ise oyunun farklı bölümlerindeki ruh haline bağlı olarak farklı hayvanlar tarafından temsil ediliyor; yılan, kartal ve örümcek oluyor; sonradan internet sitelerinde okudum, seyrederken fark etmemiştim, bir de tilki oluyormuş. hayvanlar arası bu serbest geçiş bir yana, oyun boyunca bazen erkek oyuncu bazen kadın oyuncu tarafından seslendiriliyor; hamlet'in o andaki haleti ruhiyesi hangisiyle örtüşüyorsa...
hikayenin seyrine bir iki yer değişikliği dışında dokunulmamış, sadece kısaltılmış. bazı çok ilginç ve yaratıcı buluşlar var; hamlet'in annesi gertrud'un kuklayla değil, maskeli bir erkek oyuncu figürüyle hem fiziksel hem de dramatik yorumda öne çıkartılması, amcası yeni kralın küçük bir kukla tarafından temsil edilmesi, hatta sonlara doğru gertrud tarafından bebek arabasında gezdirilmesi, polonius'un perde arkası yerine gertrud'un eteklerinin altına saklanması...
ahşap çerçeve'nin "hamlet"inin en cesaretli yanı, hamlet'i tek bir hayvana ve tek bir sese indirmeyen özgür yaklaşımının yanısıra, oyunun genelinde tek bir anlatım tekniğine yaslanmıyor olması; farklı kukla teknikleri (maskeli, el kuklası, ipli kukla, ...), farklı gölge oyunu teknikleri (sudan yansıtarak gölge oyunu, mum ışıklı gölge oyunu, ...) ve basit ama yaratıcı ışık oyunlarıyla her anı düşünülmüş bir 80 dakika var karşınızda.
yönetmenliğini emre tandoğan’ın, kukla tasarımlarını çağrı yılmaz’ın yaptığı ve çağrı yılmaz, emre tandoğan ve ergin karataban'ın hem oyuncu hem oynatıcı olarak rol aldıkları "hamlet"te tek takıldığım nokta; internet sitelerinde "iktidar hesaplarının yapıldığı bir dünyada insanlığın iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasındaki bitmek bilmez hesaplaşması" diye tanımladıkları oyunda "insanlığa" dair hesaplaşmayı neden doğaları gereği akıllarıyla değil sadece içgüdüleriyle hareket eden "hayvanlar"a yüklemiş olmaları? hayvanlara haksızlık değil mi!
"hamlet" 14. istanbul kukla festivali kapsamında da sahnelenecek.
çıplak ayaklar'dan iki çarpıcı iş
29 nisan dünya dans günü'nü çıplak ayaklar kumpanyası'nın iki işiyle kutladım: 20.00'de kumpanyanın atölyesinde "kontrol", 23.00'de maya sahnesi'nde "sen balık değilsin ki"
...
güneş batmış, gündüz akşama dönerken, etrafı tanımsız, eşdeğer bir loşluk kaplamışken, kargacık burgacık çukurcuma sokaklarından dolanıp girdiğiniz çıkmaz sokağın rüyalarınıza açıldığını düşünün; rüyalarınıza, kabuslarınıza, gölgenize, ruhunuza…
önümüzdeki hafta istanbul’da kukla festivali başlıyor; 14. kez.
öncesinde, dün akşam dünya dans günü’nü kutlamak için gittiğim çıplak ayaklar kumpanyası’nın “kontrol” adlı çalışması bana, “kukla”nın çağrıştırdığı oynatıcı-tanrı, kukla-birey, yöneten-başeğen, kontrol altında tutan-tutulan-başkaldıran kavramlarını hatırlattı. üç bölümlü işin gölgeli son kısmı ise, belki fazlaca serbest bir çağrışımla, miyazaki’nin başyapıtı “ruhların kaçışı”nı aklıma getirdi.
ayrıca; rüyalardan kabuslara, hayatta her türlü “asılı kalma” halinden, kaçış hissi ve kurtulma isteğinin katmanlarına (kendinden, görmekte olduğun rüyadan, bulunduğun çevreden, zorunda bırakıldığın duygulardan, …), her seferinde başlangıç noktasına geri dönmenin kaçınılmazlığından, yılmadan tekrar ve tekrar deneme cesaretine geniş bir spektrumda duyguları, halleri, durumları düşündürttü.
“kontrol” üç bölümlü bir iş. üç ayrı ışık tasarımıyla birbirinden ayrılan bölümlerde koreografi, aynı tema ve aynı cümleler etrafında gelişen küçük çeşitlemelerle ileriyor.
ilk bölümün tamamıyla rüya hissini yaratan alacalı, loş ışıklı atmosferinde, ikinci bölümün kabusvari beyaz ışık çıplaklığında, üçüncü bölümün gerçek ile suret, beden ile gölge arasındaki kah paslaşmayı kah gerilimi öne çıkaran ilüzyonist düzeninde “yorumcu” aslı öztürk’le birlikte kaybolmak, havalanmak, uzanmak, gerilmek, baş aşağı durmak, denge bulmak, bırakmak; bir yolculuğa çıkmak ama her seferinde başlangıç noktasına ve kuklavari kırık bacaklı -veya ayaklar öne uzatılmış- yerde oturma pozisyonlarına dönmek…
süresiyle kısa, çerçevesiyle sınırlı, çeşitlemeleriyle sıkmayan “kontrol” oldukça etkileyici bir iş; bir senfoni değil de, bir sonat dinlemiş gibi oluyorsunuz. müzik benzetmesini yapmışken, “kontrol”ü bu kadar etkileyici kılan, -koreografisi ve ışığının yanısıra- en önemli etkenlerden birinin canlı müziği olduğunu özellikle belirtmek isterim.
konsepti koyan, koreografiyi yapan ve bizzat yorumlayan aslı öztürk, uçuş efekti sistemini kullanan cihan kuşçu ve canlı müziği yapan gevende’den ömer öztüyen “kontrol”ün yaratıcı ekibi. ışık cem yılmazer’e, video cem gengönül’e ait.
dün akşam çak stüdyosundaki son gösteriydi. “kontrol” sezon içinde garajistanbul'da, talimhane’de de sahnelenmiş. olur da ilerde bir yerlerde yeniden karşınıza çıkar, kaçırmayın.
...
ilerleyen saatlerde, gece şehri ve caddeyi istila etmiş, kalabalıklar birbirlerine karşı yönde sel gibi kuvvetli ama nedensiz akarlarken; caddeye yanaşmış bir mekanda, maya sahnesi'nde kapsamlı dans günü kutlamalarının yeni bir etabı başlıyordu.
mihran tomasyan elinde bir bavulla geldi salona.
maya sahnesi'nin kalıcı gibi duran sahne-seyirci düzenini biraz zor da olsa bozmaya çalışan tomasyan sandalyelerle sınırlandırılmış eliptik bir halkanın tanımladığı boşlukta sergiledi işini.
happening - enstalasyon - performans sınırlarında gezinen çalışmasında ülkede işlenen cinayetler üzerinden serbestçe bellek, tarih, toplum kavramlarına değindi.
birilerinin sevinç, kahkaha sesleri diğerlerini katleden silah seslerine, savaşta patlayan, dağılan, saçılan topraklar, taşlar kalabalıkların rengarenk kutlama konfetileriyle dönüştü, örtüştü...
yerde yüzükoyun yatan "anonim" maktülün başını (beynini, düşüncelerini) temsil eden teyb bandı, halkayı çevreleyen bizlerin elllerinde boşluğun üzerinde sıkı bir ağ ördü; ülkede "düşünce/düşünme/düşündüğünü söyleme"nin düşünen/söyleyen açısından ortamı nasıl gerdiğini(!) vurguladığı gibi, mekanı yatay olarak ikiye bölerek performansçının hareket ederken hep eğilmesine neden, dik durmasına engel olan bu düzenlemenin ülkede bireyin yaşama-düşünme-nefes alma alanının nasıl engellediğini de betimledi. ama herşeyen öte; yerde yatan maktülle bizleri bağladı!
performans bittiğinde etraf yangın yeri miydi, savaş alanı mıydı yoksa bir kutlama sonrası dağınıklığı mıydı...
bir bavuldan bir ülke çıktı; toplumsal arkaplanıyla, geçmişiyle, şimdisiyle, kaybedilenleriyle, katledilenleriyle...
mihran tomasyan'ın haziran 2010′da paris peniche anako’da başladığı ve istanbul tamamladığı, ilk defa 18 eylül'de crr'de sahnelenen “sen balık değilsin ki” belki de son defa 1-27 mayıs 2011 tarihlerinde garajistanbul'da ilk defa düzenlenen "politik oyunlar festivali"nde seyirciyle buluşacak. kaçırmayın!
"göz kırparken"den
"...
Bu tür hiçbir zaman hazırlanamayacağınız uç kriz durumlarında sizi gündelik hayatınızın penceresinden hızla uzaklaştıran bir şey vardır. Bir çeşit sihirli güç her şeyi şaşırtıcı şekilde açık bir hale getirir: Sizin için önemli olan apaçık öne çıkarken geri kalan her şey sessiz bir şekilde arka plana düşer. Gelecek daralır ve sadece bugün veya en fazla yarın ne yapılabileceğine indirgenir. "Eğer" yasaklanmıştır ve olaylardaki rolünüz büyük ve tam bir kararlılık taşımalıdır.
..."
29 Nisan 2011 Cuma
dans filmlerim
le bal, ettore scola (1983)
they shoot horses, don't they?, sydney pollack (1969)
strictly ballroom, baz luhrman (1992)
west side story, jerome robbins & robert wise (1961)
all that jazz, bob fosse (1979)
bodas de sangre, carlos saura (1981)
el amor brujo, carlos saura (1986)
singing in the rain, gene kelly & stanley donen (1952)
shall we dance, mark sandrich (1937)
royal wedding, stanley donen (1951)
ginger and fred, federico fellini (1986)
moonwalker, jerry kramer & jim blashfield (1988)
billy elliot, stephen daldry (2000)
center stage, nicholas hytner (2000)
the red shoes, michael powell & emeric pressburger (1948)
the company, robert altman (2003)
black swan, darren arenofsky (2010)
saturday night fever, john badham (1977)
flashdance, adrian lyne (1983)
salome, william dieterle (1953)
the king and i, walter lang (1956)
white nights, taylor hackford (1985)
i am a dancer, pierre jourdan (1972)
nijinsky, herbert ross (1980)
scent of a woman, martin brest (1992)
28 Nisan 2011 Perşembe
mahler'siz festival!
istanbul müzik festivali'nin programı açıklandı. bu yılın teması “uzaklara seyahatler” imiş. programda 24 konser var.
bilindiği gibi, klasik müzik dünyası her yıl bestecilerin o yıla denk gelen doğum veya ölüm günlerini kutlar, anar. 2011 de mahler'in 100. ölüm yıldönümü.
kentimizin en önemli klasik müzik etkinliğinde mahler anılacak mı acaba?
programa bakıyoruz: 24 konserde sadece bir tek mahler bestesi var: piyano ve yaylılar için dörtlü.
ne bir senfonisi, ne de vokal eserleri!
schleswig-holstein festival orkestrası ve korosu haydn'ın yaratılış oratoryosu'nu seslendireceklerine mahler'in "binler senfonisi" adıyla da anılan 8. senfonisini yorumsalarmış ya! istanbul seyircisi için tek defalık bir deneyim olurdu!
hadi bu olmadı, ertesi akşamki programı brahms yerine bir mahler senfonisi ile bitirebilirlerdi.
iksv, klasik müzik festivalini düzenlerken bilet fiyatları ve "ambiyans" sözkonusu olunca orta avrupa festivallerini kendisine örnek almayı biliyor; program içeriklerinde de aynı "özeni" gösterse ya!
istanbul seyircisinin mahler'i pek sevmediği malum; festival de uzak durmayı seçmiş!
programın bence en heyecanverici üç konseri:
- ferhan & ferzan önder kardeşlere martin grubinger ve leonhard schmidinger'in eşlik edecekleri adrenalini yüksek stravinsky - bartok - bernstein programı
- son yılların en çılgın sopranolarından patricia petibon'un venedik barok orkestrası eşliğinde vereceği aryalarıyla, konçertolarıyla bütünsel bir barok dönem konseri; hem bilet fiyatları da -rené fleming'inkinin aksine- nispeten ulaşılabilir düzeyde
- leyla gencer şan yarışması birincisi enerjik ve karizmatik soprano nazlı deniz boran'ın hezarfen ensemble ile verceğim, bütünüyle çağdaş bestecilerden ve türkiye-dünya prömiyerlerinden oluşan "rüyaların dili" konseri
24 Nisan 2011 Pazar
23 Nisan 2011 Cumartesi
çocuk filmlerim
das weisse band, michael haneke (2009)
the sound of music, robert wise (1965)
amarcord, federico fellini (1973)
king of the hill, steven soderbergh (1993)
au revoir les enfants, louis malle (1987)
salaam bombay!, mira nair (1988)
uçurtmayı vurmasınlar, tunç başaran (1989)
the sweet herafter, atom egoyan (1997)
empire of the sun, steven spielberg (1987)
fanny and alexandre, ingmar bergman (1982)