6 Haziran 2018 Çarşamba

pina'nın vefatından bu yana: dimitris papaioannou'dan "seit sie"


(gösteriden olan bütün fotoğraflar: julien mommert)

bir kez daha wuppertal'de, barmen operası'ndayım. müthiş heyecanlıyım; benim için sadece gösteri sanatları alanında değil, genel olarak sanat söz konusu olduğunda ilah mertebesinde bir sanatçı pina bausch'un tanztheater wuppertal topluluğuyla, bausch'tan sonra ikinci sıramda yer alan dimitris papaioannou'nun sahnelediği bir yapıtı seyredeceğim birazdan.
yapıtın adı konmuş bile: "seit sie". "seit sie" türkçeye "ondan beri" olarak çevrilebilir. "o" almancada dişil üçüncü tekil şahsı imleyen haliyle kullanılmış. yani büyük ihtimalle "o"dan kasıt pina; dolayısıyla başlık rahatlıkla "pina'nın yokluğundan bu yana / pina vefat ettiğinden beri" gibi formüle edilebilir.

(fotoğraf: mehmet kerem özel, 19.05.2017)

ilk akşam yerim balkonun birinci sırasının ortasında. oditoryum kapıları açılır açılmaz koltuğuma oturmaya gidiyorum.
antrasit rengi bir sahne; en arkada yığın yığın kalın plakalar üst üste, plakaların süngerden olduklarını sonradan anlayacağım, aralarında beyaz büyük bir masa. sanırım ilk defa papaioannou sahne tasarımını kendisi yapmamış, bir önceki yapıtı "the great tamer"da ona yardımcı olan tina tzoka'ya emanet etmiş bütünüyle. 
gösteri sırasında görüntü ve ses kaydı alınamayacağına dair uyarıyla birlikte seyirci sessizleşiyor. çok zaman geçmeden, oditoryumun ışıkları açık bırakılmışken, sahnenin sol yan kapısından sandalye üzerinde bir adam beliriyor; topluluğun pina döneminin dansçılarından, ama onu seyrettiğim 20 yıllık süre boyunca ilk defa sakallı gördüğüm, michael strecker bu adam. 
onun öncülüğünde bütün kadro önlerine sandalyeler dize dize ve dizdiklerinin üzerine basa basa sahnenin sağ yan kapısına doğru ilerliyor. hah işte diye geçiriyorum içimden; ilk sahne, ilk imge: pina'nın sandalyeleri! pina'nın "café müller" başta olmak üzere, "bandaneon"dan "wiesenland"a bir çok işinde kullandığı sandalyeler. kadınlar gece kıyafetleri ve topuklu pabuçlar, erkekler takım elbiseler içindeler. bu imge de pina'nın yapıtlarından çok tanıdık geliyor bana; tek fark marion cito'nun pina için tasarladığı kostümler, özellikle de kadınlar için olanları, çok daha renkli, çiçekliydi, papaioannou'nun kostüm tasarımcısı thanos papastergiou ise, aynı sahneye hakim antrasit gibi koyu karanlık renkler kullanmış kostümlerde. kadınlı erkekli grubun üzerlerine basarak ilerlemesi için yol taşları olan sandalyeler en arkadan öne doğru elden ele ulaştırılıyor, gelişigüzel bir şekilde zemine yerleştiriliyor, dolayısıyla bazen sandalyelerin arkalıkları birinden öbürüne geçerken zorluk yaratıyor, bu yüzden grup sandalyeler üzerinde aritmik ve asimetrik olarak ilerlemeye çalışıyor, bazen bir sandalyede üç kişi birlikte duruken, o sırada dizinin boş kalan sandalyeleri olabiliyor.

hemen bundan sonraki sekansta aynı sakallı adam geniş bir masanın başında çalışıyor; kesiyor biçiyor, eliyle düzeltiyor, biçim veriyor, yaratıyor: önce siyah bir sandalye, sonra kendi gibi giyinmiş, koyu renk takım elbiseli, beyaz gömlekli, kravatlı genç bir adam. geriye çekilip yarattığına/tasarımına uzaktan bakıyor, onu inceliyor, ara sıra koltuğuna oturup nefesleniyor. aklıma hemen pina geliyor; onu bütün belgesellerde ve prova fotoğraflarında büyük bir masanın arkasında oturmuş not alırken görürüz; dansçılarının hareketlerini defterlere yazar, aylar sonra döner o notları kullanarak yapıtlarını ortaya çıkarır. acaba o masanın arkasıdaki sakallı adam pina'yı mı simgeliyor diye düşünüyorum ilkin. yapıtı ertesi akşam ikinci kere seyredip ve biraz daha üzerine düşünüp seyrettiklerimi sindirince aslında o sakallı adamın pina'yı değil, papaioannou'nun kendisini temsil ettiğini düşünmeye başlıyorum. sandalye nasıl pina'nın göstergesiyse, masa da aslında; 2000 yılındaki istanbul tiyatro festivali'nde atatürk kültür merkezi büyük salon'da sahnelediği "medea"dan, iki yıl önce seyrettiğim 2012 tarihli "primal matter"ına kadar, papaioannou'nun vazgeçmediği bir sahne objesi. bence, strecker'in neden sakal bıraktığı da anlam kazanıyor böylece; hele de ilerleyen sahnelerde başka bir eski pina dansçısının, franko schmidt'in de daha önce yıllarca bıyıksız olmasına rağmen, papaioannou'nunkini andıran ince bir bıyık bırakmış olduğunu görünce; topluluğun şu anki en kıdemli ve pina'yla çalışmış erkek dansçılarının papaioannou'nun alter-egolarına dönüştürüldükleri sonucuna varıyorum. ama çok ileri gittim, şimdi kaldığım yere geri döneyim:
sakallı adamın masada yarattığı genç adam, topluluğun post-bausch dönemi dansçıları arasında en sevdiklerimden, giacometti'nin figürlerinin zarifliğine sahip scott jennings, sahnenin en önüne gelip, ters çevirdiği siyah sandalyeyi arkalığından zemine yerleştirip üzerine çıkıyor, kollarını açıyor ve; bıçaksırtı bir dengede, her an düşme olasılığında, ağırlığını ve dengesini iyi ayarlayarak öylece kalıyor. michael strecker papaioannou'nun alter-egosu ise, takım elbisesiyle ona tıpatıp benzeyen scott jennings kim o zaman. o da sahnedeki alter-egonun yarattığı alter-ego olmalı. papaioannou, canlı seyrettğim son üç yapıtında ("primal matter", "still life" ve "the great tamer") sahneyi hep kendisine benzeyen erkek figürleriyle doldurmuştu zaten. bizzat kendisinin rol aldığı "primal matter" ise bütünüyle yaratıcı-yaratan, koreograf-dansçı arasındaki gerilim üzerine bir duo işiydi. papaioannou, tanrının (yaratıcının) insanı (yarattığını) kendi suretinde yaratması (ortaya çıkarması) gibi, sahnelediği yapıtlardaki figürleri kendisinin bir kopyası olarak yaratıyor, sadece tek bir figür de yaratmıyor, aynı figürü çoğaltıyor. bunu hatırlayınca ilk şaşkınlığım geçiyor, hatta yapıt ilerleyip de gözlemimde yanılmadığımı görünce keyfim katmerleniyor.



bu müthiş gerilimli süre boyunca genç adamın arkasından, sahnenin bir yanından diğer yanına doğru ağır ağır figürler geçiyor; köküyle birlikte bir ağacı çeken kadın (o ağaç bausch’un ölmeden dokuz gün önce prömiyerini yaptığı son yapıtı “como el mosguito en la piedra, ay si, si, si…”den alınmış tıpatıp bir imge, o yapıtı seyretmemiş olanlar "pina" filminden hatırlayabilirler o köküyle taşınan fidan-ağacı), bir masayı iten çırılçıplak adam (bu imge de sanırım papaioannou’nun 2012 tarihli “primal matter”ından), sandalye yığınını sürükleyen adam, bir elinde şarap bardağı tutarken diğer eliyle sandalyeyi beraberinde götüren dimdik vakur kadın (pina'nın benzersiz dansçılarından julie ann-stanzak) ve diğerleri; çok derinden de bir yunan müziği geliyor, sadece buzukiyle çalınan bir melodi, sanki sessiz bir yaz gecesinde uzaklardan belli belirsiz duyulan. nedense bilmiyorum, ağlamaya başlıyorum, bu sekans dokunuyor bana, belki aynı sekansta hem papaioannou'yu hem pina'yı hem yunanistan'ı hem wuppertal'i gördüğüm içindir. sonradan fark ediyorum ki, aslında bu sekans bir geçit töreni; papaioannou, yapıt boyunca göreceğimiz imgeleri bu ilk sekansta topluca önümüzden geçiriyor. bıçak sırtı dengedeki genç adamın gerilimi sanki hem doğum sancısı, sanki bir sanatçının yaratma, yoktan var etme sürecindeki gerilimi, hem de "o -gittiğin-den bu yana / ondan beri" papaioannou'nun hayatından -ve belki de bizlerin de hayatından- akıp geçenler/gidenler.

bu noktadan hemen sona atlıyorum:
sondan iki önceki sekansta; ters çevrilmiş ve içine bütün dansçıların doluştuğu masayı rulolar üzerinde iten tek bir kişidir: sakallı adam.
sondan bir önceki sekansta ise yine o sakallı adam bu sefer sahneye serpiştirilmiş gibi duran sandalyelerin (belki 15 tane varlar) üzerinde ilerlerken, onları teker teker sırtına atarak üst üste koyup taşımaya çalışır, tam hepsini sırtına yüklemeyi başarmış, bir tek sandalye kalmışken tökezler ve sandalyelerle birlikte yere yuvarlanır.
o sırada hemen arkasında, kalın uzun rulolarla kaplı zeminde bir kadın, yine pina'nın döneminden, topluluğun en kıdemli dansçılarından ve aynı zamanda benim en sevdiklerimden ruth amarante; hani şu anne linsel'in pina bausch belgeselinde "pina ile dansçıları arasındaki ilişki bir tür aşk ve nefret ilişkisidir" diyen o derin ve hüzünlü bakışlı dansçı, bir o yana bir öbür yana yavaş ve sakin hareketlerle gidip gelmektedir; gözleri kapalı, uzun saçları açık, ayakları çıplak, üzerinde beyaz bir gecelik. işte bence "seit sie"de bu da pina'yı simgeleyen imge; ne kadar da "café müller"deki uyurgezer kadın; pina'nın, ölümüne denk bizzat dans ettiği -"danzon"daki 10 dakikayı saymazsak- tek yapıt olmasının yanısıra, onun en ünlü ve ikonik yapıtı "café müller", ve üzerinde ince bir gecelik, gözleri kapalı, saçları açık, uyurgezer ya da uykudaymış gibi haliyle pina'nın en bilindik sahne imgesi. sonradan düşününce papaioannou'nun bu imgeyi "seit sie" içinde başka sahnelerde ve hatta diğer bir pina'yla çalışmış dansçı ditta miranda jasjfi'yi de bu imgeyle kullandığını fark ediyorum. daha da önemlisi, bir kaç sahnede bu iki kadının omuzlarında kalın birer palto var, aynı "café müller"in son sahnesinde pina'nın omuzunda olduğu gibi. 
"seit sie"nin son sekansında ise; papaioannou'yu imleyen sakallı adam sahnenin arkasındaki dağın/yığının en tepesine çıkıp bir gölge gibi orada ayakta dururken, pina'yı imleyen kadın yığının yamaçları arasındaki bir yarıktan yavaş yavaş kaybolur.

bu uzun uzun betimlediğim sekanslar genel olarak insanlığa, insan olmaya, yaratmaya, yoktan var etmeye, tasarlamaya dair çok şey anlattığı gibi, bu yapıt özelinde papaioannou’nun kendisinin, hayranı olduğu ve vefat etmiş olan bir sanatçının topluluğuyla çalışırken yolunu bulmasının, iz sürmesinin, ilerlemesinin ne kadar çetrefil bir durum olduğunu, hatta belki bazen tökezlediğini; yani bütünüyle bu süreci imliyor sanki. kanımca papaioannou “seit sie”de pina’ya hayranlığını, ondan aldığı ilhamları, onun topluluğuna hazırladığı iş sırasındaki hissiyatını konu ediyor, bunları duyguya çevirmeye çalışıyor ve bence olağanüstü bir şekilde başarılı da oluyor.







"seit sie"de bütün papaioannou yapıtlarında olduğu gibi sahne üzerinde söz kullanılmıyor; yapıta kesif bir kara mizah ve ironi hakim; bedenler parçalara/uzuvlarına ayrılıyor, parçaları/uzuvları başka bedenler tamamlıyor; ve objeler imge olarak kullanılarak kendileri dışındaki başka şeylerin simgeleri haline getiriliyorlar.
buna en güzel örnek; papaioannou'nun alter-egolarından franko schmidt'in davul zillerinden birini pina'nın alter-egolarından julie ann-stanzak'ın başının arkasına yerleştirip, davul zilini görsel bir imge olarak, hristiyanlıkta aziz sayılanların resimlerinde başları çevresinde çizilen daireye, yani haleye dönüştürmesi. ann-stanzak sahneden çıktıktan sonra, schmidt zili bu sefer kendi başının arkasına koyarak seyirciye muzipçe gülümsüyor; sanki, bakın ben de sahnenin azizlerinden biriyim der gibi.
anlatmadan geçmek istemediğim uzunca bir sekansta ise ince çubuklar kullanılıyor. bunlar önce ok gibi bedenlere, saçlara saplanıyor, saçlara saplananlar dört-beş çift el tarafından aynı anda arkadan öne doğru itildiğinde sanki yine geleneksel hıristiyan aziz/azize betimlemelerinde olduğu gibi başından ışık hüzmeleri fışkıran figür imgesi yaratılıyor, dolayısıyla çubuklar bir anda ışık hüzmelerine dönüşüyorlar. hemen ardından da bütün bu ince çubuklar erkek ile kadının arasındaki mesafeyi belirlercesine gergin yaylar olarak iki beden arasına yerleştiriliyor; kadın ile erkek birbirine yaklaştıkça doğal olarak çubuklar gerilime dayanamayıp teker teker kırılıyorlar. cinsler arası ilişki/gerilim/etkileşim bu kadar mı şahane bir soyutlukta anlatılabilir.

papaioannou aslen ressam; dolayısıyla her yapıtında olduğu gibi bunda da yoğun bir şekilde resim sanatından besleniyor, ama estetik anlamdaki başat kaynağı bence ortodoks ikona geleneği, ayrıca içerik olarak yunan mitolojisinden ve hıristiyan anlatısından da esinleniyor. onun yapıtlarını hem kendi içinde tablolardan oluşan bir bütün olarak görmek/seyretmek mümkün hem de bu bütünün içinde resim sanatı tarihine yapılan göndermeleri yakalamak. dolayısıyla “seit sie”, papaioannou’nun diğer yapıtları gibi bir çok görsel göndermeyle dolu. bunlardan benim yakalayabildiklerim; başının çevresi ışık ışınlarıyla kaplı madonna, altın post, adem ile havva, bedeni oklarla kaplı aziz sebastian, bakhalar tarafından parçalanan orfeus, ikarus’un düşüşü, vaftizci yahya’nın kesilmiş kafası, ölüler nehri styx'in kayıkçısı kharon.


ve ne kadar doğrudur bilemem, sadece benim hissiyatım olabilir: "seit sie"de pina'nın istanbul yapıtı "nefes"ten bir çok alıntı/esinlenme, "nefes"e bir çok gönderme gördüm. "nefes"te nazareth panadero'nun yastığı hamur gibi yoğurduğu bir mutfak sahnesi vardır, "seit sie"de de upuzun bir yemek yapma sahnesi var. "nefes"in sonlarına doğru bütün dansçılar sanki bir partide toplu fotoğraf çektiriyormuş gibi bir araya gelirler, "seit sie"de de benzer bir sahne var. "nefes"te kadınlar bütün endamlarıyla yürürken, eteklerinin erkekler tarafından uçlarından tutularak havalandırıldığı bir sahne vardır, "seit sie"de de erkekler ellerindeki küçük karton levhaları sallayarak bir kadın dansçının kıyafetinin eteklerini havalandırılıyorlar. ve bir de, iki yapıt da bir tom waits şarkısıyla bitiyor:"nefes" tom waits'in sesinden "all the world is green", "seit sie" ise cibelle'in sesinden "green grass". beni ağlatarak başlayan akşam, yine gözyaşlarımla uğurluyor beni salondan..
bu eşleşmeleri fark edince, aklıma geçen yıl amsterdam’da oyun sonrasında yanına gittiğimizde papaioannou'nun, istanbul'un onun gönlünde ayrı bir yeri olduğunu söylediği geldi, nedeni de pina'yla şahsen istanbul'da tanışmış olmasıymış; 2000 yılındaki istanbul tiyatro festivali’ni papaionanou’nun "medea"sı açmış, bir hafta sonra da bausch’un "masurca fogo"su sahnelenmişti (ne yıllarmış! dikmen gürün hoca'ya bir kere daha kocaman bir teşekkür!). ayrıca; papaioannou’nun pina için dans ettiği (sirtaki yaptığı) da söylenir. dolayısıyla sanki papaioannou pina'yla ilk tanıştığı şehire de selam çakmış gibi geldi bana. 

“seit sie”nin sunuş yazısında şöyle diyor papaioannou: “bu, pina’ya bir aşk mektubu. varolduğu ve insanlık tarihine kalıcı bir iz bıraktığı için ona bir teşekkür notu.”
“seit sie” bauschyen tarafları olan, ama aynı zamanda tipik bir papaioannou yapıtı. papaioannou kendi bakışından ödün vermeden pina’ya yaklaşmış, ve adeta ona bir hommage hazırlamış.

yıllardır merak ederdim, atina’ya çok sık turneye gitmesine, uzun yıllardır topluluğunda yunan bir dansçı olmasına ve bu dansçı son yıllardaki yapıtlarının üretim sürecinde çoğunlukla onun asistanlığını yapmış olmasına rağmen pina neden bir atina yapıtı çıkarmadı diye. işte “seit sie” ile papaioannou; bauschyen nitelikleriyle, ara sıra duyulan yunan müziğiyle, topluluğa yaptırdığı soyutlanmış sirtaki hareketleriyle ve sahnenin en gerisinde kalın sünger plakaların üst üste yığılmasıyla oluşturulmuş akropol’üyle pina'nın "bütün yapıtları" arasındaki “eksik atina yapıtı”nı ortaya çıkarmış sanki..

(fotoğraf: mehmet kerem özel, 20.05.2017)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder