30 Ağustos 2018 Perşembe

göl üzerinde "carmen"


bregenz festivali'nin ünlü gölsahnesi'nde (seebühne) bu yaz sahnelenen "carmen" aslında geçen yazın yapımıydı. ilginçtir, 2017 yazı'nda avrupa'da üç yeni "carmen" sahne ışıklarına çıktı: aix-en-provence festivali'nde dmitri tcherniakov, paris ulusal operası'nda calixto bieto ve bregenz'de kasper holten imzalı.
bu "carmen"lerden ilk ikisini geçen yaz kayıttan seyretme imkanım olmuştu. özellikle dmitri tchernikaov'unki şimdiye kadar seyrettiklerim arasında en ilginç yorumdu. aslında "ilginç yorum" durumu "carmen"den ziyade tcherniakov'a ait bir özellik, çünkü tcherniakov oldukça sıradışı bir yönetmen; bildiğiniz hiç bir operayı onun sahnelemesinde tanıyamıyorsunuz, operaları bambaşka şekillerde yorumluyor, hikayeleri ters köşelere yatırıyor ve en önemlisi de bu yorumlar hiç de zorlama olmuyor; tcherniakov yorumlarını hikayenin kendi içinden, altmetninden çıkarıyor. biz seyircilere düşense; üzerlerinde biraz düşününce "neden olmasın" diyerek tcherniakov'un açtığı kapıdan girip, bildik coğrafyalarda yeni yollar keşfetmek ve bize bu yolları açan yönetmene hayran kalmak.
calixto bieto da opera yönetmenleri arasında en az tcherniakov kadar l'enfant terrible lakabını hak eden bir yaratıcıdır ama bieto'nun paris operası'ndaki "carmen"i, tcherniakov'uyki bile kıyaslamadan, onun kendi biyografisi içinde bile oldukça konvansiyonel kalmıştı.
bregenz'e gelirsem...

bregenz festivali'nin temel özelliği operaların göl üzerinde, kıyıdan 4-5 metre uzaklıkta dört bir tarafı suyla çevirili bir sahnede oynanıyor ve oditoryumun açık hava tiyatrosu formatında olması. seyirci kapasitesi 7000. en büyük kapalı opera salonlarının yaklaşık 2000 kişi aldığını, istanbul'daki harbiye açıkhava tiyatrosu'nun koltuk kapasitesinin 4000 olduğunu hatırlayınca, mekanın büyüklüğü, ya da daha doğru bir tabirle devasalığı konusunda fikir sahibi olmak kolaylaşıyor. dolayısıyla, bregenz'de opera sanatı tam da bu lojistik özelliklerinden dolayı, zaten kendi bünyesinde barındırdığı ihtişamı ve yapaylığı daha da abartma şansına ve tam bir "şov"a dönüşme potansiyeline sahip.
bir ay boyunca her akşam 7000 kişinin seyretmesi amaçlanan, iki yılda yaklaşık 400.000 seyirciyi ağırlayan bir opera yapımı ister istemez yaratıcı, ilginç, şova göz kırpan bir mizansene ve görkemli dekorlara ihtiyaç duyar. çok kişiye hitap etme ve her akşam tiyatroyu olabildiğince doldurma kaygısı gösterinin ister istemez popülerleşmesine, bu da mizansenin basitleşmesine, daha kolay anlaşılabilir olmasına neden olabilir. hele de sahne su üzerinde/içindeyse seyircinin otomatik olarak bazı "atraksiyonlar" beklentisi içine girmesi kaçınılmazlaşır. hal böyle olduğunda da sahnelenen gösteri; bir sanat eseri olarak varlığını koruyabilir mi, yoksa tüketim ekonomisine teslim mi olur.

bir omuzumda gençliğimde görsellerine bakarak naifçe hayran kaldığım bir etkinliğin cazibesi, diğer omuzumda ise aradan geçen zamanla dünyanın düzeninin biraz da olsa farkına vardıkça aklıma takılan yukarıdaki sorularla geldim bregenz'e.
yukarıdaki sorularımı kişisel çekince olarak heybeme atınca, benim içine girdiğim beklenti ise; buradaki bir yapımdan müthiş derin ve üzerinde düşünülmüş bir mizansen beklememek ve kolay tüketilecek bir şey seyretmek, opera gibi "yüksek sanat"a ait bir ürün sergileniyor da olsa, kitlelere hitap edecek şekilde "sulandırılmış" ortalama bir şovun keyfini çıkarmaktı.
kaçınılmaz olarak "carmen"in dekor fotoğraflarını da önceden görmüştüm: sudan çıkan iki devasa kadın eli ve ellerin kardığı oyun kartları. bu bile beklentimi azaltmama yetmişti: çok fazla figüratifti.

işte herhalde, hayatta asıl sorun beklentileri azaltabilmek; her konuda! bunu başardığınızda yaşadıklarınızdan, etrafınızdakilerden, ilişkilerinizden, her şeyden daha fazla keyif alıyorsunuz, daha mutlu oluyorsunuz. belki de "bregenz-festivali-yapımı-gölsahnesi-üzerindeki-carmen"de de benim başıma gelen bu oldu; beklentilerimi azalttığım için; müthiş keyif alarak, yönetmenin yaratıcılığına şapka çıkararak ve sahnedeki icracıların performanslarına hayran kalarak seyrettim "carmen"i.


belki mimar olduğumdan olsa gerek, -hoş, maalesef her mimar da benim gibi değil, o zaman "mimar sinan üniversitesi mezunu bir mimar olduğumdan olsa gerek" demek sanırım biraz daha doğru olacak-, bağlam benim için çok önemli. evet, bağlam!
aldığım eğitimden dolayı hayatta her şeye kendi bağlamı -veya genel olarak bağlam- içinde bakmaya çalışıyorum. sanata bakışımda da bu geçerli. ve böyle bakınca; bregenz'in gölsahnesi'ndeki su üzerinde/içindeki "carmen" yapımının, içinde/etrafında olduğu başat öğe su ile kurduğu müthiş ilişki beni büyülüyor, yönetmen kasper holten'e hayran bırakıyor. gösteri bittiğinde aklıma gelen ilk soru şu oldu: "acaba bu sahnedeki kaç yapım suyla bu kadar organik bir ilişki kurmuştur?"
fabrikadan çıkan kadınlar kovalarını göl suyunda yıkadılar, carmen don jose'yi kandırıp hapishane hücresinden kaçarken suya atlatı ve yüzerek uzaklaştı, sahneye sağnak yağmur yağdırıldı, çingenelerin çoşkulu meyhane dansı su içinde yapıldı her harekette çoşkuyla etrafa su saçıldı, kaçakçıların dağ sahnesi kumsala uyarlandı mallar sandallarla taşındı, ve carmen don jose tarafından suda boğularak öldürüldü. herhalde bir "carmen" ancak bu kadar suyla hemhal olabilirdi.



fotoğraflarından fazla figüratif bulduğum sahne tasarımı da oldukça yaratıcı ve işlevsel bir şekilde kullanıldı. oyun ve tarot kartları zaten "carmen"in temel öğelerinden biridir; peter brook da o ünlü "carmen trajedisi" isimli uyarlamasında gösteriyi carmen'in bir köşede kart açmasıyla başlatır. holten ise oyun ve tarot kartlarını mizanseninin temel öğesi yapmış. beyaz renkteki bu yüzeyler; gösteri boyunca üzerlerine yansıtılan çoğunlukla hareketsiz görüntülerle (oyun ve tarot kartları, seville kenti karpostalları gibi) ve bazı sahnelerde direkt o sıradaki gösteriden yakın plan canlı çekimlerle işlevsel hale getirildiler. böylelikle statik gibi duran sahne dekoru hareketlendi, dönüştü. hatta yağmur sahnesinde bu yüzeylerin üzerindeki resimler sanki gerçekten sulanmış da renkleri akıyormuş gibi hazırlanmış görsellerle kaplandı.
iki el arasında havada duran kartlar ayrıca; kaçakçıların sahnesinde tırmanılan, birinden öbürüne halatlarla atlanılan bir kumsal kenarı yamaç peyzajına da dönüştü. yani hem su kenarında/içinde olma halinin hem de dekorun hakkı bence sonuna kadar verildi. ellerden birinin tuttuğu sigaranın gösteri boyunca yanıyormuş gibi oluşu ve duman tütmesi ise biraz sabit ama yine de hoş bir detaydı.


fotoğraflardan da görüldüğü üzere orkestra her zamanki sahne-oditoryum arasındaki konumunda değildi. orkestra, koro ve orkestra şefi dekorun arkasına saklı kapalı devasa bir alanda müziği icra ettiler, hoparlörlerle bizlere yansıtıldı. sahnede canlı olarak koro bulunmuyordu, sahnedeki kalabalık sadece figürasyon içindi. sahne canlı icra eden sadece kendi partileri olan rollerdekilerdi, onlarda da mikrofon vardı.

tahmin edersiniz ki böyle devasa bir mekanda bir ay boyunca her akşam opera partisyonu icra etmek imkansız. bu yüzden üç kast oluşturulmuş. benim seyrettiğim akşamda carmen'i annalisa stroppa, don jose'yi martin muehle, escamillo'yu kostas smoriginas ve micaela'yı mojca bitenc yorumladılar. genç bir mezzosoprano olan stroppa oldukça dinamik, etkili, oyunculuğuyla da göz dolduran bir yorum sergiledi. don jose de martin muehle'nin yorumu başarılıydı ama oyunculuğu oldukça abartılıydı. miceala da mojca bitenc yumuşak ve içli yorumu ve ölçülü oyunculuğuyla hak ettiği çoşkulu alkışı aldı. kostas smoriginas da her açıdan düzgün ve hatasız bir yorumla akşamı noktaladı.
genç şef jordan de souza yönetimindeki viyana senfoni orkestrası ve prag filarmoni ve bregenz festival koroları  arasız iki saat süren gösteride çoşkulu, tempolu ve temiz bir iş çıkardılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder