27 Mayıs 2012 Pazar

cennet ile cehennemin arasında...

hermann stenner, heilige von engeln verehrt, 1913 

albert bloch, ohne titel (höllenszene), 1912

ruhr 10_el greco ve modernler



dün düsseldorf’un presijli müzesi kunst palast’ta “el greco ve modernler” sergisini gezme imkanım oldu. ne şans, bir önceki gün wuppertal’de gezdiğim “der strum”u tamamladı bu sergi. “der strum”un bir parçası olduğu modernleri/avantgardları, ve modernlerin etkiledikleri en önemli ustalardan biri olarak el greco’yla olan bağlantılarını ortaya seren enfes bir sergi kunst palast’taki.

el greco ve modernlerin ilişkisi sıkı bir küratöryel çalışmayla ortaya konulmuş; aynı wuppertal’deki sergi gibi, dünyanın dört bir yanından tablolar, heykeller getirtilmiş. az, öz ama yorum dolu metinlerle de desteklenmiş. ayrıca haziran başında bir de sempozyum düzenlenecekmiş.

önümüzdeki yıl el greco’nun 400. ölüm yılı nedeniyle toledo ve madrid’de hazırlanacak büyük kapsamlı sergiler öncesinde düsseldorf, 40 kadar el greco ve atölyesi imzalı, 100’den fazla da modern yapıtla yunan asıllı ustanın vatanından rol çalmış oldu. 12 ağustos’a kadar düsseldorf’a yolu düşeceklere hararetle tavsiye ederim.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

ruhr 9_der sturm & röhrig


wuppertal kasabasında bir müze var: von der heydt müzesi. bu müzede şu aralar iki muhteşem sergi var. ilki ve büyük çaplısı "der sturm - sentrum der avantgarde". ikincisi ve küçüğü "röhrig".

herwarth walden tarafından tam 100. yıl önce adı "der sturm" konulan galeri ve dergiyle birlikte filizlenen ve 1928'lere kadar devam eden zaman diliminde blaue reiter'cilerden fütüristlere, konstrüktivistlere bir sürü sanatçıyı kapsayan bir şemsiye.
kokoscha, kandinsky, macke, marc, delauney, jawlensky, feininger, werefkin, klee ve chagall'i az çok biliyordum da gabriele münter, albert bloch, carlo mense, william wauer, maria uhden, erich bucholz, bela kadar, arnold topo ve daha bir sürü başka sanatçıyla tanıştım ve yapıtlarına hayran kaldım.

sergi; new york modern sanat müzesi'nden pompidou'ya, washington ulusal galeri'den zürich kunsthaus'a, san francisco, philadelphia, brüksel, den haag, bern, ascona ve alman müzelerine, 50'den fazla kurumdan ödünç alınmış, ağırlıklı olaeak yağlı boya tablolar olmak üzere, suluboyalar, kara kalem-çini çizimler, heykeller ve baskılarla devasa bir toplam.

rengin özgürce kullanıldığı, çizgilerin özgürce deforme edildiği, anlatımın özgürce zorlandığı avantgardlardın merkezi "der sturm"a adanmış bu muhteşem sergi yüzyıl başına olan hayranlığımı bir kaç kat daha arttırdı. kataloğu uzun süre başucumda duracak...


müze böylesine kapsamlı bir sergiyle yetinmemiş, bir de, aynı dönemde yetişmiş ancak günümüze dek almanya'da bile adı pek duyulmamış bir heykeltraşı, karl röhrig'i 15 yapıtlık bir toplamla günışığına çıkarmış.
15 yapıt belki az gibi duruyor ancak, iki dünya savaşı arası alman toplumunu betimleyen; kah melankolik, kah ironik yapıtlarıyla röhrig bayağı bir etkiliyor insanı. ahşap ağırlıklı heykelleri, tanıdığımız barlach'ı andırıyor.

ruhr 8_trainscapes








 






ten chi / pina bausch - tanztheater wuppertal [sıcağı sıcağına...]



"ten chi" pina bausch'un, istanbullu "nefes"ten sonraki yıl, 2004'te tasarladığı japonais yapıtı. çok güçlü, etkili, şiir gibi bir 60 dakikadan sonra ara veriliyor, yapıtın tamamı üç saate yaklaşıyor. ilk yarının sonlarına doğru başlayan kar/kiraz çiçeği yağışı yapıt bitip de son seyirci salondan ayrılana kadar devam ediyor, hatta daha da sürüyor..

"ten chi"nin ilginç bir dengesi var; 17 dansçıdan 3'ü ilk yarıda sahnede gözükmüyorlar. 
topluluğun en kıdemlileri mechthild grossmann ile dominique mercy yine benzersizler. grossmann'ın brecht'ten, büchner'den, samarago'dan, szymborska'dan okuduğu dizeler/alıntılar; geyşa, harakiri, bonzai gibi "beynelmilel" japonca kelimeleri farklı vurgularla telaffuz edişi unutulacak gibi değil. mercy'nin siyah kadifeden, göğüs dekolteli bayan gece elbisesi içindeki solosu bu kadar mı yoğun bir melankoli barındırabilir!
ditta'nın yapıtta iki ayrı solosu var. topluluğun genç erkeklerinin (jorge, pablo, eddie, pascal, kenji) soloları ise taze, dinamik, yaratıcı.
nazareth lafı yine anneannesine getiriyor, helena "ahh"lıyor "vahh"lıyor, julie'ler de her zamanki gibiler, diğer kadın dansçılardan regina, thusnelda, aida tiyatral anlamda ikinci plandalar. hepsinin sololaları müthiş estetik, thusnelda'nınki ditta'yla birlikte bir adım önde.

ilginç; "ten chi"de hiç topluluk dansı, veya topluluğun hepberaber, ortaklaşa sahneyi paylaştığı bir sahne yok. hemen hemen her bausch yapıtında dansçıların ortak bir şeyi (duyguyu, koreografiyi, durumu) paylaştıkları bir sekans vardır; en yalnız yapıtlarından "nefes"te bile vardır unison koreografi veya kısa da olsa bir parti sahnesi. "ten chi"de hiç böyle bir sahne yok. japonya bausch ve dansçılarına iyice bireysel, iyice yalnız gelmiş olmalı...

"ten chi"nin son 20 dakikası tam bir şölen; müzik, yoğun kar yağışı ve sahneye dağılmış sololar insanı adeta göğe uçuruyor (bausch bu formülü daha sonra "vollmond"da da kullanacak; karın yerini yağmur alacak).
ditta'nın santaoalla müziği eşliğindeki sakin solosuyla başlayan "ten chi", topluluğun japon dansçısı azusa'nın dinamik, döngüsel, ekspresif solosuyla sonlanıyor.

25 Mayıs 2012 Cuma

rausch / richter & van dijk - düsseldorfer schauspielhaus [sıcağı sıcağına...]



yazar-yönetmen falk richter ile koreograf anouk van dijk'in berlin schaubühne'deki ortaklığından çıkan "trust" ve "protect me" adlı işlerinin methini duymuştum; meraktaydım.
richter düsseldorf'a geçtiği ilk sezonda van dijk'ı da beraberinde getirmiş; 14 nisan'da prömiyer yapan ve yazın avignon yolcusu olacak olan düsseldorfer schauspielhaus - anoukvandijk dance company ortak projesi "rausch"u düsseldorf'ta yakaladım.

"rausch" günümüz insanının dertlerini konu ediniyot; facebook müptelalığı, eş ile olan sorunlar-iletişimsizlik, ekonomik krizin daralttığı ruhsal dünya...
arada; etnik, ruhani dokunuşlar da eksik olmamış.

durmadan aynı sözlerin tekrarlandığı, bağıra bağıra konuşulan, yetmediği durumlarda mikrofondan bağırılan, müziğin  desibelinin kulakları sağır ettiği, gürültülü, her anlamıyla "geveze" bir iş.

falk richter edebiyatçılığını konuşturmaya çalıştırmış; sahnede herkes çok konuşuyor ama ne söylüyorlar, neden söylüyorlar; duygu yok etki sıfır.
anouk van dijk'in koreografisinde hiç bir ilginçlik yok; sıradan, biteviye.

sahne-ışık tasarımı çok abartılı: sahne en arka ve yan duvarlarına kadar bütün ölçüleriyle ortada, kutular var modern çizgide tasarlanmış, farklı boyutlarda, oyuncu ve dansçılar itip çekerek farklı mekanlar yaratıyorlar, içlerinde, aralarında, üstlerinde hareket ediyorlar; biraz "babel" (sidi larbi cherkaoui) misali.
ışıklar ise, sanki kınayı bol bulmuş kişi misali, herhalde 100-150 spot kullanılmış. yapıta katkısı ne olmuş; hiç. olsa olsa: gösteriş.

hışırtı, çağıltı, uğultu anlamlarına gelen "rausch" tam bir kuru gürültü, bir kaşık suda fırtına. büyük bir hayalkırıklığı.

24 Mayıs 2012 Perşembe

ruhr 7_zollverein/essen














the coming storm / tim etchells - forced entertainment [sıcağı sıcağına]


sheffield'li performans topluluğu forced entertainment'in "the coming strom"u dün akşam essen pact zollverein'da dünya prömiyerini yaptı.

tim etchells ve topluluğunu tanımıyordum. bir haftalığına geldiğim ruhr'da, iki pina yapıtı arasındaki boş akşamları doldurmak için aranırken bu gösteriyi keşfedip biletimi almıştım. sonradan, bir arkadaş tim etchells'i bayağı bir övdü bana; meğer bayağı alternatif işlere imza atan sıradışı bir sanatçıymış etchells. planlamadan denk gelmiş olmasına sevindim; şanslıymışım..

"the coming strom" hikaye anlatma üzerine komik, eğlenceli ve "düşündürücü" bir beyin fırtınasıydı.
iyi bir hikaye neye ihtiyaç duyar diye sorarak ve cevaplarını takır takır vererek başlayan performansta, üçü kadın üçü erkek altı kişilik ekip mikrofonu birbirlerinden ala ala, birbirlerinin sözlerini (hikayelerini) kese kese, boş sahnede, sadece aksesuarlar ve enstrümanlar kullanarak, hareketler, müzik ve sözler yardımıyla bazen anlatıl(maya çalışıl)an hikayeyi vurgulamaya bazen kösteklemeye çalıştılar; onlarla veya anlattıklarıyla özdeşleşmememiz için ama diğer yandan da anlattıklarının duygusunun bize(seyirciye) geçmesini gözardı etmeden; sanki gevşek dokunmuş, doğaçlamaymış gibi duran, ama belli ki her bir noktası ince ince belirlenmiş geçişlerle hikayeleri parçalayıp tekrar birleştirerek 110 dakika boyunca seyirciyi içerik bağlamında "iyi bir hikaye nedir?" ve biçimsel bağlamda "bir hikaye nasıl anlatılır?" soruları etrafında dönen fırtınalarına ortak ettiler.
 
işin ismi çok önceden belli olmasına rağmen, tesadüf bu ki, dün yani prömiyer günü öğleden sonra essen'i sürpriz bir fırtına istila etti; hazırlıksız yakalanan benim gibileri sıçana çevirdi.
olur da "the coming storm"a bu yaz avignon'da, ya da sezon içinde paris theatre de la ville, viyana veya zürih'te denk gelirseniz, yağmura hazırlıklı olun. [performansın içinde sulu bir durum yok; uyarım etchellsvari absürdlüğe bir gönderme sadece...]

23 Mayıs 2012 Çarşamba

ruhr 6_wachendorf









ruhr 5_yvonne rainer



köln’ün prestijli çağdaş sanat müzesi ludwig’de çağdaş dansın en radikal sanatçılarından amerikalı yvonne rainer’I konu alan bayağı kapsamlı bir sergi var.
martha graham ve merce cunningham’la çalıştıktan sonra, dans sanatında kendine bambaşka bir yol çizmiş olan rainer’in not defterlerinden, gösterilerinin broşürlerine, 8mm’den 35 mm’ye neredeyse bütün filmlerinin gösterildiği bölmelerden, afişlere, fotoğraflara çok geniş bir sergi.

60’larda dans fikrini altüst ettikten sonra, sinemaya/filme yönelen rainer, yıllar sonra, barishnikov’un ısrarı ve white oak dance project’in siparişi ile 2002 ve 2007 yıllarında iki yapıt sahneye koymuş. sergide dans gösterilerinin siyah beyaz 8mm-16mm kayıtları, neredeyse bütün filmleri gösteriliyor. ayrıca düsseldorf tanzhaus nrw işbirliğiyle serginin açıldığı ilk günlerde rainer’in yapıtlarından oluşan bir dans akşamı da düzenlenmiş.

museum ludwig’deki sergiyi hakkıyla gezmek bütün bir günü alabilir. ben ancak iki saat ayırabildim; bunun da 45 dakikası kocaman bir perdede gösterilen rainer’in 2007’de sahnelediği son eseri “RoS Indexical” yapıtının tam kaydıydı. bu yapıtta yvonne rainer “bahar ayini”yle hesaplaştığı gibi, müzik olarak kullandığı özel remikslenmiş “bahar ayini” versiyonu sayesinde politika, kadınlık hali, başkaldırı gibi toplumsal eleştiri içeren ilginç bir yorum sunuyor.

altbaşlığı “space body language” olan sergiye ayrıca, rauschenberg’in ‘68 tarihli “soundings” yerleştirmesi ve serginin mekansal düzenlemsinde heimo zobernig’in 2011 tarihli “untitled” (isimsiz) adlı duvarı eşlik ediyor.

yaşayan bir koreografı konu eden -herhalde- bu en büyük sergiye denk gelmek benim için büyük şanstı. bu sayede, önceden çok da tanımadığım efsane bir sanatçının dünyasına kıyısından köşesinden de olsa girme fırsatım oldu.