8 Mart 2013 Cuma

yüzyıl dönümünde ingiltere


haftasonundan beridir "downton abbey" ile yatıp kalkarken, borusan filarmoni orkestrası'nın bütünüyle, dizinin geçtiği dönemde yaşamış ingiliz bestecilerin müziklerinden oluşan konseri pek güzel denk geldi; tesadüfün böylesi.

kuzen volkan "sherlock", dost nuray "breaking bad", facebook'taki tanıdıklar "american horror story" diye sayıklarken -ve tabii ki bana "illa seyret" tavsiyelerinde bulunurlarken-; üzeridne çalıştığım akademik makaleden sıkıldığım bir gece; geçtiğimiz cumartesi, şeytan dürttü, yabancıdiziizle.com'dan "downton abbey"i tıkladım; tıklayış o tıklayış; iki gecede yedi bölümlük birinci sezonu bitirdim. kendimi tutmasam, şimdiye üç sezonu da devirmiştim.

"downton abbey", çocukluğumun tek kanallı türkiyesi'nde hepimizi ekrana bağlayan "aşağıdakiler ve yukarıdakiler", ve pazartesi gecelerini iple çekmeme neden olan "dük caddesi düşesi" tadında; hem aristokrat kesimi hem de onlara hizmet eden kesimi konu alan bir ingiliz dizisi. hatta "downton abbey" aristokrat ailenin hikayesinden çok, -ya da; onların hikayesini bahane ederek- esas, "aşağıdakileri" anlatan bir dizi; sabit karakterlerden 12'si hizmet veren taraftan, 8'i hizmet alan taraftan. zaten, hizmetlilerin bodrum veya çatıarasının loş mekanlarında yaşadıkları hayat, aristokratların aydınlık, ferah salonlarda ve geniş, yemyeşil peyzajda sürdürdüklerin hayattan çok daha ilgi çekici. örneğin; hizmetliler arasında bu kadar sıkı bir hiyerarşik kademelenme olduğunu bu diziyi izleyene kadar bilmiyordum; neredeyse hindistan'daki kast sisteminden daha ölümcül!

borusan filarmoni'nin ingiliz şef james judd ve alman cellist daniel müller-schott'a eşlik ettiği bu akşamki konserde, "downton abbey"in atmosferine yaklaşan besteler ikinci yarıdaydı.
delius'un altı dakikalık "baharda ilk guguk kuşunu dinlerken" adlı orkestra yapıtı sanki downton malikhanesi'nin heybetli ağaçlarla kaplı bahçesinde sohbet eden kahramanlara eşlik eden doğanın -ve guguk kuşunun- sesini taşıdı bana.
ikinci yarının ikinci yapıtı "enigma çeşitlemeleri"nde elgar, 14 çeşitlemenin her birinde etrafındaki bir kişiyi betimler; çeşitlemelerin başlıkları da kişilerin isimlerinin baş harflerinden oluşur. 14 karakterli enigma çeşitlemesi de bana 20 karakterleri kalabalık malikhaneyi çağrıştırdı.
elgar'ın, bilmecemsi yapıtı için yazdığı şu sözler "..tüm yapının üzerinde bambaşka ve daha büyük bir tema mevcut, fakat çalınmıyor.. yani ana tema asla belirmiyor, ana karakter asla sahnede gözükmüyor.." tam da, dizinin bütün karakterlerinin üzerinde, en temel ve en büyük ana karakter olarak, adeta bir hayalet olarak orada durmakta olan downton malikhanesi'ni anlatıyor gibi..

konserin ilk yarısında, hüznü ve karanlığı yoğun bir elgar viyolonsel konçertosu yorumu dinledik müller-schott'tan. bis olarak da ravel'den "habanera"yı hediye etti bize.
konserin başlangıcı ise vaughan williams'ın, aristo'nun "eşekarıları" oyunundan esinlendiği "the wasps: aristophanic suite" adlı hınzır üvertürüydü.
yapıtın içinde eşekarılarının vızıltısını duydukça "downton abbey"in, seyretmesi en keyif veren karakterini hatırlamadan edemedim; sözleriyle sık sık etrafındakileri sokan, delici bakışlarının ise sözcüklere gerek duymadığı, biraz lanet, biraz hınzır, bir yanda da yufka yürekli lady violet. ve tabii ki, lady violet'e can veren, ağzından çıkan her bir kelimeye, her bir bakışına, her bir jestine kattığı vurguyla insanı mest eden usta oyuncu maggie smith!

1 yorum:

  1. senin uzun ve guzel yazini okuyup yol boyu guldum eee wellcome to the club my dear! Dizi mudavimligi de baskadir ;)
    n.

    YanıtlaSil