26 Mart 2015 Perşembe

“Autonomous Scenography”: Playing an autonomous game with the spectator

(Photo: Mehmet K. Özel)

Visual artist Meryem Bayram's playful "Autonomous Scenography" was staged this evening (on the 25th march) as a part of emwap festival in Istanbul. The venue was Moda Sahnesi.

I remember Bayram as the scenographer of the play “The room and the man” staged in the 2012-13 theater season in Istanbul. It was a very powerful production directed by Mesut Arslan. Bayram’s approach to the space (not only to the stage space but also to the auditorium) was innovative and also very exciting. Therefore, my expectation for tonight was very high, and how lucky I was, it was not a disappointment.
In "Autonomous Scenography" Bayram once more designed a very fabulous atmosphere; very different from her former work but as powerful and innovative as it was. This time she collaborated with performance artists Gaetan Bulourde and Clément Layes, sound designer Charo Calvo and visual artist Pol Matthé to develop her idea.

The most powerful and striking feature of the piece is to use a single material, sheets of cardboard, and to treat this simple material in a different way than it is commonly used. It seems that two ways were selected to treat it: folding and subtracting. Thus variety was attained with a single material.
As the acclaimed professor of scenography Bengi Bugay pointed out during Q&A session, cardboard is a very warm and intimate material with which we all more or less mingle in our childhood.
The way of treating this material on the stage was already like a game. Nevertheless, the piece was not figurative or illustrative; it did not have a significant story either.
Actually, being abstract is very courageous even on the stage of contemporary western theatre. For example; for a long time famous Belgian-Moroccan choreographer Sidi Larbi Cherkaoui has been making similar experimentations with single and simple materials like Bayram and her collaborators did in this piece. Famous English sculptor Antony Gormley designed human-sized-boxes out of wood (“Sutra”, 2008), hollow cubes defined by their metallic borderlines (“Babel”, 2010) and thick and quadrate walls (“Puzzle”, 2012) for Cherkaoui so that he could play with them. However, every time Cherkaoui forced these abstract forms to become figurative by putting many of them together, he made a lotus flower, skyscrapers or a boat out of boxes; babel tower or a tunnel out of cubes; and temples and labyrinth out of walls.
On the contrary, Bayram and her collaborators preferred a design with a high degree of abstraction. Thus, they don’t fix the images they create; they trust the phantasy of the spectators. So, they let us travel through an endless sphere.

Bayram's inspiration for this work was her fascination for pop-up books. The visuality of the piece pronouncedly reminds us of Malevich, the Suprematists and the Construtivists. Bayram’s collaborator Layes stated that besides these references, they were also inspired by Sol LeWitt.
I noticed two spheres in the piece. One is the geometric, repetitive, mechanical, cold, distant, acute or right angled, introverted, uncommunicative, pointed and abstract sphere of choreographer-dancer Clément Layes. The other one that consisted of miscellaneous pieces is kinky, warm, soft, sinuous, communicative, extraverted, spatial, open to associations, more direct and conspicuous sphere of Gaetan Bulourde. While watching the performance, the triangles of James Siena came to my mind on the former part and the Surrealists on the latter part.


One of the significant features of the piece was the lighting design. It has the very crucial mission to interrelate two spheres, which are totally opposite of each other, concerning the movement quality of the performers, communication qualities with the audience, gesture and mimic choices, treatment of the material and the balance between abstract and figurative.
The light combines these two spheres, which could have been easily torn apart into two independent pieces, to a single whole. The light overcomes this difficult task by defining the spheres in a calm and modest way (for example in the first sphere light creates rigid but not strong spaces on the ground) by the use of simple and soft transitions instead of much stressing the characteristics of two spheres which have already been severely separated.
Visual artist Pol Matthé who made his first light design for this production stated during Q&A that he tried to combine the two spheres with a look from above; “above” in every sense of the word: both referring to the location of the control room and to a general approach.

There is also a profound sound design of the piece. As Mesut Arslan rightfully remarked during Q&A in the art of theatre music, sound and effect are three features which must be distinguished from each other, especially concerning this piece.
The sound design was not illustrative; it followed the general abstract atmosphere of the piece. A distinctive characteristic of the sound design was that in the second sphere where Gaetan Bulourde gave life to cardboards and turned them for example to animals, the sound always stepped in for a while later so that it could allow the spectator some time to percept, reflect and comment for himself/herself.
Some of the spectators stated that added sounds were too much, while some found them sufficient. Some said that these sounds triggered their imagination and strengthened the atmosphere of the piece even more. Dramaturge Ayşe Draz stated that she personally enjoyed the every now and then unheimlich (a specific German word meaning spooky, weird) atmosphere created by the sounds.

Lasting for an hour “Autonomous Scenograph” profoundly offers an exquisite atmosphere to play with for the imagination of the spectator. It’s up to the spectator to accept this invitation.

autonomous scenography @ emwap



emwap'ta bu akşam (25 mart) meryem bayram'ın "autonomous scenography" işi sergilendi; mekan yine moda sahnesi'ydi.

meryem bayram'ı, iki-üç sezon öncesinden "oda ve adam"dan hatırlayan çıkabilir; mesut arslan'ın yönettiği çok iyi bir oyundu; mekân kullanımı da oldukça heyecanverici idi. dolayısıyla; bu akşam için beklenti yüksekti. ne mutlu ki, hayal kırıklığı olmadı. meryem bayram yine enfes bir atmosfere imza atmış; performansçılar gaetan bulourde ve clément layes, ilk ışık tasarımını yapan görsel sanatçı pol matthé ve ses tasarımı için charo calvo ile işbirliği yapmış.

söylenecek, yazılacak çok şey var; performansın süresi bir saatti, ardından yapılan söyleşi yaklaşık 1.5 saat sürdü; bitti denmese daha da devam ederdi. 
insan böyle işleri daha sık izlemek istiyor; böyle işler seyircilerle dolsa taşsa diye diliyor; nerede konservatuar öğrencileri, güzel sanatlar üniversitelerinin sahne tasarımı bölümlerinin öğrencileri, hocaları, nerede genç tiyatrocularımız, nerede tiyatrosever seyircilerimiz diye sormadan edemiyor..

keşkeler bir yana; "autonomous scenography" nasıldı, biraz detayına inersem:
işin en önemli ve vurucu özelliği tek bir malzeme kullanmaktı; ama malzemeye farklı yaklaşmak/davranmak, ama bunu yaparken de israfa kaçmamak. iki temel davranış şekli belirlenmiş gibiydi: katlamak ve çıkarmak. bu sayede tekten çeşitliliğe ulaşmak. 
"autonomous scenography"de iki dünya vardı: ilki koreograf-dansçı clément layes'nin geometrik, tekrara dayalı, mekanik, soğuk, dik veya dar açılı, sert, mesafeli, kendi içine kapalı, iletişimsiz, noktasal ve soyut dünyası. ikincisi gaetan bulourde'un her biri birbirinden farklı parçalardan kurulu, karışık, tek defalık, sıcak, kıvrımlı, yumuşak, iletişime açık, mekânsal ve ilkine göre çağrışımı daha direkt ve bariz dünyası.

malzeme kartondu. bengi bugay hoca'nın dediği gibi, çocukluğumuzdan itibaren hepimizin az çok haşır neşir olduğu sıcak, yakın, samimi bir malzeme. zaten sahnede bu malzemeyle yapılanlar da sanki bir oyun gibiydi.

ancak oyun figüratif veya ilüstratif değildi, bariz bir hikayesi yoktu. soyut olmak, doğrusu günümüzde batı sahnesinde bile büyük cesaret. örneğin; meryem bayram ve performansçıların tek bir malzeme ile yaptıkları denemenin benzerini, uzun bir zamandır sidi larbi cherkaoui deniyor. ingiliz heykeltraş antony gormley'in "sutra"da cherkaoui'ye onlarla "oynasın" diye sunduğu insan boyutunda ahşaptan kutular, ya da "babel" için tasarladığı sadece kenar çizgileriyle tanımlanan küpler; "puz/zle"daki bir örnek kalın, kare duvarlar... ama cherkaoui, her seferinde bu soyut formları figüratif olmaya zorluyor; ahşap kutulardan lotus çiçeği, gökdelenler, kayık; küplerden babil kulesi, tüneller; duvarlardan tapınaklar yapıyor.. bayram ve arkadaşları ise tam tersine, soyutlama derecesi yüksek tasarımları tercih etmişler. bu sayede; yarattıkları imajları fikslemiyor, seyircinin hayalgücüne güveniyorlar; sonsuz bir dünyada yolculuk etmemizi sağlıyorlar..

"autonomous scenography"de ışık tasarımı çok önemli bir görev üstleniyor. performansçıların hareket kalitesi, seyirciyle iletişim durumu, jest-mimik seçimi, malzemenin kullanılış şekli, soyut-figüratif dengesi açısından birbirine zıt karakterdeki iki dünyayı birleştiren, kolayca iki parçaya ayrılıp parçalanabilecek bir işi tek bir bütüne dönüştüren ışık! çünkü ışık, diğer bütün öğeleriyle ayrılan parçaların karakterlerinin altını daha da kalın çizmek yerine, alçakgönüllü ve sakin bir şekilde parçaları tanımlayarak (mesela ilk bölümde zeminde sert değil ama kesin alanlar yaratarak), basit ve yumuşak geçişlerle onları -pol matthé'nin tabiriyle- daha "yukardan" (her anlamda yukardan; hem ışık masasının konumu itibariyle yukardan hem de genel/total/bütünsel yaklaşım anlamında yukardan) bir bakışla birbirine bağlıyor.

bir de bu işteki müzik/ses/efekt (mesut arslan'ın yerinde bir saptamayla, ayrılmaları gerektiğini söylediği üç alan) üzerine konuşmak lazım. seyircilerden bazıları yapıta eklenen sesleri fazla buldu, bazıları yeterli, bazılarımız seslerin hayalgücümüzü daha da tetiklediğinden bahsetti, bazılarımız sahnedeki atmosferin sesler sayesinde daha da güçlendiğinden; ayşe draz da seslerin zaman zaman yarattığı unheimlich (tekinsiz) atmosferden keyif aldığını söyledi.
ses tasarımı ve kullanımının; birebir betimleyici olmamasıyla, işin genelindeki soyutluğu takip etmesiyle ve özellikle ikinci bölümde gaetan bulourde herhangi bir kartona hayat verirken, hemen değil, biraz daha sonra devreye girerek seyirciye algı ve yorum için zaman tanımasıyla bir yapıta nasıl hizmet edebileceğinin güzel bir örneğiydi.

bu işi tasarlarken meryem bayram'ın esin kaynağı/çıkış noktası üç boyutlu çocuk kitapları (pop-up'lar) olmuş. 
işin görselliği, çok bariz bir şekilde, söyleşide ata ünal ve elmas deniz'in söylediği üzere, malevich'i, süprematistleri, konstrüktivistleri akla getiriyor. clément layes bunun üzerine söz aldığında sol lewitt'e de baktıklarını belirtti. 
bunlar dışında, ilk bölüm için bir çok soyut sanat işi de akla geliyor, örneğin james siena'nın üçgenleri; ikinci bölümde ise sürrealistler..





24 Mart 2015 Salı

romantizmin derin sarhoşluğu


bu akşam, içinde yaşamakta olduğum kaotik şehrin, istanbul'un, nimetlerinden nasiplendim; şehrin en büyüleyici, sessiz, insancıl mekânlarından birinde, klasik müzik konser âdâbı bilen dinleyiciler ile benzersiz, unutulmayacak bir konser izledim; ruhum yıkandı.
boğaziçi üniversitesi'nin bünyesindeki albert long salonu'nda dünyaca ünlü cellist gautier capuçon ile piyanistimiz gülru ensari, programı romantik bestecilerden oluşan, şarap kırmızısı ile saten moru arası bir renkte, derin, damıtılmış, güçlü bir konser verdiler.
schumann'ın fantazi parçaları ile franck'ın la majör sonatı mükemmeldi, ama esas, brahms'ın bir numaralı sonatı muhteşemdi. dinmeyen alkışlara cevap olarak da iki bis; rachmaninov'tan vokaliz ve yanılmıyorsam saint-saens'dan kuğunun ölümü.
soğuk, sakin bir akşamdı; gökte hilal vardı; toprak nemliydi; salon tıklım tıklım dolu değildi; hava temizdi; huzurluydu; atmosfer duygulu ve yumuşaktı..


schwalbe cheats @ emwap






doğruya doğru; bu akşam emwap kapsamında moda sahnesi'nde tiyatro kolektif schwalbe'nin müthiş estetik bir işini izledik: "schwalbe cheats". evet, muhteşemdi! performansçıların performansları, işin dramaturjisi, koreografisi, sahne tasarımı, kostümler, hele de ışık; bir numaraydı.
bu akşamı kaçıranlar için, yarın (24 mart'ta) aynı saatte moda sahnesi'nde tekrarı var. 

oyunlar oynayan sekiz insanın nasıl insanlığın resmine dönüştüğünü; nasıl birbirlerinin kıyafetlerini parçaladıklarını, kazanmak için birbirlerine neler yapabileceklerini, hileleri işbirliklerini taktikleri izledik. zaman zaman güldük, zaman zamansa isyan ettik; göbekli adama öfkelendik, kısa boylu kızın maymunsu çevikliğine hayret ettik..

gösteri sonrasında söyleşi oldu. schwalbe'nin geleneğiymiş gösteri sonrası söyleşileri. seyircilerin hepsi kaldı; sıkı bir tartışma başladı; çok şey konuşuldu..
en çok merak edilen gösterinin ne kadarının gerçek ne kadarının kurmaca olduğu idi. cevap; belli bir strüktürün olduğu ve araların doğaçlamalarla doldurulduğu oldu.
göbekli adamın kızın saçını çektiği ve diğer adama tükürdüğü sahnelerin ne kadar gerçek olduğu soruldu, çünkü herkesten en çok tepki alan sahneler bunlardı. sırrımız dediler cevap vermediler. sır olacak bir şey yok aslında; o sahneler tam da kurmacanın tavan yaptığı sahnelerdi, çünkü seyirciyi diri tutan sahnelerdi onlar; onlar olmasa gösteri rahatlıkla biteviyeleşebilirdi. zaten, daha sahneye adım attığında o göbekli adamın, gecenin arızası olacağı hal ve tavrında belli değil miydi.
yani, çok güzel çalışılmış, milim milim hesaplanmış durumlardı sahnede izlediklerimiz. evet, doğaçlamalar vardı mutlaka, ama strüktürü o değişmez noktalar kuruyordu.
kurallar konuşuldu; ne kadarının kural ne kadarının hile olduğu; huizinga demez mi, oyunu oyun yapan özelliklerden biri de kurallarının ihlal edilmesidir..

söyleşide çok şey konuşuldu, konuşulmayan bir şeyi de ben söylemek isterim, söz alanlardan sıra gelmedi çünkü, sonrasında barda takılacak vaktim de yoktu maalesef, performansçıların yüzüne söyliyim:
bu kadar estetize edilmiş bir ışık tasarımının olduğu bir iş zaten kesinlikle gerçek olamaz, baştan sona kurmacadır. hiç müzik kullanılmamış işte, ışık tasarımı, sanki bir amerikan savaş filmindeki müzik kullanımı gibi, seyirciye hangi duyguyu yaşatılacağının altını çok ustaca çiziyordu; hele de son beş dakikada.
böyle bir iş seyirciyle, schwalbe'nin umut ettiği ilişkiyi de kuramaz, çünkü kendisini sadece ışık tasarımıyla bile bir sanat ürünü olarak tanımlamıştır.

bu gösteriyi sahneledikleri başka mekanlar nasıldı bilemem, moda sahnesi'ndeki gösterim üzerinden konuşursam; seyirci ile arasında podyum yükseltisi olan, seyirciye kendisini sadece karşıdan yani tek yönden seyrettiren bir iş ne yazık ki, kolektifin hayal ettiği seyirci ile ilişkiyi baştan, mekan düzeninden kaybeder.
halbuki, hemzemin bir düzende, dört bir tarafa da seyircileri oturtmuş olsalardı; işte o zaman, tam da söyleşi sırasında aydın teker'in hayalgücünde canlanan arena gerçekleşmiş olurdu. seyirci, performansçıları izlerken diğer taraftaki seyirciyi de görür, sadece performansçılardan değil, karşıdaki seyircilerin tepkilerinden de etkilenirdi, çoğalırdı; işte o zaman oyun ile seyirci, seyirci ile seyirci bütünleşirdi, etkileşime girerdi; seyirci, oyun alanında gerçekleşen hayat mücadelesine ortak olurdu. tabii, mekanın bütün ışıklarını da bütün çıplaklığıyla açık bırakmaları gerekirdi..

emwap yazılarımın geleneğini bozmıyım ve seyrederken aklıma düşen tablolarla yazımı bitiriyim. gerçi schwalbe bu işe hazırlık sürecinde bol bol ikinci dünya savaşı filmleri, rus dövüş taktikleri, japon dövüş sanatı örnekleri izlemişse de, ben seyrederken 17.-18.yy romatik ressamların, poussin'nin, rubens'in dünyalarına gittim.



ilginç bir tesadüfse, aklıma anne-louis girodet'nin "kahire ayaklanması" tablosu gelmişken, schwalbe'den melih gençboyacı'nın hazırlık sürecinde izledikleri imajlar arasında tahrir görüntülerini sayması oldu.



hamiş:
son zamanlarda sahne sanatları söyleşilerinde yaratıcıların şöyle bir söylemleri var: tasarladıkları işlerin her farklı akşamda, her farklı seyirciyle, her farklı mekanda farklılaştığını söylüyorlar. bir de, her seyircinin seyrettiği hakkında kendi öznel yorumunun olduğunu, kendilerinin belli bir yorumu empoze etmediklerini.
iyi de; zaten çok uzun bir zamandır seyirciye tek bir gerçekliğin, tek bir doğrunun, tek kaçışlı bir perspektifin empoze edilmediği bir dönemde yaşamaktayız. düşünce dünyamız merleau-ponty'ler, de certeau'lar, foucault'lar falan gördü, geçirdi.. hala bu laflar edilir mi! tabii ki her akşam, her seyirci topluluğu, her mekan farklılaştıracak gösteriyi, tabii ki her seyirci kendi birikimiyle, gözüyle, aklıyla, kalbiyle, o anki ruh haliyle farklı algılayacak gösteriyi; performansçılar aynı kalmıyor ki, seyirciler bir örnek düşünsün. bu durumu, sanki o veya şu gösteriye özelmiş gibi lanse etmek artık abes kaçmıyor mu; buralardan geçmedik mi çoktan..
Anne-Louis Girodet
Anne-Louis Girodet
Anne-Louis Girodet
 

22 Mart 2015 Pazar

curating space @ emwap





festivali'nin ilk işi olarak sahne alan "curating space" aslı performatif yerleştirme geçen hafta salt beyoğlu'nun istiklal'le hemzemin giriş katına yerleşti; 17-20 mart tarihlerinde 4 gün boyunca ziyaretçilerini bekledi; yaşantılanmaya açık ve hazır olarak.
19 mart akşamı canlı bir performans da gerçekleştirildi; arkasından bir söyleşi de. ben maalesef performansı ve söyleşiyi takip edemedim, ancak yerleştirmeyi deneyimleme imkanı yarattım kendime.

her ne kadar yerleştirmenin içindeki perdelere istanbul sokaklarının fotoğrafları yansıtılıyor olsa da, işin yaratıcıları erki de vries ile pieter huybrechts'in flaman olmaları mı beni bu bağlantıyı kurmaya itti bilemiyorum; yerleştirmenin içiçe geçmiş incecik kanatlı pencereleri, incecik pervazlı kapılar,  deliklerden görülen diğer dünyalar, katman katman derinleşen mekanlar, bilmecemsi atmosfer johannes vermeer'in, pieter de hooch'un resimlerini hatırlattı.



 

yerleştirmeyi gezerken aklıma gelen bir başka referans da kübo-futuristler ve rus konstrüktivistleriydi; özellikle de o dönemde bir çok sahne tasarımı yapmış olan alexandra exter.




benim gibi performansı izleyemeyenler için fikir vermesi açısından aşağıdaki video yararlı olabilir:


CURATING SPACE from Platform 0090 on Vimeo.


hamiş:
29 ocak-01 şubat 2015 tarihlerinde antwerp'te, mesut arslan'ın platform 0090'ı ile diğer üç sanat kurumunun ortaklaşa paylaştıkları binada "the image generator" adında, görsel sanatlar ile performans arasında işler sergileyen bir etkinlik düzenlenmişti. bu aralar oyuncu-seyirci-mekan ilişkileri üzerine okumalar yaptığım için bu etkinliği çok merak etmiştim. ne tesadüf ki o tarihlerde belçika'daydım ancak etkinlikten son dakikada haberdar olduğum için ve seyahat planımda antwerp olmadığı için müthiş hayıflanmıştım. 15 gün önce emwap festivalini ilk duyduğumda istanbul'da böyle bir etkinliğin düzenlendiğine sevinmemin yanısıra, iki ay önce belçika'da kılpayı kaçırdığım iki işi görecek olmaktan mutlu oldum. bunlardan ilki "curating space" idi. ikincisi 25 mart'ta moda sahnesi'nde meryem bayram'ın "autonomous scenography"si olacak.

15 Mart 2015 Pazar

girdaba çeken "dalgalar"



mdt-istanbul "akdeniz" adlı bir programla mart ayında fulya ve süreyya'ya konuk oluyor. akdenizli üç koreografın üç işinin sahnelendiği akşam aralar dahil 70 dakika sürüyor. özellikle "dalgalar" adlı son yapıtın etkisi ise, salondan çıktıktan sonra uzun bir süre daha sizi bırakmıyor.
yunan koreograf andonis foniadakis'in yapıtında enerji, işin adını hak ederek dalga dalga sahneden oditoryuma yayılıyor. dansçıların kıvrılan bedenlerinden çıkan dalgalar seyircilerin beyin kıvrımlarında dolaşıyor.
ilk iki yapıttan sonraki arada yanındaki arkadaşına dönüp de "ben aslında çağdaş dansı sevmiyorum, anlamıyorum, bana göre olan bale veya modern bale" diyen kadın seyirci, "dalgalar" bittiğinde çığlık çığlığa ayakta, alkışlamakta!

"dalgalar"ın atmosferik müziği gökçe özüçoşkun'a, kostüm tasarımı foniadakis'e ait.
nedense; herhalde elektronik müzikten, kostümlerin renklerinden ve bilimkurgusal çağrışımlı çizgilerinden dolayı olsa gerek, "dalgalar"ın atmosferi bana ünlü "dune" romanını ve romandan uyarlanmış david lynch filmini hatırlatıyor.




sarı uzun saçlı kadın dansçı ile dazlak erkek dansçı yapıtın baş dalgaları; onlar kral ile kraliçe; başka bir dünyadan buraya inmiş gibiler; bedenlerinde kemik yok gibi; etraflarında yarattıkları etki çok yüksek.
sarı uzun saçlı kadının üç erkekle olan sahnesinde erkeklerin hareketleri onun hareketlerini etkiliyormuş, erkekler kadını yönetiyormuş gibi gözüküyor ama değil, tam tersi, sahneyi domine eden o.
kadın dansçı: gül yılmazer. erkek dansçı: alper marangoz. ikisi de göz kamaştırıcı.

sona doğru duman ve rüzgarla yaratılan efekt, ışık tasarımıyla da birleşince, sahnede gerçekleşen olay seyretmekten büyük haz alınan bir gösteriye dönüşüyor.
son dakikadaki stobe efektine ise hiç gerek yokmuş kanımca.

mdt-ist'in bütün kadrosu inanılmaz yüksek bir enerji ve tempoyla; bir an durmaksızın 18 dakikalık bir girdaba çekiyorlar bizi.
bu daveti geri çevirmemek lazım; salonu tıklım tıklım doldurmak lazım.
"dalgalar"ın videosu ile yetinmeyin; bu kasırgayı kaçırmayın! 18 mart'ta fulya'da, 20 mart'ta süreyya'da..



Dalgalar MDTIstanbul Andonis Foniadakis from Andonis Foniadakis on Vimeo.

14 Mart 2015 Cumartesi

cemal reşit rey konser salonu'nun enfes bahar programı



bürokratik saçmalıklardan kaynaklanan nedenlerden ocak ve şubat aylarında kapalı kalan cemal reşit rey konser salonu, mart-nisan-mayıs programını açıkladı.
yıl boyu festival denebilecek kalitede bir program var karşımızda. ancak istanbul müzik festivali'nde izleyebildiğiniz, işsanat'ın ancak bütün sezona yayarak getirebildiği sanatçılar crr konser salonuna üç aylık bir sürede konuk olacaklar.

mart'ın ilk günlerinde ayla erduran'ı, bobby mcferrin'i izledik.. 6 mart'taki, usta piyanist maria joao pires'in milos popovic ile vereceği ikili piyano konseri, pires'in rahatsızlığı nedeniyle ileriki bir tarihe ertelendi..

programından ilk elde dikkat çekenler:

1-2 mayıs'ta sidi larbi cherkaoui - shantala shivalingappa ortak dans projesi: play
(ikilinin bu çalışmasının nüvesini oluşturan ilk ortak işleri "barasey"i 2008 kasım'ında düsseldorf'da pina bausch festivali kapsamında izlemiştim; o zamanki izlenimim blogumun ilk yazıları arasındadır.)

28 nisan'da tiyatral şarkı konusunda dünyada bir numara, benzersiz ute lemper

2  nisan'da katia ve marielle labeque piyano ikilisi

16 mayıs'ta orfeo 55 barok topluluğu ile kontrtenor philippe jaroussky ve kontalto nathalie stutzmann (bu konser programını geçen sene köln philarmonie'de dinlemiştim; tek kelime ile enfesti! şiddetle tavsiye ederim; kaçırmayın!)

26 nisan'da jan garbarek

26 mart'ta ivo pogorelich

18 nisan'da, istanbul'a pek sık konuk olmayan bilkent senfoni orkestrası çok ilginç bir projeyle geliyorlar: çanakkale savaşı anısına sekiz türk bestecinin yapıtlarının ilk seslendirilişi

16 mart ve 22 nisan'da budapeşte festival orkestrası; konserleri maalesef efsane şef ivan fischer yönetmiyor ama gabor takacs nagy de oldukça iyi bir şef; bu konserler de kaçmaz!

diğer öne çıkanlar:
antonio gades, rojas rodriguez flamenko dans toplulukları ve bordeaux ulusal operası dans topluluğu,
oda müziği grupları pacifica quartet, takacs quartet ve the nash ensemble,
çalgısının ustaları mandolinci avi avital, gitaristler milos karadaglic, david russell, canizares, sharon isbin ve trompetçi alison balsom,
bizdense bağlamanın ustaları erol parlak, erdal erzincan ve cengiz özkan..

programın tamamına buradan ulaşılabilir.
mayıs sonuna kadarki bütün konserler için bilet satışı başladı.

10 Mart 2015 Salı

Opportunities: Auditions For Romeo Castellucci’s Oresteia



In view of resuming its “Oresteia”, the Italian theatre company Socìetas Raffaello Sanzio is looking for actors/performers with the following physical characteristics:
Women
CLYTEMNESTRA > an extremely corpulent woman. Aged between 30 and 60. Only a few lines to recite.
ELECTRA > rather short. Corpulent. Aged between 25 and 35. Only a few lines to recite.
Men
AEGISTHUS > a young actor, very muscular and with a perfect stature. Only a few lines to recite. Aged between 20 and 35.
ORESTES > a young actor, extremely thin. No recitation. Aged between 20 and 35.
PYLADES > a very tall actor, at least 190 cm. Extremely thin. No recitation. Aged between 30 and 40.
The actors must be willing to appear nude.
The type of nudity involved is not erotic, inspired instead by the severe and statuesque nudity of Hellenistic iconography.
For all of the roles, no specific preparation as to the text’s pronunciation is required, given the scarce number of lines to be recited. Note however that the text will be recited in Italian.
The rehearsals will be held in Cesena (Italy) at the Teatro Comandini from 21 July 2015 to 2 August 2015.
The début series of performances will be held in Paris at the Théâtre Odeon from 25 November 2015 to 21 December 2015.
The international tour will take place in 2016, beginning in January.
Applicants are asked to send a brief CV and photos (low resolution, please), both facial and full-figured (nude, if possible) to the e-mail address orestea2015@gmail.com .
Applications must arrive no later than 20 March 2015.
Within 30 March 2015, only the candidates selected for the auditions will be contacted.
The auditions will be held in Cesena (Italy) at the Teatro Comandini during the week from 13 to 19 April 2015.

7 Mart 2015 Cumartesi

romeo castellucci'den "zalim oidipus" berlin schaubühne'de






romeo castellucci'nin berlin schaubühne'de sahneye koyduğu friedrich hölderlin'in "zalim oidipus" (ödipus der tyrann) adlı oyunun prömiyeri dün akşam (6 mart 2015) gerçekleşti. bu, castellucci'nin schaubühne'de sahnelediği ikinci, hölderlin metinlerini kullandığı üçüncü işi imiş.

castellucci hölderlin'in sofokles'ten esinlendiği metnini bir kadınlar manastırına taşımış. uzun bir süre manastırdaki rahibelerin gündelik hayatlarından sahneler izlendikten sonra, bir rahibenin yorganının altından hölderlin'in "zalim oidipus" kitabının çıkması ve rahibenin kitabı okumaya başlamasıyla, sahne dönüşüyor ve "zalim oidipus" kadınlar manastırının mekânında hayat buluyormuş..

oyun hakkında internette çıkan ilk eleştiri pek parlak değil. ancak; fotoğraflardan anlaşıldığı kadarıyla castellucci'nin sahnede yine etkileyici ve özgün bir atmosfer yarattığı kesin.
son sahne ise, eleştirmenin de hakkını verdiği üzere, fikir olarak oldukça etkileyici: oidipus'un gözlerini oyduğu sahnede, duvara yansııtılan video görüntüsünde bizzat castelluci'nin gözlerine gözyaşı  bombası sıkılıyor.

kadroda angela winkler (alman tiyatrosunun yaşayan en ünlü kadın oyuncularından biri), julie böwe (schaubühne'nin yıldızlarından biri) ve ursina lardi (haneke'nin "beyaz bant"ından hatırlanabilir) gibi sağlam oyuncular var. kadronun büyük bir kısmı ise 23 figürandan oluşuyor; malum, figüranlar castellucci'nin hareketli enstalasyon (yerleştirme) benzeri tiyatral tarzının vazgeçilmez unsurlarındandır. sahne ve kostüm tasarımı da castellucci'ye ait; bembeyaz ve içinde geometrik oyuklar olan duvar portekizli ünlü mimar alvaro siza'nın yapıtlarını çağrıştırıyor.

"zalim oidipus" mart boyunca schaubühne sahnesinde sekiz kere oyunuyo; nisan programında ise gözükmüyor. ileriki aylarda gösterime devam edileceğine eminim. ilk uygun fırsatta oyunu canlı izlemeyi umuyorum; o zaman birinci elden izlenimlerimi de paylaşacağım..






5 Mart 2015 Perşembe

emwap festivali, 17 mart - 5 nisan 2015

yurtdışından sahne sanatları yapımlarının sezon içinde neredeyse hiç uğramadığı şehrimizde yeni bir festival düzenleniyor.
festivalin organizasyonu mesut arslan'ın platform 0090, mehmet ergen'in arcola ve talimhane tiyatroları, ve produktiehuis rotterdam'a ait.
bilet fiyatları çok uygun.
yapımlar geleneksel oyuncu-seyirci-mekân ilişkilerini sorgulayan yenilikçi ve çağdaş işler. programda, uzun zamandır istanbul sahnelerinde izleyemediğimiz (dolayısıyla özlediğimiz) yerli sanatçılar da var: taldans (filiz sızanlı & mustafa kaplan) ve ilyas odman.
kaçırmayın derim.. 

daha fazla bilgi için 


17, 18, 19, 20 Mart - 10:00 - 20:00
@ SALT Beyoglu
  CURATING SPACE - Erki De Vries, Pieter Huybrechts, Kris Delacourt
    



23, 24 Mart 2015 - 20:30
@ Moda Sahnesi
SCHWALBE CHEATS - Schwalbe  

25 Mart 2015 - 20:30
@ Moda Sahnesi
AUTONOMOUS SCENOGRAPHY -  Meryem Bayram 

31 Mart, 1 Nisan 2015 - 20:30
@ Moda Sahnesi
WE NEED TO MOVE URGENTLY - Taldans - 31 March, 1 April 2015 - 20u30

      
2, 3 Nisan 2015  - 20:30
@ Tiyatro D22 
HOLY HOLY HOLY - Copycats 
     

4, 5 Nisan 2015  - 20:30
@ Talimhane Tiyatrosu
SHRAPNEL: 34 FRAGMENTS OF A MASSACRE - Anders Lustgarten/Arcola Theatre -