10 Haziran 2014 Salı

SELİM CAN YALÇIN İLE “YUVAYA DÖNMEK – BABAM İÇİN” ÜZERİNE

-->
 
istanbul şehir tiyatroları’nın “yuvaya dönmek- babam için” adlı yapımı yoğun pina bausch atmosferi dolayısıyla beni o kadar heyecanlandırdı ki, künyesinden projenin kilit ismi olduğunu fark ettiğim selim can yalçın’ı aradım, ve onunla bir söyleşi gerçekleştirdim.

selim can yalçın’la mart sonunda (24 mart'ta), havanın limonata gibi olduğu bir pazartesi öğleden sonrasında moda’da buluştuk; 1.5 saat kadar sohbet ettik. bazen ben sormadan o heyecanla anlattı, bazen benim pina bausch tiyatrosu üzerinden sorduğum soruları yanıtladı; işte konuştuklarımız:


SÜREÇ
öncelikle bu projenin nasıl gerçekleştiğini merak ediyordum. selim can yalçın’ın ağzından “yuvaya dönmek”in kısaca oluşum süreci:

“alessandra paoletti üç yıl önce şehir tiyatrolarının cgsm bünyesinde bir atölye çalışması yapmak üzere istanbul’a gelmişti, ben de bu atölyeye tesadüfen katılmıştım. tanıştık, arkadaş olduk; zamanla, benzer şekilde düşündüğümüzü fark ettik. 
alessandra “burada bir iş yapmak istiyorum, oturup çalışalım” dedi; çalışmaya, araştırmaya başladık..
alessandra sınır kavramıyla çok ilgileniyordu, istanbul’u iki kıta arasında doğal bir sınır olarak tanımladığı için burada çalışmak onun için çok önemliydi..”


TEMA
oyunun genel dramaturjik yapısı pina bausch’un yapıtlarına çok benzediği için, oyununu omurgasını kuran tema(ların) nasıl oluştuğunu, üretim sürecinde bausch gibi soru-cevap şeklinde mi çalıştıklarını, yazılı bir metnin olup olmadığını sorduğumda selim can yalçın’ın anlattıkları şunlardı:

“alessandra’nın ilgilendiği sınır kavramının yanısıra, kayıp ve göçmenlik temaları etrafında da gelişen bir çalışma yaptık; herşeyini kaybetmek zorunda kalmış, toprağından gönderilmiş bir ailenin hikayesi..
tarihi bir olay içinde bir ailenin çöküşü, parçalanmaya böyle bir yapının vereceği tepkileri araştırmak istedik, ancak oyunda bunların  hikayesini aktarmıyoruz; hikaye bir yerden başlayıp bir yere gitmiyor; parçalar arasında çizgisel bir bağ yok, birbirinden bağımsız özellikleri var..
küçük insanların yaşadıkları şeyler, küçük ayrıntılar önemliydi bizim için.. oyunun başında anlatılan hikaye ise oyundaki hiç bir karakterin hikayesi değil; o gerçek bir hikaye..”

“sınır, kayıp, göçmenlik temaları etrafında kişisel hikayeler anlatırız, doğaçlayarak bu temalar etrafında bir şeyler çıkarırız diye düşünürken, süreç içinde çalışma şeklimiz evrildi ve biz bir metnimizin olması gerektiğine karar verdik; bu sayede hem çalışacağımız insanlarla iletişimimiz kolaylaşacak, hem de 1-2 senelik prova sürecine ihtiyacımız olmayacaktı. ama, öyle yapsaydık, belki başka bir iş ortaya çıkmış olacaktı.”

“zaman içinde bir metin oluştu; alessandra çok yoğun çalışarak, başka kaynaklardan da beslenerek metni oluşturdu; metnin ilk versiyonunu çıkardıktan sonra üzerinde çalışmaya devam etti ve 10-15 versiyonunu yazdı. ancak, oyuncularla üretim sürecinde metin ile çalışmadık. metne geri dönmemiz çalışmaya başladıktan 1.5-2 ay sonra oldu. bu zaman zarfında, oyuncularla metinden alınan kavramlar üzerinden soru-cevap şekilde çalıştık.
çocukluğu hatırlamak, çocukluğa veda etme zorunda kalmak, kişilere veda etmek zorunda kalmak, o aramanın, arayışın, kaybetmenin, endişenin oyuncuların kişisel geçmişindeki karşılığını bulabilmek için, belli hazırlanmış sorularla oyuncuların kişisel malzemelerinden yola çıkmak gerekti.
bazı şeyleri sürekli kendi içimizde veya dışımızda aramak ve bulmak zorundaydık; malzemeleri ürettik, sonra bunları metindeki sahnelere ve diyaloglara yönlendirdik.
oyunun son halindeki konuşmaların sıralaması metin ile aynı değil; dramaturjik çalışmayı yaparken daha akışkan bir kurgu izleyebilmek için değiştirdik..”

“savaş, etnik köken veya din sebebiyle insanların bir yerde bir yere aktarılması, hele de bu durumla alakaları yokken gönderilmeleri; kendi evinizin olduğu yerde birdenbire bir yabancıya dönüşmek; gidilen yerde yabancı olmak çok acı bir şey! bu yüzden oyunun başında üvertür olarak bir masal anlatıyoruz; tilki’nin horoz ile arkadaş olalım deyip onu yemesi aslında oyunun özeti..”

“derdimiz belli bir dönemi ve belli insanları aktarmak değildi; bu yüzden oyunun içindeki hikayeler gerçek olsa da, sahnelemede “gerçekçi” bir yaklaşım yok; anlar ve parçalar var.. oyundaki kişiler temsili bir yerdeler; bir anının içinde başka bir anı hatırlıyorlar; oradan oraya yolculuk ediyorlar..
biz burada hayatın karmaşasını anlatıyoruz ama karmaşık bir şey anlatmıyoruz; felsefi bir damardan, anlaşılmayacak kavramlar üzerinden kimsenin yaşamadığı, yaşamayacağı şeyler, duygular anlatmıyoruz.. oyunun politik söylemleri, felsefi kavramları yok, çok öz bazı şeyleri var, ama onları da başka türlü anlatmaya, aktarmaya çalıştık; biraz soyutlayarak anlatıyoruz..”

oyunun adındaki “babam için” alt başlığını sordum selim can yalçın’a:
“tabii ki babası, alessandra’nın en büyük kaybı; biz de oyunda kayıp temasını işlerken, bu çok anlamlı.
bu işe başladığımız zaman ben de babamı kaybetmiştim.
ancak, öte yandan oyunda baba figürü yok; iki aile var, kuzenler var, ama ikisinin de babası yok.
oyunda babaların olmaması, ilk kayıpların babalar olması, kayıp temasını işliyor ve projenin içine kendimizden de bu kadar şey koyuyor olmamız dolayısıyla bu alt başlığın özel ve anlamlı olacağını düşündük; bir anlamda taziye gibi bir oyun..”


JULİE ANN STANZAK
bu projeye pina bausch dansçılarından julie ann stanzak’ın sanatsal danışman olarak ve damiano ottavio bigi’nin yardımcı koreograf olarak katılmaları nasıl oldu; neden yapımın genel havası bu kadar yoğun bir şekilde “bauschvari” diye sorduğumda selim can yalçın şunları söyledi:

“alessandra aslında oyuncu ve oyuncu koçu; çok yakın zamanda oyun yazmaya ve yönetmeye yöneldi.
bu proje, alessandra’nın bu tür iş yapmak istemesi, bu tür işten hoşlanması, kendi cümlesiyle “ben bununla büyüdüm, bunu seviyorum, böyle tiyatro yapmak istiyorum” demesiyle gerçekleşti. demek ki, alessandra’nın başlamak istediği atmosfer ve varmak istediği nokta buymuş..
kaldı ki metin kullanmamız, oyun içindeki sahneler, oyuncuların oynuyor olması, konuşmanın, monologların olması bu projeyi pina bausch’un yapıtlarından ayıran özellikler kanımca..”

“julie ann stanzak’ın projeye dahil olması ise bütünüyle alessandra’nın çabasıyla oldu. 
ben alessandra ile nasıl tanışmışsam, alessandra da julie ile aynı şekilde tanışmış. julie projeyi çok sevmiş, aralarındaki dostluk sebebiyle “sen orada böyle bir şey yapıyorsan ben de gelirim” demiş julie.”

“julie öyle kolay kolay bir yerlere gidebilen birisi değil; tanztheater wuppertal’in programı dolayısıyla çok yoğun. bu yüzden onu çok zor getirdik; ben her seferinde julie’yi havalimanından alıp, hep beraber 2 gün aralıksız çalıştıktan sonra havalimanına bırakıyordum. ayda iki kere bunu yapıyorduk.”

“julie’nin tam bir “artistic collaborator” (sanatsal katılımcı anlamına gelen bu tabiri biz sanatsal danışman olarak türkçeleştirdik) olarak kostümlerden sahne tasarımına kadar projenin her şeyine katkısı oldu.”

“”yuvaya dönmek”de hareketleri üretirken imgeler-imajlar üzerinden çalıştık.
bir çocuğa ev çiz deyince bir ev, bir nehir çizer, ağaç cizer, arkaya da bir dağ çizer. oyunda da bir ev, bir ağaç var, dağ var, nehir var, sınır var, geçmiş olduğumuz bir deniz var; ve bunların hepsi tersine dönmüş duruyor sahnede. biz bunların arasında deviniyoruz ve bunlar dönüşüyor; çok anlamlı hallere bürünüyorlar..
bunların gelişiminde ve oluşumunda julie’nin yardımı çok büyük oldu. julie metinden aldığı imgeleri kullanarak bize; bir sözcüğü beden diline nasıl dönüştürürüz, bir cümleyi bedenimizle yazdığımızı düşündüğümüzde nasıl bir hareket çıkar ortaya, onun anlamı bizim için ne olabilir, bu anlamlar nasıl yeni anlamlar üretir, oyuncu kendi kendinin, kendi hareketlerinin yazarı nasıl olur anlamında çok yardımcı oldu. bu süreçte sololar, ikililer, topluluk hareketleri ortaya çıktı..”

“damiano; julie ve alessandra’nın davetlisi olarak projeye katıldı, bizimle çok uzun vakit geçirdi; koreograf olarak onun bilgisinden her anlamda faydalandık; damiano ilk defa dansçı olmayan bir tiyatro ekibiyle çalışıyordu. aynı zamanda, yardımcı yönetmen gibiydi de.”

“giuseppe sangiorgi diye bir arkadışımız daha vardı. yardımcı yönetmendi, bizimle müzik ve ses üzerinden doğaçlama çalıştı, alessandra’nın yönlendirmelerine göre hareket çalışmaları yaptırdı.”


EKİP
sahne üzerindeki oyuncu ekibin dans konusundaki başarıları ise ayrıca takdir edilesi. formal dans eğitimi almamış oyuncuların bu seviyeye nasıl geldiklerinin cevabı selim can yalçın’daydı:

“kalabalık ve yoğun çalışan bir tiyatro kurumundayız, dolayısıyla mevcut kastın oluşturulması ve seçilmesi kolay olmadı. bu kastı bir araya getirebilmek için bayağı uğraştık. kurumda bir proje için oyuncu seçmek diye bir şey yok ama, ben bu projede görev alan herkesi tanıyorum; özel ilgi alanları, böyle bir çalışmada olma istekleri de gözönünde bulundurulduğunda ideal bir kadroyu bir araya getirmeyi başardık.”

“aramızda dans geçmişi olan yok; sadece, dansla ilgilenenler var; hiçbirimiz kendimize dansçı diyemeyiz. herkes kendi isteği ile gönüllü olarak çalıştı.”


DEKOR
“sahne tasarımının bir parçası olarak kullanılan çatı adrian paci’nin “gidilecek ev” adlı bir enstalasyonu; bize kullanmamız için izin verdi. paci göçmen bir sanatçı ve bu tür işleri var; bizi destekledi.
alessandra özellikle paci’nin işlerinden çok etkileniyor. kapısını çalıp projeyi anlatınca paci projeyi beğenmiş ve “gidilecek ev”i sahne tasarımının bir parçası olarak kullanmamız için izin vermiş; bu da bizim için büyük bir şans.”

tam da burada, yine pina bausch’a referans vererek selim can yalçın’a şunu soruyorum: bausch’un yapıtlarında sahne tasarımı prömiyerden bir ay önce belli olur, ama bausch ve dansçıları bu kısa sürede sahne tasarımıyla vakit geçirerek onu kendilerinin kılmayı, kullanmayı başarırlar. sizin sahne tasarımıyla ilişkiniz nasıl oldu, “gidilecek ev” baştan belli miydi?”

“repertuvar versiyonunu çıkaracağımız belli olduğu zaman alessandra “gidilecek ev” ile gelmişti zaten. sonraki çalışma sürecinde bu çatıyı niye devirmiyoruz, altına tekerlek koyup hareket ettirmiyoruz, içini oda gibi kullanabiliriz, kısmen devrilmiş bir mekana dönüşebiliriz, üzerine çıkabiliriz dedik, denedik..”


SAHNE
bana göre, özellikle harbiye muhsin ertuğrul sahnesi’nde mekanını, espasını bulan “yuvaya dönmek”in şehir tiyatroları’nın diğer sahnelerine nasıl adapte olabileceği kaygımı paylaştığım selim can yalçın bu konuda şunları söyledi:

“provaları ağırlıklı olarak fatih reşat nuri sahnesi’nde yaptık. bu yüzden de galada o sahnenin çalışanlarına özel olarak teşekkür ettik. ama doğrusu, harbiye muhsin ertuğrul sahnesi gibi bir alana ihtiyacımız vardı; mesafe, ölçü, ölçek olarak.
ancak tiyatroda en önemli şeyi yapıyoruz veya diğer ekiplerden, oyunlardan bir farkımız var gibi bize yaklaşılsın istemedik, bunu hiç bir zaman düşünmedik de. zaten kurumu oldukça zorladığımızı düşünüyoruz; yardım konusunda ellerinden geleni yaptılar.

“baştan başlarken “siz bunu lütfen mümkün olduğu kadar her yerde oynayın” demişlerdi; sahnelere göre başka çözümler bulmak durumunda zorunda kalıyoruz, henüz küçük bir yerde oynamadık ama şimdi, nisan ayında üsküdar kerem yılmazer sahnesi’nde oynayacağız. oyun genelinde değişmeyecek, çünkü değiştirme fırsatımız yok; çünkü prova yapılacak yer yok. biz sadece kendi hazırlığımızı yapıyor olacağız. yaratıcı ekip de aslında istiyor ki her haftaki oyun için gelsinler, bizim yanımızda olsunlar; oyun daha nasıl geliştirilir, daha ileriye nasıl götürülür, başka neler yapılabilir diye çalışalım.. ancak böyle bir devamlı çalışma-araştırma süreci için imkanımız yok.”

“kerem yılmazer sahnesi’nde alan küçülecek ama olduğu kadar aynı kalitede oynamaya çalışacağız, elimizden geleni yapacağız. oynamak zorundayız, oynayacağız, çok fazla şansımız yok, oradaki seyirciye de ulaşsın; biz çözüm bulup, ulaştırmak istiyoruz.”


KURUM
en çok merak ettiğim şeylerden biri, böyle bir yapımın istanbul şehir tiyatroları içerisinde gerçekleşmesinin nasıl mümkün olduğuydu; selim can yalçın anlattı:

“projenin gerçekleşmesi çok zor oldu ama kurumun desteği çok fazlaydı. bu tarz bir proje için talepleri vardı da biz böyle bir iş yaptık değil. biz çıkardık, onlar da hayır demediler; şansımız ve çabamızdı!”

“oyunun daha önce bir versiyonu çıkarmış, iki yıl önce genç günler kapsamında oynamıştık; kurum yöneticileri hem işi hem de konuyu çok beğenmişlerdi. o yapımda dans bu kadar baskın değildi ama o ekipte dansçılar vardı.”

“doğal olarak kurum tarafından ürkek yaklaşılıyor; seyirciye ne kadar konuşur, hitap eder.. ama herkes, hepimiz için bir açılım oldu. herkes çok büyük fedakarlık gösterdi; hem oyuncular hem de tiyatro kurumu.
kurumun bizi anlaması, sabır göstermesi çok önemliydi; çalışma şekli olarak farklı bir düzene sahip bir kurumda bu projeyi yapmak bir devrimdi.”

“projenin bizler için önemi ise; alessandra, julie ve damiano’nun nasıl çalıştıklarını, nasıl bir disiplinleri olduğunu, nasıl yaklaştıklarını ve herşeyin özüne nasıl inebildiklerini görmüş olduk. bizler için çok iyi bir tecrübeydi.”


SON OLARAK
selim can yalçın son olarak şunları söyledi:
“yabancı yönetmenler türkiye’de iş yaptıklarında, bir kaç istisna dışında genellikle, daha önce yurtdışında yaptıkları prodüksiyonları burada yeniden gerçekleştiriyorlar. buraya gelip sıfırdan iş yapan yabancı yönetmen neredeyse yok..
biz bu projeyi burası için, burada, birlikte ürettik. insanlar gelip burada kendi çabalarıyla vakit geçirdiler. bu çok sesli, çok kültürlü bir projeydi: italyan, alman, amerikan ve türk; dört ülkeden sanatçılar birlikte çalıştılar.
istanbul’da, sınırda bunun oluyor olması, bu kadar insanın, dilin bir araya gelmesi, istanbul’un tiyatrosu’nda bir araya gelip birbirini anlamaya çalışıyor olması ve bunun gerçekleşmesi projenin özüne de çok uygundu; kültürlerarası ortaklık ve köprü kuruldu…”

1 yorum: