9 Kasım 2013 Cumartesi

NRW034 tesadüfün böylesi!!!



dün akşam abbado’nun konseri iptal olmasaydı aslında dortmund’da olacaktım. iptal haberini alınca, düsseldorf schauspielhaus’da merak ettiğim bir oyuna bilet buldum, düsseldorf’un yolunu tuttum.

tren istasyonunda hızlıca bir şeyler atıştırdım, istasyondan çıktım, ana cadde boyunca schauspielhaus’a doğru her zamanki rotamda yürüyorum.
daha önce aynı yoldan yürüdüğüm için steinway piyano mağazasının yerini biliyorum ve mağazaya yaklaşırken, wagner’in bizzat kullandığı steinway piyanonun almanya turnesinde ve bu tarihlerde düsseldorf’da olacağı aklıma geliyor.
wagner’e 1876 tarihinde steinway tarafından hediye edilen ve son operası parsifal'i bestelerken kullandığı, liszt’in wagner’i ziyaret ettiği zamanlarda çaldığı bilinen piyano, ikinci dünya savaşı bombardımanlarından yara almadan kurtulmuş. şu sıralar piyanonun bulunduğu wagner’in villası haus wahnfried restorasyonda olduğu için berlin, düsseldorf, hamburg ve diğer bir kaç kenti kapsayan bir seyahate çıkarılmış. işin güzel tarafı ise; eski piyanoların canlı kalabilmesi için kullanılmaları gerektiğinden, ziyaret ettiği şehirlerde randevu alan herkese piyanoyu çalma izni veriyorlar. dendiğine göre özellikle wagner, liszt, verdi, brahms ve chopin repertuarı muhteşem çınlıyormuş, mozart ve bach'da piyano o kadar iyi sonuç vermiyormuş.

neyse lafı uzatmıyım;
saat 7’ye 10 var, mağazanın ışıkları yanıyor ama kapalı gibi de. önce, piyano vitrinde mi acaba diye bakınıyorum; hayır. içeride geride iki kişi, piyano başında da bir hanım görünce, biraz teredütle de olsa içeri giriyorum. uzaktan piyanonun başındaki hanımı genç bir kız gibi algılıyorum; aa diyorum, lise öğrencilerine de çaldırıyorlar demek ki.

biraz yaklaşıyorum, piyano mağaza içinde, şeffaf ayırıcılarla bölünmüş farklı bir odada; odanın kapısını arıyorum; çekinerek içeri giriyorum. bir de ne göriyim: piyanonun başındaki “genç kız” hélène grimaud.
bak şu “allahın” işine; işi yok, benimle uğraşıyor! grimaud’ya “soğuk nevale” der misin, al sana karşında, sıkıysa yüzüne söyle! neyse ki grimaud ile içimde barış çubuğu yakmışım, yakmamış olsam neler olurdu kimbilir.

tam o sırada grimaud piyanonun başından kalkıyor, mağazanın sahibi ile düsseldorf tonhalle’deki konseri için bazı ayarlamaları konuşuyorlar; kulak misafiri olmamaya gayret ediyorum. bir yandan da fotoğraf makinamı çıkarıyorum; grimaud’yu çekmek için değil; barıştık dediysem, hemencecik hayranı da olmadım. fotoğraf hazırlığım wagner piyanosu için.

grimaud bana doğru yaklaşıp selam verince dayanamayıp, “sizi üç hafta önce kölner philharmonie’de schumann konçertosunda dinledim, muhteşemdiniz, çok teşekkürler” diyorum, “düşüncelerinizi ilettiğiniz için esas ben teşekkür ederim” diyor, elini uzatıyor; schumann konçertosu çalan ellerinden birini; el sıkışıyoruz; “iyi akşamlar” diliyor ve mağazanın müdürüyle uzaklaşıyorlar.
hélène girmaud; mütevazi, ilgili ve “sıcak kanlı”!
utancımdan yerin dibine girsem kurtulamam; kanıtı blogumda..

wagner’in piyanosuna yaklaşıyorum; annem veya teyzem olsa kesin bir vals tıngırtlatmışlardı; ben 30 sene uzağım piyano çalmaya, tenezzül bile etmiyorum; sadece fotoğraflarını çekiyorum..


...

helene grimaud’yla beraber fotoğraf çektirmek veya onun fotoğrafını çekmek özellikle istemedim; küskünlük, hayranlık, işin şakası.
zaten yeterince spotlar önünde olan bir sanatçının gündelik hayatının içine müdahele etmek istemedim; belki o an içinden fotoğraf çektirmek geçmiyor, mağazanın sakin bir vaktinde gelmiş kendine ait bir zamanı yaşıyor; bir iş konuşuyor. tanınmış olmak, hayatını bütünüyle kamuya vakfetmek zorunda kalmak olmamalı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder