21 Mart 2012 Çarşamba

wiesenland / bausch / tanztheater wuppertal



"ah, muhtaç olduğumuzda
kimden medet umabiliriz?
ne meleklerden ne insanlardan
ve marifetli hayvanlar bile fark ettiler ki
hiç de rahat değiliz biz
şu yorumlanmış dünyamızda
."



- rainer maria rilke, "duino ağıtları" birinci ağıt

...



yosun tutmuş, yer yer bitkiler fırlamış devasa bir duvar; ince ince sular damlamakta üzerinden; bütün bir birinci perde boyunca şıpır şıpır seslerini duyacağız o suların. oyun broşüründeki fotoğrafları hatırlayacağız: bir termal havuzun içinde satranç oynayan insanlar; bir duvarı şelale fotoğrafıyla kaplı oturma odası.
su, macarların hayatının vazgeçilmez bir parçası. su, pina bausch’un budapeşte’den esinlenen yapıtı “wiesenland” (çayır)’ın vazgeçilmez bir parçası. öyle ki, bausch su öğesini bir önceki “masurco fogo” veya bir sonraki “agua”daki gibi “oyun-cak” olarak kullanmıyor, herşeyiyle yapıtına yediriyor, nüfuz ettiriyor. bausch’un 1999’da tasarladığı, roma ilhamlı “o dido”da su buharı başroldeyken, 2000 tarihli “wiesenland”da suyun kendisi ön planda; bütün ıslaklığıyla.

ilk sahne: yosun duvarın kenarından, elinde kahvaltı tepsisiyle bir kadın çıkar, gülümseyerek sahnenin önüne yaklaşır; özenlidir; tepside beyaz porselen takımlarda bir dilim pasta, fincan, içinde çiçek küçük bir vazo vardır ve bir mum yanar.
yarı yolda yandan bir adam çıkar, elinde yüksek ağızlı teneke bir leğen ve bir kova suyla. kadın durur, tepsiyi yere bırakır, leğenin içine girer, adam kadının başından aşağı bir kova suyu yavaş yavaş boşaltır ve gider. kadın, sırılsıklam olmuş elbisesini düzeltir, ıslaklığın bedenini göstermesinden utanmadan leğenden çıkar, tepsiyi alır ve sahnenin en önüne gelip gülümseyerek seyircilere uzatır; mimikleriyle “buyrun” der gibi, “aaa, istemiyor musunuz” gibi, “ama neden” dercesine rica eder, tekrar tekrar.
o sırada başka bir kadın elinde kocaman bir merdiven sahneye girer, etrafına bakınır, sağdaki portal ağzına dayadığı merdivene tırmanır; tırmanırken kedi gibi kıvrılır, cilve yapar gibi başını eğerr, bedenini büker. en üst basamağa kadar bu jestlerle çıkar ve iner.

hemen açılıştaki bu iki sahne yapıtta ele alınacak temaları özetliyor gibi. bir kol; sevmek, yanıp tutuşmak, sevilmek, sevilmeyi istemek, flört etmek üzerinden gidiyor… diğer kol; uçmak, havalanmak, kaçmak, kurtulmak, özgürleşmek, arınmak üzerinden… üç olgu bu temalara sahnede arkaplan sağlıyor/oluşturuyor: su, sigara ve uyku.

...

wiesenland” bir uyku diyarı; rüyaları, karabasanları, sayıklamalarıyla… ıslak, sırılsıklam bir uyku bu. belki cinsel dürtülerin söndürüldüğü, belki tatmin edildiği; tatmin edilemeyenlerin başka şeylerle telafi edildiği…
bu uykuyu kabuslar basmış durumda; bedenleri belden yere bükülü, elleri yere değerek büyük daireler çizen, hızlı hızlı hareket eden (sanki karafatmalar gibi) yaratıklar… herkesin yukarıda tek bir noktaya odaklanarak bakması; sanki olağanüstü bir gökyüzü olayını izler gibi (acaba 2000’de güneş tutulması mı olmuştu)… yatağında “kurtarın beni” diye sayıklayarak bir o yana bir bu yana hızla kafasını çeviren kadının yanaklarının iki yanında yatan erkeklerin dudaklarıyla birleşmesi…



karabasanlardan kurtulmanın yolu belki uçmak havalarda; kaçmak bu diyardan, özgürleşmeye çalışmaktır.
ikişer gruplu erkeklerin kolları ve bacakları dört bir yana açılmış, sırtüstü havaya kaldırdıkları erkek ve kadınlar… iki erkek bir kadını iki yanından tutarak havalandırır ve sahne boyunca dalga şeklinde aşağı yukarı götürerek havada taşır… dört erkek bir erkeği kollarından ve bacaklarından gererek havaya atar ve yere ayaküstü inmesini sağlar; dört erkek bir kadının üstüne çıktığı sandalyenin bacaklarından tutarak kaldırır, kadın yükselir… iki erkek bir sandalyede oturmakta olan kadını sandalyeyle birlikte havaya kaldırır ve yüksekten üçüncü bir erkeğin kucağına bırakır… sandalyeleri üstüste koyarak gittikçe daha yüksek bir kule inşa etmeye çalışan ama bir noktada risk almaktan vazgeçip, kurduğu gibi teker teker sandalyeleri kaldıran erkek…

...

pina bausch’un bütün yapıtlarına sinmiş hüzünden payını almış olmasına rağmen, bütün karabasanlarına rağmen, “wiesenland” bir yandan da şimdiye kadar izlediğim en muhabbetli pina bausch yapıtı.
"muhabbet” derken çoşkuyu kastetmiyorum; “muhabbet”ten keyif ve neşeyi anlıyorum. dansçıların hem birbirleriyle hem seyirciyle keyiflendikleri, cilveleştikleri, diyaloga girdikleri, paylaştıkları; dansçıların birbirlerini “dinledikleri”…

pina bausch’un, ilk aklıma gelen yapıtlarından istanbul’da izlediğimiz “masurca fogo”da, brezilya esinli “agua”da, “vollmond”da su oyunlarıyla yaratılan çoşkulu atmosferler veya “nefes”in bir sahnesinde dansçıların keyifli bir parti ortamını canlandırdıkları sahneler yok değil, ancak “wiesenland”da öyle bir ziyafet sahnesi var ki; eşliğindeki müziğin etkisiyle de olsa gerek, insanın içi neşe doluyor, dolup taşıyor. sanki güneşli bir yaz gününden kalma, hatırası hiç unutulmayan, her daim gülümseyerek hatırlanan keyif dolu, paylaşım dolu, neşe dolu bir arkadaş toplantısından enstantanelere tanık oluyoruz…

...

bausch’un alamet-i farikası olan seyirciyle kurulan ilişki “wiesenland”da had safhada. mimikleriyle seyirciye yanındakiyle evli mi olduğunu, kaç çocuğu olduğunu, kız mı erkek mi olduklarını soran kadın… seyircilere “sevdiğiniz biri var mı?” “o da sizi seviyor mu?” diye sorular yönelten kadın… seyirci koltuklarının arasında, üstünde sevişen, öpüşen kadın ile erkek… seyircilere sosis, ekmek, pide, kraker, cips paketleri atan erkek ve kadınlar… seyirciye kırmızı rujlu dudaklarıyla öpücük kondurduğu mektubu hediye eden kadın… sahnenin en önüne gelip seyircilerle işaret diliyle iletişim kuran kadın ve erkekler…

...

"wiesenland”ın tek çıkış noktası budapeşte değil. paris theatre de la ville kurumu da yapıtın ortak yapımcısı. fransız etkisi pes perdeden de olsa hissediliyor.
dansçılardan clementine deluy ikinci perdede, fransız köyleriyle ilgili iki anektod anlatıyor. daha da ilginci; birinci perdenin en “simply lovely” bölümlerinden birinde bütün kadın dansçıların vals ritmiyle (ama vals adımlarını kullanmadan) sahnede büyük daireler çizerek yarı koşar halde ilerlerken fonda cezayirli ünlü şarkıcı lili boniche’in vals ritmindeki “alger alger” (cezayir, cezayir) adlı şarkısının çalması. hınzırlığın böylesi! politik, kültürel, toplumsal; her türlü okumaya açık!

vals ritimli “alger alger”in bana pina bausch’a dair fark ettirdiği şey ise; 1982 tarihli “walzer” (valsler) adlı bir yapıtı da olan bausch’un vals merakı.
bausch geçen yıl izlediğim 1985 tarihli “two cigarettes in the dark”ta da ravel’in “la valse”ini dahiyane bir koreografiyle kullanmıştı. acaba bausch vals’i, batı (avrupa) toplumu eleştirisi olarak mı kullanıyor… valsin insanın içine mutluluk veren, yumuşak, sevimli ritminin çağımızın sevgisiz, yalnız, acımasız toplumunun gerçekleriyle bağdaşmıyor olması mı acaba, bausch’u tekrar tekrar valslere götüren…

...

"wiesenland” çok kalabalık bir yapıt; 19 kişilik. “wiesenland” topluluğun en eski üyelerinden karizmatik jan minarik’in rol aldığı son pina bausch yapıtı. şimdilerde onun rolünü andrey berezin canlandırıyor.
kendine has, acıtıcı bir ironisi olan “durum”ların yaratıcısı minarik’i (berezin’i) “wiesenland”da kadın satıcısı, çingene mafyası olarak, sigarası elinde bir kontrabas kutusuna dayanmış etrafı seyrederken, koluna takmış süslü bir hanımı boş bir market arabasını sürerken görmek mümkün; yapıtın sonunda, çayırın üzerinde ahşaptan bir kayık iskeleti inşa eden de o.

orijinal kasttaki dominique mercy de bu yapıttaki yerini yenilerden pablo aran gimeno’ya devretmiş. mercy başka yapıtlarda sahneye çıkarken bundan çekilmesini, haziran’daki londra maratonuna bağlamak doğru olur sanırım. 60’larındaki mercy original kastında olduğu her yapıtta dans etse, ne topluluğun artistik direktörlüğünü yapabilir, ne de iki gün arayla ikişer kere sahnelecek 10 ayrı yapıttan “sağ çıkabilir”.

kanımca, her pina bausch yapıtında dansçılardan biri, diğerlerinden biraz daha öne çıkmakta. “wiesenland”ın “protagonisti” aida vainieri.
topluluğun orta kıdemdeki (en az 20 yıllık) dansçılarından olmasına rağmen daha önce seyrettiğim herhangi bir bausch yapıtında vainieri’yi bu kadar bariz bir şekilde fark etmemiştim. “wiesenland”da vainieri göz dolduran, ruhu okşayan yumuşak dans solosu dışında, tiyatral durumlarla da oldukça ön plandaydı; sigara tutkusu, kıyafet tutkusu, kürk tutkusu, eşya tutkusu, femme fatale ile komik kadın arasında gidip gelen (mechthild grossmann ile nazareth panadero karışımı) son derece dozunda mimik ve jestleri, espri kabiliyeti ve bir sürü farklı durumda isteksizce fernando (suels)’in oyuncağı haline gelmesiyle yapıt boyunca seyirciyi etkisi altına aldı.
iki erkek dansçının vainieri’nin gür ve kıvırcık saçlarının arasına üfledikleri sigara dumanlarından sonra, vainieri’nin saçları tüterek dans ettiği solosu “wiesenland”ın en büyülü sahnelerinden biriydi.

2.5 saati aşan süresiyle uzun sayılabilecek “wiesenland”da tek bir topluluk koreografisi (veya unison) yoktu; ikişerli erkek dansçıların erkek ve kadın dansçıları havaya kaldırmalarını koreografi saymazsak.
ilk dans sekansı, rainer behr’in solosu, yapıtın 20-25 dakikalarında gerçekleşti. özellikle ikinci perde, birbirine zincirlenen sololarla dans ağırlıklıydı.
ikinci perdenin yaklaşık ortalarına denk gelen damiano ottavia bigi’nin solosu bambaşka bir kalitedeydi; seyirci de bigi’nin hakkını verdi ve benim izlediğim iki akşamda da solo bitiminde bigi’yi alkışladı. bigi’nin rüzgarıyla, onunkini takip eden bir-iki kuvvetli solo daha seyirciden alkış aldı.


birinci perdeyi ve yapıtı sonlandıran topluluğun çiftler halinde canlandırdıkları durum, ilginçliği ile iki yapılışında da seyircinin ilgisini çekti. kadınlar yerde yatarak içtikleri sigaraların dumanlarını erkeklerin yukarıdan akıttığı sulara üflediler (veya: sularda söndürdüler). durumun eğlenceli ve komik yönü bir yana; sigaranın en düz okumayla cinsel isteği/birleşmeyi temsil ettiği hatırlandığında, dumanının suda söndürülmesi/suya üflenmesi anlamlıydı.

...

"wiesenland”ın etkileyici ögelerinden biri sahne tasarımıydı.
sahnenin en gerisinde yosundan devasa bir duvar olarak yükselen yüzey, birinci perdenin sonuna doğru, iki yandan giren teknisyenlerin marifetiyle sahne seviyesinden yaklaşık 1.5 metre kadar yüksekte, yatay bir çayıra dönüştü.
bir yüzeyin duvardan zemine dönüşmesinin ilüzyonu bir yana, bu değişiklik hareket mekanını yeniden tanımlama anlamında da ilginç bir denemeydi. en geride kalarak sahnenin bütününü hareket mekanı olarak tanımlayan bir yüzey, ikinci perdede hareket mekanını sadece sahnenin ön tarafıyla (ilk perdedekinin yarısıyla) sınırladı. birinci perdede sahnenin bütün boşluğunu kullanarak yapılan bazı dans haretekleri, ikinci perdede tekrarlanırken bu sefer sıkışmış alanda yeni anlamlara evrildiler. ayrıca, ilk perdede düz sahne üzerinde yapılan bazı durumlar, bu sefer çayır üzerinde tekrarlandı; bağlamları üzerinden yeniden tanımlanır oldu.

...

dünyada wuppertal dışında budapeşte, tokyo ve iki farklı yılda paris’te sahnelenen “wiesenland” 6 haziran - 9 temmuz tarihleri arasında ikişer gün arayla barbican ve sadler wells’te gövde gösterisine çıkacak tanztheater wuppertal’in 10 yapıtlık pina bausch maratonunun kapanış gösterisi olacak.

2 yorum:

  1. wuppertal'e ulaşım nasıldır? en kolay nasıl gidilir? nerede kalmak lazım? wupertal'e tur düzenleyip rehberlik yapıyor musunuz? bu konular hakkında da bilgi paylaşımınız olursa bu sıkça methini yaptığınız şehire gidip bu kumpanyayı tanımak isteyenlere ışık tutmuş olursunuz.

    YanıtlaSil
  2. merhaba,
    prensip olarak kaynağı belli olmayan "adsız" yorumlarına cevap vermiyorum, ancak sözkonusu pina bausch olunca akan sular duruyor :)

    kısaca:
    .uçakla düsseldorf ve sonrasında 30 dak trenle ulaşılıyor wuppertal'e.
    .booking.com sitesinde her keseye uygun konaklama imkanlarına ulaşmak mümkün. almanya olduğu için 2 yıldızlı oteller bile düzgün, temiz, kahvaltısı zengin. oralara ilk defa gideceklere düsseldorf'da kalmalarını öneririm; daha merkezi, daha turistik.
    .gösteri biletleri topluluğun sitesinden kredi kartı ile koltuk seçerek alınabiliyor. biletler her gösteriden 2 ay önce satışa çıkıyor. bileti bitmiş gösteriye bile, ara ara siteye girilip kontrol edilerek, bilet bulma imkanı oluyor.

    maalesef tur rehberliği yapmıyorum, ama eş dostu peşimden sürükleyip wuppertal'e götürmüşlüğüm var :)

    [almanya bir çok insana ilk anda "turistik" gelmiyor, ancak bence, hele de mimar veya sanatçıysanız, düsseldorf ve çevresi tam bir cennet. özellikle çağdaş mimari ve çağdaş sanat konusunda köln, düsseldorf, essen, metmann, bochum, duigsburg müthiş zengin. (düsseldorf hepsinin ortasında, hepsine trenle az çok yarım saat mesafede)
    ayrıca; avrupa'nın en yoğun sanayi yerleşimlerinden biri olmasına rağmen (belki de biraz bu yüzden) ruhr/ren bölgesi doğanın, yeşilin de doyasıya yaşanabileceği, çok güzel ormanları ve parkları olan bir yer.
    tavsiye ederim..]

    YanıtlaSil