22 Ekim 2010 Cuma

“birileriniz beni sevebilir mi?”

(fotoğraf: irfan redzovic)

bir yer geliyor; sanja mitrović projeksiyondan bize önce sırp pasaportunu gösteriyor, sonra da hollanda pasapotunu ve ardından seyircilere yaklaşıp, sadece sırpça ve almanca konuşulan oyundaki tek türkçe repliği kullanarak bizlere soruyor: “birileriniz beni sevebilir mi?” “aranızda beni sevecek birileri var mı?”
sonra uzun uzun bakıyor, bekliyor cevap verir miyiz diye…

“bir daha yine mutlu olabilecek miyiz?” sorusunu almanlar, ikinci dünya savaşı sonrasında formüle etmişlermiş; yeni bir başlangıç, bir nevi sıfır noktası olsun diye kendilerine. sırp sanja mitrović ise “birileriniz beni sevebilir mi?” diye soruyor.

iki kritik, canalıcı soru! biri almanlardan diğeri bir sırp’tan.
avrupa’nın 20. yüzyıl tarihinde soykırıma imza attığı "resmi" olarak kanıtlanmış iki toplum.

bu noktada oyun broşüründen -bence çok çarpıcı- bir bilgiyi paylaşırsam, sanırım oyunun derdi daha iyi anlaşılır: bu oyun kültürel arınma merkezi adlı bir kurumun geliştirdiği “bellek cemiyeti” adlı uzun soluklu bir projenin parçasıymış.

oyun idans04 kapsamında önceki akşam istanbul’da oynandı.
geçmişinde; birilerinin “soykırım”, birilerinin “büyük felaket”, birilerinin “yer değiştirme sırasında meydana gelmesi şaşırtıcı olmayan kayıplar”, birilerinin “savaş zayiatı” olarak adlandırmayı veya anlatmayı tercih ettiği, ama kimsenin yadsıyamadığı bir olay barındıran bir toplumun önünde.
nasıl adlandırılırsa adlandırılsın 1915'teki olaya; varlık vergisini, 6-7 eylül’ü ve sivas katliamını da katarak bu toprakların, bu toplumun 20. yüzyıl tarihiyle hesaplaşmasından, "hesaplaşmamızdan" çıkacak sonucu, acaba biz hangi soruyla formüle ederdik? diye düşünmeden edemedim oyun çıkışı!



sanja mitrović’in, adını almanların sorusundan alan “bir daha yine mutlu olabilecek miyiz?” (will you ever be happy again?) adlı oyunu balyoz gibi indi ruhuma.
içinde ne dans ne performans vardı, ama iyi ki idansçılar dahil etmişler programa çünkü çok etkileyici, çok iyi, çok güçlü bir işti.



haftasonu garajistanbul’da alman topluluk rimini protokoll’ün hazırladığı belgesel-oyun “dağaçar bey…”e yakın bir mantıkla hazırlanmış bu oyun da.
biri sırp diğeri alman iki oyuncunun kişisel geçmişlerinden, hayat hikayelerinden, yaşanmışlıklarından yola çıkılmış; hatta “dağaçar bey…”de geridönüşüm işçilerinin aralarında oynadıkları fincan kapatma oyunun birebir sahnede oynanması gibi, burada da sanja mitrovic’in çocukluğunda oynadığı partizan-alman askeri oyunu tekrarlanıyor.

[cahilliğim bağışlansın; arka araya kurgu mantığı bu kadar özdeş iki orta Avrupalı oyun (mitrovic 2005’ten beri hollanda’da yaşıyormuş) izleyince dramaturji, psikoloji veya psikanaliz disiplinlerinde son yıllarda bazı yeni yöntemler geliştirildi de, bunlar teknik olarak tiyatro sahnelerine mi uyarlanıyor diye merak etmeden olamadım?]

bu iki oyun [ve ayrıca yıllardır övül & mustafa avkıran çiftinin yaptığı işlerin] arasındaki paralellikler çocuk oyunlarının sahneye taşınmasıyla bitmiyor; tiyatro, dans, pandomim, veya “dağaçar bey”deki gölge oyunu gibi sahneleme mantığı olarak farklı ifade tekniklerinin; projeksiyon, tepegöz, kamera gibi farklı görsel tekniklerin ve her türlü müzik parçasının kolaj mantığı ile kurgulanması bakımından da bu oyunlar çok benziyorlar birbirlerine.

“bir daha yine…”nin, “dağaçar bey”den önemli bir farkı ise; konu ettiği insanların dünyasında kalmayıp/sıkışmayıp; konu ettiği insanların küçük kişisel hikayelerinin, ait oldukları toplumların -ruhsal, politik ve sosyal anlamda- anatomisinin çıkarılmasında turnusol kağıdı işlevi görmesini sağlayarak, küçük resimlerden “büyük fotoğraf”a ulaşıyor olması.
hatta onunla da yetinmeyip; yazımın başında, oyun esnasında içime düşen derdi dillendirdiğimden anlaşıldığı üzere, o "büyük fotoğraf" devleşiyor; evrenselleşiyor.



oyun broşüründen öğrendiğime göre sanja mitrović bu aralar “a short history of crying” adlı yeni bir çalışma hazırlıyormuş. umarım idans önümüzdeki yıllarda mitrovic’i bizden mahrum bırakmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder