28 Ocak 2012 Cumartesi

ejderha dövmeli kız-lar



niels arden oplev'in 2009'da çektiği isveç versiyonunu film festivalinde bir geceyarısı seansında izlemiştim. "gececi" olmamama, ve o gecenin gündüzünde dört filmle gözlerimi ve beynimi fazlaca yormuş olmama rağmen, gözümü kırpmadan sonuna varmıştım.
filmi david fincher'in tekrar çekeceğini duyunca, her ne kadar kendisinin hayranı da olsam, "neden ki!" demekten kendimi alıkoyamamıştım. ilkinde herşey yeterince iyiydi. gerçi romanı okumuş olanlar filmin bir çok şeyi -mecburen- dışarda bıraktığını söylüyorlardı, hemen arkasından "ancak bu kadar olabilirdi" diye ekleyerek.
fincher'in versiyonuna biraz da, bir önceki filmi "the social network" (sosyal ağ)'a, sırf facebook'u ve tipik bir amerikan başarı hikayesini anlatıyor diye uzak durarak sinemada gitmemiş ve sonra dvd'den seyredince duyduğum pişmanlığın gönül borcuyla gittim. bir kere daha bir fincher filmine, sinemada izlemeyerek ihanet etmiş olmamak için.

...

fincher'in "ejderha dövmeli kız"ından hiç pişman olmadım. polisiye hikayenin anlatımında isveç versiyonundan pek bir farkı yoktu. neyse ki daha karanlıktı; malum fincher puslu, yağmurlu havaları sever; filmi de öyle açıyor; mikael'in davayı kaybettiği sahnede sıkı yağmur yağıyor. devamında ise, hikaye gereği yağmur kara dönüşüyor.
ayrıca; fincher'inkinde, bir hollywood yapımı olması dolayısıyla, gerek çekimler (üç boyutlu animasyonla desteklenmiş hava çekimleri, orman içindeki araba kovalamacası, ...) gerekse de mekan ve kıyafetler daha gösterişli; her şeye (mekanlar, kıyafetler, atmosfer, ...) koyu tonlar hakim. neyse ki, iskandinav ruhunun beyaz düşkünlüğü tamamıyla es geçilmemiş.

...

fincher'in versiyonunun en zayıf tarafı lisbeth-mikael ilişkisiydi. isveç versiyonunda bu ilişkide roller altüst edilmişti; mikael tipik "erkek" davranışları yerine daha duygusal çizilmiş, lisbeth ise ilişkide "maskulen" olan konumdaydı. lisbeth ile mikhael'in seviştikleri gecenin sabahı, bir kadın-erkek ilişkisinde rollerin nasıl değişebileceğini, "farklı" olabileceğini göstermesi açısından hem eğlenceli, hem ilginç, hem de aykırıydı.
tabii; bunda mikhael'i canlandıran oyuncu (festival seyircilerinin iskandinav filmlerinden aşina olduğu) michael nyqvist'in hem fiziki özellikleri (yumuşak hatlar, hüzünlü bakan gözler,...) hem de oyun kabiliyeti büyük rol oynuyordu. lisbeth salander'i canlandıran noomi rapace ise ilk göründüğü sahneden itibaren tek kelime ile mükemmeldi.

işte fincher versiyonunun en zayıf tarafı bu ilişkiyi bildik, konvansiyonel kadın-erkek ilişkisine indirgemiş olması. hele de, seyirciyi tavlamak adına hazırlanan o "buruk" son, fazlaca kolaycı bir çözümdü. mikael'in lisbeth'e neden gönül vermediğinin altını yeterince çizmezseniz, sert kızın yumuşadığı ilk anda hayattan tekrar bir tokat yemesi "arabesk"leşir.

her şey bir yana fincher'in lisbeth'i rooney mara en az rapace kadar iyi. ancak maalesef, her ne kadar bu filmde kasları "olabildiğince" saklanmaya çalışılmış olsa da daniel craig sıradan bir mikael olmaktan kurtulamamış.
james bond olmadan önceki filmleriyle (özellikle "the mother" ve "enduring love") oyunculuk yeteneğini ispatlamış craig için bu "feminen" rol, hollywood'un ona biçtiği kaftandan sıyrılmak için iyi bir şanstı.

...

fincher'in "ejderha dövmeli kız"ının farkına varmamı sağladığı esas şey ise; edebiyat zevkine güvendiğim bir kaç dostumun bana daha önce defalarca tavsiye ettikleri üzere, bir an önce stieg larsson'un şu üçlemesini okumam gerektiği. sezdiğim kadarıyla; fincher'in ortalama versiyonundan bile bu kadar keyif almamı sağlayan ruh, romanların içinde saklı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder