23 Haziran 2010 Çarşamba

"nefes" enfesti!













(fotoğraflar, pina bausch'u yitidiğimiz 30 haziran 2009'da wroclaw/breslau'da sahnelenen "nefes"tendir. kaynak: picasa web albümü - zest.)
[çok kişisel bir yazıdır, baştan uyarması]

yıllar sonra tekrar "nefes"i seyretmek çok güzeldi. kısıtlı imkanları olan kentimize "nefes" ile birlikte, çok yerinde bir seçimle "vollmond"u da getirmek isteyen dikmen gürün hoca'ya içten teşekkürler. evet, çoğu şey onu aşıyor; akm'nin akıbeti de aştı ve "vollmond" gelemedi, ancak "nefes" geldi.

geldi de, bizim seyircimiz hak ediyor mu bu çapta bir gösteriyi emin değilim?
yedi yıl önce akm'de yer yerinden oynamıştı, 2004'te wuppertal'de seyrettiğimde soloların bir çoğu -bir çağdaş dans gösterisinde beklenmeyecek bir şekilde- gösteri sırasında alkışlanmış, bittiğinde operaevi alkıştan neredeyse yıkılmıştı; bu akşam ne oldu!!!
demiyorum ki arada alkışlansın, ama neydi o cılız alkış, iki kere zor selama çıkardık topluluğu; ne yazık!!!

ikinci teşekkürüm de, ajans-2010'un şimdiye kadarki hiçbir dans gösterisinde hazırlamadığı kadar özenli hazırlanmış kitapçık ve çıkışta dağıtılan poster için; çok hoş iki anı kaldı elimizde bu akşama dair.
kim bu özeni gösterdi bilgim yok; belki, bugün radikal'de pina bausch ve "nefes" hakkındaki duygusal yazıyı kaleme alan ajans-2010 sahne ve gösteri sanatları yönetmen yardımcısı ümit özdemir'dir. eğer bunların arkasındaki oysa, ona da candan teşekkür.

...

bu akşam, hilton'un otoparkından muhsin ertuğrul'a giderken yağmur altında tek başına andrey (berezin; dansçılardan biri) yürüyordu önümden; yalnız, sırılsıklam olmuş halde.
çıkışta ise arabanın içinde trafik ışıklarında beklerken fernando (suels mendoza; "bu, hamamdaki ben! o, hamamdaki beni oynuyor!" repliği ile "nefes"i başlatan dansçı) geçti önümden; o da yalnızdı.
halbuki bilinir ki gösteriler sonrasında bütün dansçılar olmasa da topluluğun geneli pina bausch ile yemeğe gider, geç saatlere kadar sohbet edilir.

içim burkuldu. zaten aklımda "nefes"in son sahnesi; o su birintisi pina bausch'un mezarının yanıbaşındaki göleti hatırlattı bana; suya vuran dansçıların görüntüsü de göletten yansıyan ağaçları; birden kendimi orada hissedip hüzünlendim. dansçıları da böyle tek başlarına yürürken görünce, hüznüm iyice arttı; sanki analarını kaybetmiş yavrular gibi mahsundular.
cılız alkışı da düşününce, dansçılar adına iyice üzüldüm...

bir kaç kişi yazdı; ne tesadüf ki pina bausch'un öldüğü gün topluluk "nefes"i sahneliyordu diye. bu tesadüfle ne kastettiklerini anlamadım! bu tesadüfün neresi anlamlı? anlamsız tesadüfün ne değeri var, neden lafı edilmeye değer!
bence esas; topluluk bundan sonra ne zaman "nefes"i oynasa, o günü, 30 haziran 2009'u hatırlayacak; belki de onlar için çok zor "nefes"i tekrar tekrar oynamak, çünkü "nefes" onlara çok somut bir şekilde, anılarına kazınmış bir anı, pina'larının artık olmadığını hatırlatıyor!

...

"nefes" enfesti. hele de 5. sıranın ortasından.
hiç bir pina bausch yaptını bu kadar ideal bir koltuktan izlemedim şimdiye kadar.
dansçılar tam göz hizamda, elimi uzatsam dokunacağım uzaklıkta, en ince mimik ve hareketlerine kadar görebileceğim mesafedeydiler. ve muhteşemdiler!

...

"nefes"i 2004'te wuppertal'de seyrettiğimde, 2003 istanbul gösterisinde olmayan küçük bir sahne eklenmişti yapıta.
bu akşam o sahneyi de seyrettik istanbul'da; ikinci perdenin sonlarına doğru karanlıkta sahneyi tarayan yeşil ışık altında kadınların gittikçe büyüyen bir sıra halinde daireler çizdikleri bölüm.

...

"nefes" enfesti;
yoğundu, güçlüydü, zordu, karanlıktı, tekinsizdi, hava kadar hafif, rüzgar kadar şiddetli, durgun su kadar dingin, görünmeyenlere ayna, akan su kadar bilinmeyenlere gebeydi, flörtözdü, yakıcıydı, kıvılcım doluydu, kadın-erkek, erkek-erkek ilişkilerinde canalıcı noktalara parmak basıyordu...

ditta miranda jasfi'nin "oblivion" ve "didou nana" eşlikli soloları müthiş hüzünlü, kırılgan, narindi...
fernando suels'in ikinci perdenin hemen başındaki ninnisi ve ardından gelen -sanki çocukluk kabuslarını anlatan- solosu, rainer behr'in replikaslı-şelalesiz solosu (suyla ilk temasın olduğu), kenji takagi'nin uhuhboo project müziği ile yaptığı -insana dair enerjinin karanlık tarafını barındıran- solosu çok çok etkileyiciydiler...

takım elbiseli erkeklerin bütün sandalyeli sahneleri (kadınların kafalarını okşadıkları, birbirlerinin sırtına çıkıp yavaş yavaş çökerttikleri, timsah misali yerde sürünüp birbirlerine el verdikleri) tüyler ürperticiydi...
suyun kenarındaki bütün sahneler, suyun içindeki bütün sahneler ve ünlü şelale sahnesi şiirseldiler...

...

şu anda saat 00:35, dışarıda bardaktan boşanırcasına sağanak yağmur yağıyor; aynı "vollmond"da olduğu gibi.
eğer istanbul'da sahnelenseydi bu havaya çok yakışacaktı "vollmond". belki dikmen hanım peşini bırakmaz, 2012'deki tiyatro festivali'ne getirir...

o zamana kadar "nefes" ile hayat bulmak için iki randevumuz daha var.
benimkinin biri viyana filarmoni'ye kurban gidecek, ama ikincisinde, "nefes"in istanbul'daki son akşamında, yine 5. sıradaki koltukta olacağım;
dünya'nın ve türkiye'nin bu gerilimli günlerinde göğsüme doya doya pina'nın "nefes"ini çekip hayatta kalabilmek, ayakta durabilmek için...

6 yorum:

  1. Benim için bir hayal kırıklığı oldu. Muhsin Ertuğrul'a doğru elimizde son moda mor bir şeffaf şemsiye ile (teşebbüs sahibi halkım sayesinde) nefes nefese yağmurdan bir an önce kurtulmak için hızlı adımlarla yürürken evden gelen (kızım kaşını patlatmış vs. vs) bir telefonla anladım ki ben Nefes'i kaçıracağım.

    Gülda'nın tüm çabalarına rağmen kalıp seyredemedim; sadece 50 dakika için salondaydım. Aslında ilk yarım saatinde telefonlar gelmeye devam etti. Yerimden kalktım, yere oturdum ve biraz daha seyrettim..Gördüğüm dans ve ifade ettikleri beni içine çekiyordu.Ama kalamadım.

    Sonra da yerde sürünerek salonu terkettim. Hem de nasıl ter döktüm: sen aylardır seyircilerle ilgili atıp tutup, köpür sonra da elinde habire cep telefonu ile mesajlaşarak gösterinin ortası bile değilken salondan çıkmaya çalış! Etekle emeklemek marifet istiyormuş bu arada.

    Bu akşamki gösteri benim için de kurban gidecek ve ne yazık ki yarınki de. Çünkü kızımın bale gösterisi var: Şımarık Kız.(Kendi hayallerini çocuğu üzerinden yaşamaya çalışan anne tipi!)

    Eve gidince hem kötü giden iş günü hem nefes'i kaçırmak nedeni ile -birebir her sözü uymasa da- Freddie ile bağıra bağıra "God knows...God Knows I want to break free!" diye şarkı söyledim.Ardından da Innuendo...

    Sonra sakinlemişim...

    YanıtlaSil
  2. sizin için üzüldüm; ama işte, hayat sanattan daha öne çıkıyor çoğu zaman..

    kızınıza geçmiş olsun. umarım iyidir ve şımarık kız'a çıkar.
    [benim ilkokulda bu anlamda çok kötü bir anım vardır; bütün yıl hazırlandığımız yıl sonu müsamerisine kızamık olduğum için çıkamamış, muhsin ertuğrul'da seyirci koltuklarında oturmuştum kös kös..]

    oldukça kişisel yazıma, kişisel ve samimi yazınızla eşlik ettiğiniz için teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  3. pina bausch kocaman bir büyü;
    yıllar önce güzel gülüşünü ve gözlerini yakından görme şansını bulduğum.. "nefes" 2003'de ilk izlediğimde daha büyük bir hayal kırıklığıydı benim için.. bu kez, pina bausch'dan 'bir son armağan' olarak aldım, kalbime koydum.

    buna karşın itiraf etmek lazım,
    ağırlığıyla ezildiğimiz erkek egemen dünyanın oyun boyu tekrar tekrar inşaası içime bir türlü sinmiyor.

    selamlar

    YanıtlaSil
  4. oyun inanılmazdı. sanki sesini uzun zamandır duymadığım bir dostla sohbet havasında, dili ve tadı tanıdık, görüşü paralel...

    nefes'i ilk defa seyrettim. dekoru çok merak ediyordum, çok da beğendim.

    keşke ben de bir kez daha izleyebilseydim..

    ben, erkek egemenliğin görünür kılınarak eleştirildiğini düşünmüştüm, onun yeniden inşası olarak görmedim hiç.. hatta erkek egemenliği üzerinde kadınların rolünün de aynı eleştirilere maruz kaldığını düşünüyorum; etekleri havalandırılırken, el üstünde gezdirilirken, erkek kendi etrafında döndürdüğü esnada ayakları yerden kesilirken vb.

    pina'nın isabetli görüşü, sahneleme, danslar, dansçılar, müzikler, dekor, ışık, sesler, dil... her şey hayranlık uyandırıcıydı..

    YanıtlaSil
  5. eleştirildiğine elbet kuşku yok, olmamalı, bu bir yanı. diğer yanı, altı böyle çizilen bir istanbul'u bir istanbullu -hadi daha da ileri gidelim- bir kadın olarak
    izlemenin verdiği rahatsızlık..
    ki, zor olan bu dünyanın çok da gerçek olması.. daha önce başka kentlere dair oyunlarını izlerken mesafeli durabilmiştim.. insanın yaşadığı kent söz konusu olduğunda hissettikleri karmaşıklaşabiliyor.

    pina bausch'un koreograf olarak dehasına selamlarımız baki..

    YanıtlaSil
  6. ailemin "cumhuriyetçi" hanımları da çok rahatsız oldular ve içlerine sindiremediler pina bausch'un türk kadınına bakışını/yorumunu; her ne kadar onlara anlatmaya çalıştıysam da:
    . "nefes" istanbul "hakkında" değil, istanbul'dan "esinlenen" bir yapıt,
    . pina bausch'un opus magnum'unun vazgeçilmez ögesi, temeli, en büyük derdi: genel olarak insanlık ama özellikle de kadınlık halleri, kadının toplum ve erkek tarafından baskı altına alınmışlığı, cinsel obje olarak kullanılması, sevgi- şefkat ihtiyacı, masumiyetini yitirişi...

    pina'nın son yıllarındaki yapıtlarını düşünürsek (masurca fogo, agua), çoktandır bu kadar karanlık bir bakış, keskin bir yorum getirmemişti kadınlık hallerine; istanbul olsa olsa yeniden suyüzüne çıkarmış, kabartmış olabilir pina'nın derinliklerinde yatanları..

    ailemin hanımları yine de ikna olmayıp, "şimdi bu dünya'nın bellibaşlı kentlerinde sergilenmedi mi, bütün dünya bu yapıtın istanbul'u anlattığını bilmiyor mu: o zaman, sahnede gördüklerini direkt istanbul'la özdeşleştiriyorlar! tamam, pina bausch'un yorumu yanlış değil, ama neden bu kadar açıklıkla ortaya konup, başkalarına gösterilsin ki; evimde olanı ben biliyim neden komşum öğrensin ki" demekten de geri kalmadılar.

    sözkonusu sanat olunca onların bakışının çok naif kaldığının farkındayım.
    ancak anlı şanlı köşe yazarlarımız da zamanında ve şimdi "nefes" hakkında dile getirilmeyecek sığlıkta argümanlar öne sürmediler mi!

    örneğin, trafik sahnesindeki videonun istanbul'a ait olmaması gibi.
    böylesi daha doğru değil mi; istanbul plakalı olsaydı o görüntüler, bu yapıt belli bir yerle fikslenmiş, kısıtlanmış, sınırlandırılmış olmayacak mıydı; bu haliyle daha geniş bir bakış açısına hizmet etmiyor mu; dünyada trafik sorunu bu kadar trajik olan tek metropol istanbul mu!
    hatta; o sahnede bağrış çığrış ezilmekten kaçan dansçı nazareth panadero'nun italyan olduğu ve birinci bölümde çekirdek çıtlatmak, kar yağınca okulların tatil olması, yazın denizin sıcak olması, çocukların gece geç saatlere kadar sokakta oynaması gibi durumları konu edinip, kendi kültürüyle istanbul arasında "ayyyyynıı bizdeki gibi!!" diyerek bağlantı kurduğu düşünüldüğünde o görüntülerin italyan menşeeli olması daha da anlam kazanmıyor mu!

    baştaki hamam sahnesini de oryantalistikle damgalayan var ki, bence tam tersi; oryantalizm eleştrisi yapmak için kullanıyor pina bausch o sahneyi;
    bir: batı'nın hamam'da çıplak kadın figürleriyle özleştirdiği/ötekileştirdiği doğu'yu tersine çeviriyor, erkekleri kullanıyor
    iki: hamamda gerçekleşenleri olduğu gibi değil, bir dansçının anlatımı olarak ve daha da önemlisi, kendi bedenini başka bir beden üzerinden anlattırarak ("o, hamamdaki beni oynuyor") ortaya koyuyor ki; bu sayede oryantalizmin en temel ögesi "ötekileştirmeyi" kırıyor.

    YanıtlaSil