5 Ağustos 2012 Pazar

tatil filmleri


son 23 yılımın en uzun deniz/sayfiye tatilini yapıyorum; 24 günün yarısını çoktan devirdim bile.
programımda; gün ağırırken bilumum horoz sesi, gün içinde ara ara anıran bir eşek, havlayan köpekler ve rüzgar çanlarına eşlik eden sessizlik, berrak bir deniz, temiz hava bol rüzgar, günboyu gölgede kitap, dalından incir üzüm, köy pazarından taze sebze meyva peynir, balıkçıdan barbun levrek çipura, hamakta öğle uykusu, çıplak ayakla toprak var. akşamları 9’da ise “sinema saati”m, bazen “iki film birden”.
zamanında vizyonda kaçırdığım, festivallerde izleyemediğim, piyasadan 4.99 tl’ye aldığım, amazon’dan getirttiğim filmleri dizdim cd çantama; şeker kutusuna düşmüş çocuk gibi her akşam şöyle bir hepsine bakıp, hangisini seyretsem diye, seçimimi yapıyorum..
şimdilik hayalkırıklarım tatminlerimden fazla!

önce bazı hayalkırıklıklarım:
.film festivali’ndeki gösterimine biletim olduğu halde wiesniewki’nin tiyatro oyunu için yaktığım nikita mikhalhov’un “12”si günümüz rus toplumunun sosyal, ekonomik, kültürel portresini ortaya sermek için yola çıkmış ancak sonuçta abartılı, kaba ve maalesef sığ olmaktan kurtulamamış bir film.
."capturing the friedmans" adlı belgeseli ile olağandışı bir ailenin öyküsünü başarıyla anlatan andrew jarecki bu sefer başka bir sıradışı aile hikayesini kurmaca formatında ele almış. new york’un emlak zengini ailelerinden birine gelin giden orta sınıftan bir kızın (kirsten dunst) -günümüze dek aydınlatılamamış- ortadan kaybolma hikayesi. filmi seyredilir kılan tek öğe, kızın evlendiği psikolojik sorunlu varis rolündeki ryan gosling.
.“house of games” adlı olağanüstü filmi ve ayrıca keskin, sivridilli tiyatro oyunlarıyla takipçisi olduğum david mamet’ten entrikası vasat bir film: “redbelt”.
.gaspar noe’nin, festivalde “geceyarısı sineması”nda gösterildiği için izleyemediğim, ikinci filmi “irréversible”dan sonraysa şiddetle merak ettiğim ilk filmi “seul contre tous” bütün estetik ve biçimsel marifetleri ve kızgın haleti ruhiyesiyle bana biraz eskimiş, biraz anlamsız, biraz “çapsız” geldi.

şimdi de tatmin olduklarımdan bazıları:
.kanadalı kadın yönetmen léa pool’un “maman est chez le coiffeur” (annem kuaförde), kocasının onu başka bir erkekle aldattığını öğrenmesi üzerine evi terk eden annenin ardından bir yaz tatili sürecinde “büyüyen” ikisi erkek biri kız üç kardeşin öyküsünü anlatıyor. sean penn’li “olmak istediğim yer”in “artistik” büyü(ye)me(me) hikayesindense pool’un, hikayeyi(dünyayı) bütünüyle çocukların gözünden anlattığı (gördüğü) samimi, masum, ferah filmini çok beğendim. '60’ların sonunda geçen filmin kıyafetlerden ev eşyalarına, müziğinden görüntülerine başarıyla yaratılmış atmosferi de ayrıca takdire değer.
.beğendiğim başka bir büyüme/çocuk-ebeveyn ilişkisi/aile filmi, todd solondz’un “life during wartime”ının duygusu ise çok farklıydı: hınzır, muzur, iç acıtıcı ve melankolikti. solondz-vari karakterler galerisi ve coen’leri andıran diyaloglar eğlendirdiği kadar irkiltiyordu insanı.
.görselliği, kanıksadığımız walt disney, pixar veya japon animasyonlarından çok farklı; çizimleri renklendirmeleriyle ilüstrasyon tadında, grafik kalitesi yüksek enfes bir çizgi film de izlediklerim arasında: “my dog tulip”.
içeriği belki biraz tanıdık; köpeği olan herkesin [veya “sahibi olan her köpeğin”] başından geçen, bildiği, tanıdık hikayeler. ancak film, bıyık altı ingiliz mizahı ve ayrıksı tonuyla eğlenceliydi. j.r. ackerley'in romanından uyarlanan filmin yönetmenleri paul fierlinger ile sandra fierlinger.
."billy elliot" ve "hours" fimleri ile sevdiğim, tiyatro yönetmenliğinden gelen stephen daldry’nin, vizyonda izleyemediğim bernard schlink uyarlaması “the reader” (okuyucu) da beni memnun etti. anlattığı hikayeler ve başarılı oyunculuklar kadar, sanırım daldry’nin filmlerinde beni en çok cezbeden şey, onun, filmlerine sinemasallıklarını kaybettirmeden kattığı tiyatrallik.
her zaman mürebbiye kılıklı/fizikli olduğunu düşündüğüm kate winslet nihayet rolünü bulmuş; gardiyan rolünde çok başarılı; aldığı/topladığı ödülleri hak etmiş. ralph fiennes da, benzer şekilde, beden diline cuk oturmuş teredütlü, içkin avukat michael rolünde başarılı; yazık ki, oyunculuğunu konuşturduğu sahneler kurgucunun makasına kurban gitmiş [dvd’deki silinmiş sahneler kısmında izlenebiliyor].
ingilizlerin yaşayan en iyi tiyatro yazarlarından david hare’in senaryosunu yazdığı, yaşayan en iyi görüntü yönetmenlerden ikisinin, roger deakins ve chris menges’in gözlerinden yansıyan mükemmel görüntüleriyle “the reader” hüzünlü bir film. sanırım uzun zamandır, “yoksunluk” üzerine bu kadar iyi bir film izlememiştim. herhalde kitabı çok daha yoğun bir etki bırakıyordur; niyetim, ilk fırsatta okumak…



2 yorum:

  1. Danzon, yıllar sonra böyle güzel ve keyifli tatili kim istemez ki..film tavsiyelerini de özlemiştik. the reader seyrttiğim film benimde..

    YanıtlaSil
  2. 3-5 gün 1 hafta yaptığım olmuştu ancak bu kadar uzunu, uzun zaman sonra ilk defa oldu.

    bir kitap kurdu olarak :) "the reader" konusundaki fikrinizi merak ettim?

    YanıtlaSil