31 Ekim 2012 Çarşamba

münih 07: dance festival 2012/2

süresini biraz geniş tuttuğum bayramlar tatilimde münih'e gelmeme neden olan birincil şey dans festivaliydi. ama, festival gösterilerinden umduğum heyecanı yakalayamadım ne yazık ki. festivalde yedi yapıt izledim; aralarında beğendiklerim oldu ama hiçbiri yüreğimi hoplatmadı. [münih'te festivalden arttırdığım üç  akşamda tercihimi kullandığım münchner kammerspiele oyunları ise ayaklarımı yerden kesmeye yetti.]

dans festivali izlenimlerime kaldığım yerden devam edersem: pazar ve salı ikişer gösteri izledim.


pazar matinede sahnelenen hans van den broeck'in SOIT topluluğunun "messiah run!" adlı yapıtı zaman zaman çok güzel anlar ve gerek tiyatral gerek koreografik fikirler barındıran ama bütünüyle değerlendirildiğinde ol(gunlaşa)mamış, karman çorman, ne demek istediğine karar verememiş bir işti. sahneyi neredeyse bütünüyle kaplayan farklı tasarımdaki sandalyeler arasında başlayan; pina bausch'un "café müller"inden sonra iyi cesaret diye düşündüğüm; ve sandalyelerden artakalan mekanları kullanmada oldukça başarılı olan koreografi, zamanla kendini tekrar etmeye başladı; yarım saat sonra sandalyeler sahnenin arkasına dizilmeleriyle iş bütün ilginçliğini kaybetti. 80 dakikalık fazlaca uzun süresiyle de sabrımı zorladığını söylemeliyim; bitmek bilmedi; arka arkaya bir sürü sonu vardı.


pazarın suaresinde kanadalı marie chouinard'ın "body remix/goldberg variations" adlı işi vardı. 85 dakikalık, iki bölümlü yapıtın arte'de geçen sene yayınlanan 50 dakikalık kurgulanmış versiyonu çok daha iyi, derli toplu ve etkileyiciydi. televizyon ekranından izlerken edindiğim tatmin ve keyfin, canlı olarak tanık olduğum zamankinden daha yüksek olması herhalde yapıt adına pek hayırlı olmasa gerek.
belki de kişisel bir durumdu; yorgundum, gösterinin yapıldığı bmw welt yapısı abartılı görkemiyle beni uzaklaştırdı, bir de salonunun elverişsizliği eklenince heyecanla beklediğim bu gösteriden hayal ettiğim keyfi alamadım. oysa ki chouinard'a iki yıl önce julidans'taki "the golden mean (live)" adlı yapıtıyla hayran kalmıştım.


salı günü matine ve suarede eski forsythe dansçılarının işleri vardı. richard siegal ile birlikte festivalde forsythe kökenlilerin sayısı üç; azımsanmayacak bir toplam.
matinede, pina bausch'un topluluğunda eğitmen olarak çalışan antony rizzi'nin pina bausch, penny arcade ve jack smith'i hayali olarak buluşturduğu "an attempt to fail at groundbreaking theatre with pina arcade smith" adlı hafif egzantrik, bolca kaçık, çılgın işini seyrettim.
seyretmenin ötesinde işte bizzat görev de aldım. oturmayı seçtiğim yer meğerse gösterinin ışığını kontrol edecek olan seyircinin yeriymiş; o seyirci salı akşamı ben oldum. rizzi önüme portatif ışık masasını getirdi, dört spotu nasıl kontrol edeceğimi anlattı; ışığın kontrolü bende olduğu için adımın "god" olacağını söyledi ve oyun boyunca bana "god" diye seslenerek ışık konusunda direktifler verdi.. rizzi benim dışımda başkalarına da görevler verdi; bir metni okumak, bir spotun önünde renkli jelatini hareket ettirmek gibi.. oldukça interaktif bir gösteriydi.
rizzi bir yandan "delidir ne yapsa yeridir" kıvamındaydı diğer yandan da gösteri sanatları ve performans konusunda shakespeare'in soytarıları gibi lafı gediğine oturtan sivridilli yorum ve sataşmalarıyla bizi fethetti. 70 dakika olarak duyurulan iş 105 dakika sürdü.


münih seyahatimi kapatan, festivalde izlediğim son yapıt cyrstal pite'ın kidd pivot topluluğu ile sahnelediği "the tempest replica" idi.
ilk yarım saatinde "fırtına"dan seçtiği bölümleri prospero dışındaki bütün karakterlerin bütünüyle beyaz kostüm ve yüzleri beyaz maske-kasklarla örtülmüş şekilde, birebir, basit hareketlerle canlandıran, bununla da yetinmeyip sahnede olan biteni yazıyla da sahne arkası perdesine yansıtan; çok basit projeksiyon ve gölge tiyatrosu teknikleri kullan pite, tam "ben bunu niye izliyorum ki" dediğim anda, 180 derecelik bir dönüşle, oyunun devamındaki duyguları ve olayları günlük kıyafet ve yüz-başları açılmış dansçılarla müthiş bir hareket dili ve koreografik kaliteyle anlatmaya koyuldu.
peki o ilk bölüm neydi öyle! gösteri sonrasındaki soru-cevapta pite'ın anlattığına göre hikayenin anlaşılmasını istemişmiş; hatta işin ilk halinde oyundan metin alıntıları yokmuş, onları sonradan eklemiş!
pite'ın işi, ikinci bölümünün koreografik anlamdaki yetkinliğine rağmen, derinlikten yoksun, "fırtına"yı birebir anlatmanın ötesinde bir derdi olmayan, pite'ın "fırtına"dan ne çıkardığını, "derdini" anlayamadığım bir işti.


30 Ekim 2012 Salı

münih 06: jelinek & simons







münchner kammerspiele (MK)'nin ikinci ve üçüncü derecedeki sahneleri spielhalle ve werkraum'da birer oyun izledikten sonra, üçüncü biletim maximillian caddesi üzerindeki esas sahnesindeydi. bu bina jugendstil tarzında enfes bir tiyatro. balkonu var ve 690 kişilik ama nasılsa; tam da adının içerdiği "oda tiyatrosu"nun insanda çağrıştırdığı samimiyete, sıcaklığa, sahne-seyirci mesafesine sahip.


27 ekim'de prömiyer yapan ve benim dün akşam ikinci oynanışını seyrettiğim "die strasse. die stadt. der überfall" (cadde. şehir. baskın), 2012'de 100. yılı vesilesiyle MK'nın, genel sanat yönetmeni johan simons tarafından elfirede jelinek'e sipariş edilmiş. yapıtın konusunun, tiyatronun üzerinde bulunduğu maximillian caddesi hakkında olması şart koşulmuş sadece.
maximillian caddesi münih'in en lüks aksı; dünyanın bütün bildik ultra pahalı moda evleri burada. ayrıca bir-iki lüks otel ve opera binası da bu cadde üzerinde. pahalılığı, prestiji ve görkemi her zaman bakiymiş de, çok önceleri bu cadde üzerinde kafeler ve kitapçılar da varmış ki, bugün bunlardan eser yok.

elfriede jelinek'in tiyatroya teslim ettiği metin 129 sayfaymış; bilinç akışı tarzında yazılmış, virgülü bol noktası az; düz şekilde okunduğu zaman dokuz saat süren bir nehir-anlatıymış. dramaturg matthias günther ve yönetmen johan simons bu devasa metni, ara dahil üç saate indiren bir -kendi deyişleriyle- "terzilik" işi yapmışlar.
 
oyunun, tahmin edileceği üzerine belli bir dramatik omurgası yok; moda dünyasını, moda ile kafasını bozmuş ultra zenginlerin kof dünyasını ve tüketim "kültürünü" büyük bir nefretle [jelinek'in en iyi yaptığı şey değil mi nefret] ortaya seren konuşma ağırlıklı ve parçalı bir yapısı var. ilk yarım saat kadın kıyafetleri içinde "travestileşmiş" erkeklerin çırpınmaları, sonraki bir saatte oyunun tek kadın karakterinin (jelinek'in alter-ego'su) ortaya çıkması ile biraz anlam ve zemin kazanmışken, ikinci yarıda eksen münihli egzantrik gay modacı rudolf moshammer'e kaymasıyla yapı iyice altüst oluyor.
birinci perdenin sonuna kadarki kısmında, aslında dünyanın herhangi bir metropolünde mutlaka varolan bir "maximillian caddesi"ni ve orada "yaşayan" insanları anlatan oyun, ikinci yarıda 2005 yılında öldürülen münihli gay modacının kişisel hezeyanlarının ortaya serildiği çok spesifik bir hal alıyor.




oyunun tek kadın oyuncusu aynı zamanda oyunun en parlak özelliği; sandra hüller şeytantüyü olan oyunculardan. bitmek tükenmek bilmeyen monologların içerdiği ironiyi incecik vurgularla seyirciye geçirmesini biliyor.
oyuncuya büyük imkanlar sunan moshammer rolünde benny claessens o kadar başarılı değil. hazırcevap ve yaratıcı ama. benim seyrettiğim akşamda seyircilerden biri, claessens'in oldukça rahatsız edici sesiyle yaptığı uzun bir monoloğun esinde "aufhören" (yeter artık/kes artık/bitir artık) diye bağırınca, claessens seyircinin olduğu yöne yaklaşıp elini beline koyup "ich hab' zeit" (vaktim var) demesi alkış aldı.

buz torbaları teknik görevliler tarafından açılıp buzlar sahneye yayılmadan önce. 
sahnenin hazırlanması oyunun bir parçası, ritüeli; bütün seyirciler yerlerine oturduktan yedi-sekiz görevli tarafından yapılıyor.
 
bütün oyunun buzlar üzerinde oynanması, bana göre johan simons'un en vurucu fikriydi; moda dünyasının her dem taze, genç, "gergin" kalma kaygısı bundan daha iyi anlatılamazdı. ayrıca; üzerine ışık vurduğu zaman buzla kaplı zeminin parıldaması caddenin ışıltılı görkemini yansıtması bakımından da anlamlıydı.

bir önceki simons & jelinek işbirliği "winterreise" çok iyi eleştirel almış, festivallere davet edilmiş ve ödüller almıştı. bu seferki proje onun kadar ses getirmeyecek gibi..

münih 05: an(ı)lar..


cafe hag; münih'in en eski kafelerinden; dekorasyonu belli ki uzun zamandır değişmemiş.. pasta ve turtaları muhteşem..

çağdaş sergi mekanı haus der kunst

alman sosyalist politikacı/gazeteci kurt eisner'in 1919 yılında öldürüldüğü kaldırımda yapılmış anma yerleştirmesi.

güz kışa dönerken..

pazar sabahı pinakothek'ler bölgesi... 
(münih'in en önemli dört müzesinden oluşan pinakothek'ler pazar günleri herkese 1 avro!)

mimarlık, grafik, tasarım ve çağdaş sanat alt bölümlerini barındıran pinakothek der moderne'de enfes bir sergi vardı: "der architekt"

adını bulunduğu caddeden alan türkentor binasında walter de maria'nın "large red sphere"

benim favorim: weissbier [biradan anladığım pek söylenemez tabii]

 münih'in prestijli kültür merkezlerinden gasteig'da bir afiş!

dachau toplama kampı anma alanı






 ulm'den [kar daha etrafı istila etmemişken]




edwin scharff müzesi'nin merdiven duvarlarındaki volker maerz imzalı "wandlaeufer" (duvarda yürüyenler)




29 Ekim 2012 Pazartesi

münih 04: kristian smeds



geçen aralık'ta berlin'e kaçmayı düşündüğüm (ama gerçekleştiremediğim) uzun bir haftasonu için program yaparken adına rastlamıştım kristian smeds'in. 1970 doğumlu fin tiyatro yönetmeni smeds volksbühne'de düzenlenen nordwind festivali'nde kendi topluluğu ile dostoyevski'nin karamazof kardeşler yapıtından serbestçe uyarladığı rock konseri formatında 4.5 saatlik "12 karamazovs"u sahneliyordu; ilgimi çekmişti.
münih programım için araştırma yaparken gözüme smeds'in adı ilişti; almanya'nın en iyi tiyatro topluluklarından münchner kammerspiele ile yine dostoyevski'den, bu sefer "suç ve ceza"nın serbest uyarlamasını yapmıştı: "der imaginaere sibirische zirkus des rodion raskolnikow" (rodion raskolnikov'un hayali sibirya sirki). oyunun prömiyeri 6 ekim'de gerçekleşmişti; münih'te olduğum hafta gösterim vardı; heyecanlandım.



oyun münchner kammerspiele'nin spielhalle adlı, prova salonundan kara kutuya dönüştürülmüş mekanında sahneleniyor. burada çıkan işlerin, mekanı her seferinde tekrar kuran nitelikte olması öngörülüyormuş.
adından da anlaşılacağı gibi bu oyun için mekan tam bir sirk çadırına dönüştürülmüş. alçak kotta ortaya kadar uzanan sirk/oyun alanı ve bu alanı üç bir taraftan çevreleyen tribünler. 110 dakikalık ilk yarı bu mekan düzenlemesi ile sahneleniyor; bütün seyiciler yarım saatlik ara sırasında dışarı çıkartılıyor ve 40 dakikalık ikinci yarı için bambaşka bir mekanla karşılaşmaya davet ediliyorlar. bırakın ilk yarının mekansal düzenini, özellikle ikinci yarıda ki mekan kullanımı o kadar spesifik ki, bu oyunun -avrupa'da bile- herhangi bir tiyatroya turneye gitmesi imkansız denecek kadar zor. bu yüzden ne yapıp edip bu oyunu burada münih'te izlemek gerekiyor.
globalleşmiş dünyada, sahne sanatları piyasasının da vazgeçilmez ticari gerekliliklerinden olan ortak yapımların turneye çıkması veya "yıldızlaşmış" bir yönetmenin şehir şehir dolaşıp projesini farklı topluluklarla sahneye koyması gibi bir durum bu oyun için sözkonusu olamayacak; ya da çok zor olacak.



 oyun fotoğrafları: lennart laberenz

oyunda dostoyevski'nin "suç ve ceza"sından birebir bir sahne/durum hiç yok. smeds, dostoyevski'nin dünyasından ve "suç ve ceza"nın tartıştığı fikirlerden çok serbestçe bir sahne olayı yaratmış. yaşam, ölüm, inanç, azap, şiddet, şefkat, insan olmak ve hayvan olmak, tanrı, şeytan ve oğul; hepsi bu oyunun içinde!

ilk yarı garip bir sirkte geçiyor; sadece palyaçolar var. bir de hepsinin babası (ve bazen annesi) olan bir adam; sirkin sahibi olmalı; evrenin yaratıcısı, tanrı.
bu nihilist palyaçoların oynadıkları oyunlar zamanla tadını yitiriyor; gül(e)memeye başlıyorsunuz; tiksinti, acıma, şaşkınlık sizi sarıp sarmalıyor; baştaki komik haller bile zaten acımış ve acıklı bir ton barındırıyordu; sirk perdesinin eteğindeki matruşkaların yüzlerindeki kurukafalar zaten bir şeylerin ters gittiğinin/gideceğinin ipucunu vermişti. babanın/yaratıcının, oğlu/yarattığı üzerinde uyguladığı şiddet "masum" bir canavar-bebek yaratıyor; kötülük kötülükten doğuyor; kötülük gelip doğuranı buluyor ve öldürüyor; daire kapanıyor.. birinci bölüm bitiyor.

ikinci bölümde daha ne olabilir ki diye düşünmek yersiz; ikinci bölüm başladığında sanki bambaşka bir oyundayız. ilk bölümün hareket, mim, jest ağırlıklı ve az sözlü yapısının yerini, neredeyse bir okuma tiyatrosu alıyor.
sirk alanını izleyici tribünlerinden ayıran yüksek tahtalar sökülmüş, alanın zemini kaldırılmış, bir kat altta uzun bir masa kurulmuş; oyuncular giriyor, günlük kıyafetlerindeler; etraftaki mumları yakıyorlar, masanın etrafına oturup, "suç ve ceza"dan seçilmiş kısımları fince, rusça, almanca, macarca okumaya başlıyorlar; arada sigara da tüttürüyorlar, su/içki de içiyorlar. biz seyirciler aşağıdakileri zor görüyoruz. bir kamera ekibi sakin bir hızda aşağıdaki masanın etrafında dönerek, kaydettiği görüntüleri canlı olarak yukarda sahnenin gerisini bütünüyle kaplayan perdeye siyahbeyaz olarak yansıtıyor; ayrıca daha önceden hazırlanmış kar yağışı görünütüsü de zaman zaman perdeyi kaplıyor. projeksiyonun arkadan verilmesi ve perdenin şeffaf olmasından dolayı görüntüler sadece perdede değil içinde bulunduğumuz sirk çadırının/mekanın bütününe yansıtılmış oluyor.
tanrı baba yukarda yalnız; aşağıda okunanları/okuyanları dinliyor; bütün çadır bir dünya; bu dünya.

okumalar bitince, üst sahneye teknik görevliler girip, alt kattaki alanın üzerinde açık olan boşlukları parça parça sahne platformlarıyla kapatmaya başlıyorlar [işte o noktada tüylerim diken diken oluyor, ağlamaya başlıyorum]. yeryüzü sirkinin altından, "yeraltından" okunan "notlar" dünyamıza aitler, bize dairler; iyisiyle, kötüsüyle, kötülüğüyle, acımasızlığıyla, şefkatiyle, sevinciyle... okunan metinler, insan sesi, enfes bir ağıt-müzik ve kapakların gürültüsü çok etkileyici!
alanın ortasında tek bir parça kalıyor boşluk. tanrı baba boşluğun başına gelip bir şampanya patlatıyor; sahne görevlilerine ikram ediyor, onlara bahşiş de veriyor. sonra bizlere şöyle bir bakıp kendini o boşluktan aşağı atıyor. görevliler son kapağı da kapatıp, tanrıyı gömüyorlar...
projeksiyondan bütün mekana yansıyan yoğun kar yağışı devam ediyor... 

andré jung (sağdan ikinci), hannu-pekka björkman (en sağdaki)

münchner kammerspiele'nin yapımı olan oyunda topluluktan sadece üç oyuncu görev alıyor. onun dışında oyunun oyuncu ve sanatsal yaratıcı kadrosu fin, izlandalı, macar ve belçikalı sanatçılardan oluşuyor.
babayı oynayan münchner kammerspiele oyuncusu andré jung adeta döktürüyor. oğullarından canavar-bebeğe dönüşeni canlandıran fin aktör hannu-pekka björkman da tapılası bir performans sergiliyor; fizik ve yüz olarak almanların efsanevi aktörü emil jannings'e benzerliği, jannings'in "faust" filmindeki mefisto rolünü akla getiriyor.
oyunun canlı müziğini yapan timo kamarainen de müthiş bir iş çıkarıyor; ilk yarının grotesk, neşeli ama garip atmosferinin yaratılmasında ne kadar emeği varsa, ikinci yarının sakin ama insanı taa derinden vuran yapısının vurgulanması da yine onun içli müziği sayesinde oluyor.


2011 avrupa tiyatro ödülü sahibi kristian smeds'in program broşüründeki sözleriyle bitirmek istiyorum. smeds günümüz avrupa tiyatrosu konusunda oldukça ilginç gözlemler yapıyor ve kendi çizdiği yola dair heyecanverici fikirlere sahip:
"artık ne sabit bir mekan ne sabit oyuncular ne de sabit bir ofis istiyorum. kurumsallıktan gına geldi. hem helsinki'de hem de kajaani'de tecrübe ettim ki kurumlaşma sanat için en büyük tehlike. insan fark etmeden, kurum onun nasıl bir yapım ortaya koyması gerektiğini dikte ediyor. smeds ensemble ile sanatsal fikri tekrar önplana almak ve ikincil olarak ticari ve sanatsal ortaklar konusunda düşünmek istiyorum. hedeflerimden biri fin ve yabancı sanatçıları biraraya getirmek. finlandiya'da taze bir rüzgar estirmek istiyorum. hangi tiyatroda olursa olsun avrupa'yı arşınlayan freelance bir yönetmen olmak istemedim hiç bir zaman. johan simons'un münih'te bir oyun sahnelemem için getirdiği teklifi, dokuz kere red ettikten sonra, onun burada bir avrupa tiyatrosu oluşturmaya çalışmasından etkilenerek kabul ettim. gittikçe daha sert, daha popülist ve daha kapitalist olan bir kıtada sanat üretmek için özgür bir "devlet"in oluşturulma fikrini çok önemli ve güzel buluyorum; uluslararası sanatçıların, ticari kaygılara rağmen, buluştuğu, dillerin ve estetiklerin üstüste bindiği bir mekanın yaratılması. tabii bu her zaman yanlış anlamalara ve çatışmalara meydan verecektir, ama ortaya çıkacak enerji saf sanatsal oksijen olacaktır."

27 Ekim 2012 Cumartesi

münih 03: dance festival 2012


dance festival, iki senede bir düzenlenen münih'in çağdaş dans festivali; bu sene 13.sü. bu kadar yıllık geçmişine rağmen festivalin şehre çağdaş dans alanında pek etkisi olmamış. avrupa'nın ortasında bir şehre yıl içinde çağdaş dans topluluklarının pek uğramaması, şehirdeki bavyera devlet balesi'ninse ağırlıklı olarak klasik ve neo-klasik baleler sahnelemesi gerçekten ilginç; muhafazakar iklim yer ve zaman tanımıyor demek ki!
festivalin yeni genel sanat yönetmenleri nina hümpel ile dieter buroch taze bir solukla yeni bir başlangıç yaptıkları iddiasındalar. festival mottosu da oldukça iddialı: "zeigen was wichtig ist" (önemli olanı sergilemek/göstermek)
davet edilen toplulukların kalitesinin arttığı söyleniyor. ayrıca festivale eşlik eden etkinlikler de oldukça kapsamlı tutulmuş: bir dans sempozyumu, sergiler, sanatçı sohbetleri, seyirciler ile dans akademisyenleri arasında "talk" buluşmaları, bir blog... bu yıl belçika mercek altına alınmış; cherkaoui, jan fabre, keersmaeker, wim vandekeybus, hans van der broeck, p.a.r.t.s.. ayrıca; marie chouinard, crystal pite, antony rizzi, richard siegal ve genç alman koreograflar...

festival perşembe akşamı cherkaoui'nin "puz/zle" ile açıldı. fazla bilet arayan çoktu; millet birbirini ezdi içeri girebilmek için! ironi değil, gerçekten.
festival mekanlarında yerler numarasız; münihliler yarım saat önceden salon kapılarını işgal etmeye başlıyorlar; öyle kuyruk falan hak getire; nerede almanların düzen ve disiplin merakı; omuzuyla ittiren, çelmeyi takan, kalçasıyla kıvrılan öne geçiveriyor; içerde de herkes birbirine yer tutmaca; bazı koltuklarsa organizasyon tarafından rezerve ettirilmiş; tam festival!



dance 2012'in ikinci akşamında iki gösteri vardı: münih'li nicole beutler'in lucinda childs'ın iki yapıtını yeniden ele alarak sahnelediği 2010 tarihli "2: dialogue with lucinda" ve münih'i mesken edinmiş, eski forsythe dansçısı amerikalı richard siegal'in dünya prömiyeri yapılan "the black swan"ı.

"the blck swan", darren arenofsky'nin filmi ile hiç bir alakası olmayan; danstan çok performans olarak tanımlamanın daha doğru olacağı; içine çok kolay girilmeyen (belki de girilmesi pek istenmeyen), oldukça kişisel olduğu belirgin; alacakaranlık bir işti siegal'inki. kendisi dans ediyordu; öfkeli bir siyah kuğu ile gergin bir pan arasında asılı bir halde; huzursuz, kırık, hüzünlü bir yalnızlıktı siegal'inki. ayrıksı bir işti; izlenebilirliği de kolay değildi. ama, siegal'in dünyasını "gözetlemeye" değdi!


nicole beutler ise; lucinda childs'ın "radial courses" (1976) ve "interior drama" (1977) adlı yapıtlarını yeniden ele almış; ana fikirlerine sadık kalarak, tekrarlarla kurulu parçalı yapılarında bazı değişikliklere gitmiş, müziksiz sahnelenen bu yapıtlara müzik (gary shepherd) ve ışık tasarımı (minna tiikkainen) eklemişti.
"radical courses" seyirciler sahneye alınıp çepeçevre konumlandırılarak, yapıtın üzerine kurulu olduğu dairesel hareket fikri kuvvetlendirilmişti. dört dansçının dairesel olarak yürüdükleri, zaman içerisinde farklı kombinasyonlarda tempo ve yürüyüş şekli değiştirdikleri 18 dakikalık yapıt basit, hipnotik ve şaşırtmalı yapısıyla beni etkisi altına aldı.
dansçıların dairesel olarak hareket ederken belli belirsizce kayarak (yer değiştirerek) bazen içerde bazen dışarda olma halleri, ne tesadüf, gündüz ulm'da gezdiğim kunsthalle weishaupt'daki richard serra'nın shifting circles demir heykelini çağrıştırdı.
"interior drama"da seyirciler tribün kısmına alındı. beutler'in özellikle bu ikinci yapıtın altına döşettiği ritim ağırlıklı elektronik müzik ve tasarıma eklettiği sadece 5 spottan oluşan çok basit ancak müthiş dramatik etki yaratan ters-ışık çok başarılıydı.
ve tabii; bilenler çoktan biliyordu ama ben ilk defa bu yapıtlar sayesinde lucinda childs ile anna teresa de keersmaeker'in sanatları arasında bağlantı kurdum; keersmaeker'in esin perisini keşfettim..

26 Ekim 2012 Cuma

münih 02: puz/zle / cherkaoui


"zero degrees", "foi", "myth", "apocrifu", "in memoriam", "origine" ve "dunas" adlı yapıtlarına hayran olduğum, "sutra"sına bayılmasam da beğendiğim sidi larbi cherkaoui'den en son iki yıl önce berlin'de "babel"i izlemiş ve işleriyle arama mesafe koymaya karar vermiştim.
cherkaoui orucumu, yeni yapıtının avignon'da prömiyer yapacağını duyunca bozmaya karar verdim. "puz/zle"ı temmuz'da avignon'da değil, bu akşam münih'te izledim. avignon'da izleyen bir arkadaşım, "puz/zle"ın, gösterinin gerçekleştiği muazzam taş ocağının altında ezildiğini söylemişti; ne gam, ben münih biletimi çoktan almıştım bile.

"puz/zle" seyrettiğim işleri arasında cherkaoui'nin en zayıf çalışması.
cherkaoui şu yapı kurma işinden artık vazgeçmeli. "sutra"da başladı; bir tabuttan lotüs çiçeği, kayık, şehir, duvar yaptı. "babel"da çerçeve küplerden kuleler, geçitler, mekanlar yarattı. "puz/zle"da ise kare duvar parçalarından tapınak, merdiven, büyük duvar ve bir sürü başka mekan yaratıyor; duvarlar durmadan sahnenin orasına burasına sürükleniyor, bir yapı kuruluyor, iki dakikada yıkılıp başka bir yapı kuruluyor, bir noktadan sonra insan "yeter artık!" demeye başlıyor; bir durun da dans edin! gerçi her dansçının bir solosu var ama sololarda bir nebze bile fevkaladelik, bir derinlik, bir hoşluk yok!
cherkaoui bu oyuncak misali oynadığı figür/biçim denemelerini artık bir kenara bırakıp, eskiden olduğu gibi içeriğe, içerik-biçim özdeşliğine ağırlık vermeli: eskiden olduğu gibi bir dramaturgla çalışmalı.
bir asırmış gibi süren 100 dakikalık "puz/zle"da ne dişe dokunur bir fikir var, ne bir kavram, ne de -hiç değilse göz doldurmasına razı olacağım- koreografik bir tasarım! ama bir sürü "mimari tasarım" var. insan içinden "cherkaoui keşke mimar olsaymış" diye bile geçiriyor!
korsikalı a capella topluluk a filetta, japon kazunari abe ve lübnanlı muhteşem ses fadia tomb el-hage'nin güzelim müzikleri bile cherkaoui'nin rejisinde biteviyeliğe düşmekten kurtulamıyorlar.

"puz/zle" benim için büyük bir hayalkırıklığı oldu..

25 Ekim 2012 Perşembe

münih 01: susn / achternbusch & ostermeier



 
münih akşamlarıma, thomas ostermeier'in rejisini yaptığı, müncher kammerspiele yapımı "susn" ile etkili bir başlangıç yaptım.
herbert acheternbusch'un oyununu ostermeier müncher kammerspiele'de ilk defa 2009'da sahnelemiş; yapıt ocak 2012'den beri yeniden topluluğun programında.

"susn" iki kişilik bir oyun; erkeği oynayan edmund telgenkaemper yardımcı rolde. susanne'yi oynayan brigitte hobmeier ise tam bir oyunculuk gösterisi sergiliyor; susn'ın 17 yaşından başlayarak 10'ar yıl arayla dört dönemini inanılmaz bir etkileyicilikte canlandırıyor.
seyirciler içeriye alınırken sahnede leberkaese yiyen, bir taraftan da bütün doğallıyla leberkaese'den seyircilere ikram eden o kırılgan, incecik, sıradan "oyuncu"nun sesiyle, bedeniyle, bakışlarıyla ve aksesuarlarla nasıl 17 yaşında isyankar bir genç kıza, 27 yaşında fütursuz bir seks objesine, 37 yaşında partnerinden sevgi talep eden çaresiz bir kadına ve 47 yaşında görmüş geçirmiş ama bir yandan da çökmüş, sarkastik bir "yaşlı"ya dönüştüğüne tanık olmak müthiş heyecan vericiydi.

ostermeier'in rejisi de, en az hobmeier'in oyunculuğu kadar büyüleyiciydi. ostermeier bir kere; müncher kammerspiele'nin idari binası blaues haus içinde, üçüncü katta atıl olan mekanların yeniden düzenlenerek iki kat yüksekliğinde black box-oda tiyatrosu melezi bir mekana dönüştürülmüş werkraum (iş mekanı/atölye mekanı/üretim mekanı) adlı yeni sahnesinin kısıtlı olanaklarını ustaca kullanıyor. dört ayrı zamanda ve üç ayrı mekanda geçen olayları aynı sahnede/mekanda süperpoze ediyor. 
bir de sahnenin gerisine, arkaplanı neredeyse bütünüyle kaplayacak bir perde yerleştiriyor. bu perdeyi bazen sahne üzerinde gerçekleşen olaylara yakın plan yapmak için kullanıyor; saklanmadan sahne ortasına yerleştirilmiş kameranın kayıt ettiği görüntüler bunlar. özellikle günah çıkarma sahnesinde; geride ve seyirciye arkası dönük olan susn ile rahibin üçlü parçalı makyaj aynasından yansıyan çoklu görüntülerinin büyük perdeye yakın plan olarak yansıtılması çok yoğun bir etki yaratıyordu.
perdeye çoğunlukla da; olayların geçtiği mekanların duygusunu/atmosferini çağrıştıran, gerçek ile gerçeküstü/rüya arasındaki dengesi çok çok iyi ayarlanmış, son derecede estetik dış mekan görüntüleri yansıtılıyor. sahnedeki dekor parçalarının üzerine yerleştirilmiş -ve yine saklanmamış- mikrofonlar da bazı sahnelerde oyuncuların mırıltı gibi konuşmalarına seyircilerin "kulak misafiri olmasını" sağlıyor.

bir kadının gençliğinden ölümüne uzanan süreçte, özellikle cinsel kimliği üzerinden kilise ve erkeklerle (ne de olsa bu ikisi aynı kapıya çıkıyor) ile hesaplaşmasını, çok yeni bir şeyler söylemeden anlatan "susn" yönetmeni ostermeier ve başrol oyuncusu hobmeier sayesinde, arasız 90 dakikalık, unutulmaz bir seyirliğe dönüşüyor.