8 Haziran 2010 Salı

müzik festivali 38, izlenim 1: kasvetli bir istanbul haziranında arvo pärt'i yaşantılamak

(tribute to arvo part,
yağlıboya tablo
judith levin)


"meine seele, warum bist du betrübt
und bist so unruhig in mir?"


yıl 2002; hayatboyudostum burcu o sene beni bir aylığına paris’e davet etmişti; tez konumla alakalı ile-de-france gotik kiliselerini geziyordum sırayla. ilk olarak paris'e en yakın olanından, saint denis katedralinden başlamıştım; saint denis şimdilerde paris'in banliyösü gibi olan, zamanında, yani ortaçağ'da bağımsız bir yerleşim.

saint denis katedrali'nin apsisi, apsisi çeviren koridoru ve bu koridora eklemlenen şapellerin mimari tasarımı; hafiflikleri, ışığı o zamana kadar olmayan derecede özgürce içeri alışları, gotik felsefe ile örtüşen ışık mistisizminin mekansal karşılığı olmalarıyla ortaçağ'da bir devrim yaratmış, gotik dönemin kapılarını aralamıştı.

katedralin, ön büyük kapısı kapalıydı, nefin ortalarına denk gelen yan kapıdan girdim; haftaiçi olduğu için çok az ziyaretçi vardı, hatta neredeyse benden başka hiç kimse yoktu.
katedralin ön kapısının önünde büyükçe bir bölüm ahşap paravanlarla kapalıydı; zaten katedralin gezilesi en önemli özelliği apsis ve etrafıydı; oraya yöneldim.

içeride, apsisin etrafında dolaşırken bir müzik yayıldı içeriye; ilahi bir müzik, aşkın bir müzik; tarzına bir yerlerden aşina olduğum, "fratres"ı, "für alina"yı, "tabula rasa"yı andıran...
müzik pat diye bir anda kesildi. sonra kaldığı yerin biraz öncesinden tekrar başladı.
meğer; prova varmış paravanların arkasında, akşamki konserin. meğer; saint denis katedrali her haziran'da düzenlenen müzik festivali ile ünlüymüş.

biraz sonra bir insan sesi, soprano, katıldı müziğe; ortaçağ katedralinin geniş, hacimli mekanında yankılandı insan sesi.
taş gotik kaburgalardan, oymalı heykellerden, rengarenk vitraylardan yansıyarak dağılan, kırılan parçaların birbirine karıştığı, çoğaldıkça iyice gizemli hale gelen bir müzikti mekanı ve beni sarmalayan.
apsisin altındaki kriptaya indiğimde ise yukardaki ses titreşimleri o en gizli, kuytu, karanlık dehlizlere sızdı, buldu beni, ziyaretime eşlik etmeye devam etti.

müziğin zaman zaman bir anda kesilip tekrar başlaması, bazen bir-iki satırın defalarca tekrarlanması gezdiğim ve yaşantıladığım mekana dair algımı sürekli kesintiye uğratıyor; ortaçağ ile o an arasında mütemadiyen gidip gelmeme neden oluyordu. kendimi ne o ana ne de ortaçağ'a konumlandırabiliyordum; bu da, ziyaretimi daha da benzersiz kılıyordu.
kulağımda kulaklık, gezdiğim mekana/kente uyacağını öngördüğüm bir müzik ile değil; o gün o an, benim kontrolüm ve seçimim dışındaki bir müzik ile yaşatılıyordum mekanı.

katedralden çıkar çıkmaz bahçesindeki kiosktan akşamki konsere bilet aldım.
içeride provasını dinlediğim müzik arvo pärt'in o akşam fransa prömiyeri yapılacak olan "como anhela la cierva"sıydı.
akşam, bildik konser atmosferinde dinledim "como anhela la cierva"yı. konser sonrasında, seyirciler arasında oturan mütevazi adam avro pärt'ten imza aldım festival kitapçığına.
o gün ve o akşam benim için unutulmaz bir anıydı.

...

dün akşam, bu sefer istanbul'da aya irini kilisesi'nde tekrar unutulmaz bir deneyim yaşadım, yaşadık.
bulutlar iki gün öncesinden istanbul simalarına yerleşip, pozisyonalarını almışlardı. yağmur bir gündür kentteki her yeri, her nesneyi ıslatmış; unutulmayazak bir arvo pärt deneyimi için her şey "düşünülmüş", hazırdı.

dün akşam dünyada ilk defa istanbul'da bir bizans kilisesinde çalınan/dinlenen "ademin yakarışı"nda çoğaldık, çağıldadık..
yakarış müthiş gür başladı, çağlayan gibi aktı, gürüldedi. zaman zaman sakinledi, tekrar çağıldadı, çoştu, çoğaldı; içimize işledi.
aya irini hiç bu kadar güzel, hiç bu kadar ruhani tınlamamıştı; arvo pärt'in yapıtlarını yorumlamak konusunda deneyimli ve aynı zamanda koro şefi de olan orkestra şefi tonu kaljuste'nin apsisi ve sahneyi yatay ve dikey olarak derinliğine kullanarak oluşturduğu koro düzeni akustik açıdan muhteşem bir sonuç verdi.
"orient & occident", "alleluia tropus", "most holy mother of god", "adam's lament", "te deum" ve "da pacem"in icra edildiği yaklaşık iki saatlik konserde estonya filarmonik oda korosu ve vox clamantis muhteşemdiler. hakkını yemiyim, borusan filarmoni orkestrası da çok iyiydi.

sadece yaylı çalgılar orkestrası ve insan sesi meğerse aya irini'ye ne kadar yakışıyormuş.
öyle protokol falan olmasa, sabahın ilk saatlerine kadar söyleseler, çalsalar dinlenirdi; örneğin, ikinci yarının ilk yapıtı "te deum" insanın gözlerinden yaş getirtecek kadar etkileyiciydi.
[muhteşem estonya filarmonik oda korosu'nun bu akşam aya irini'de vereceği konser tiyatro festivali'ndeki bahar ayini ile çakışıyor; yolu tekrar aya irini'ye düşücek olanlar yine büyülenecekler. umarım biz, cemal reşit rey salonundakiler de japonais bahar ayininden memnun kalırız.]

ne yazık ki, konserin protokollü olması, çoşkulu alkış getirdi ancak yeterince ısrarlı değildi. oysa ki arvo pärt konser sonunda kendisine verilen iki büyük çiçek buketini önce kalbine götürecek, sonra da onlardan kanatlar yapıp uçaçak kadar çoşku doluydu. protokol olmasa, konser daha devam ederdi...

gerçi ben konseri devam ettirdim; evde kırmızı şarap açtım, "orient & occident" kaydını cd çalarıma koydum, daldım gittim ortaçağ'ın derinliklerine doğru...
ancak, konser öncesi yağmurdan sığınırken tanışma şerefine erdiğim ayşe'nin kitap kulübü üyelerinin gönüldaşlığı ve samimiyeti döndürdü beni güne, geceye, bugüne...

...

bana göre; ajans-2010'un onca projesi içinde, evrensel ve yerel olanı birleştiren en önemli/ciddi üç projeden biriydi arvo pärt'e bir eser ısmarlayıp dünya prömiyerini istanbul'da gerçekleştirmek; cem mansur sağ olsun!
[diğer ikisi: eğitim projeleri ve üç etaplı istanbul-türkiye-avrupa üniversiteleri tiyatro şenliği. geri kalanının çoğu fasa fiso, azı dişe dokunur, ama bu üçü gerçekten en önemlileri!]
ajans-2010'a, cem mansur'a ve arvo pärt'e candan teşekkürlerimle...

son bir not da iksv'ye:
hadi ajans-2010 kültür konusunda deneyimli değil, peki iksv nasıl, içinde böyle bir cümle geçen basın bülteninin altına imza atabiliyor:
"21. yüzyılın Mozart'ı olarak da adlandırılan Pärt, aralarında Reha Erdem'in 5 Vakit, Michael Moore'un Fahrenheit 9/11, Paul Thomas Anderson'un There Will Be Blood filmlerinin de olduğu 50'den fazla filmin müziğine de imza attı."
sanırsınız ki arvo pärt hollywood'un maaşlı film müzikçilerinden biri, işi yok, film müzikleri besteliyor.
bir bestecinin sinema için müzik bestelemesi başka bir şeydir, o bestecinin mevcut yapıtlarının filmlerde kullanılması başka! arvo pärt ikinci gruba dahil; dolayısıyla "film müziğine imza attı" lafı hem pärt'i hafifletiyor hem de yanlış bir kanı yaratıyor.
iksv'den konser fiyatlarıyla orantılı bir özen bekliyorum...

2 yorum:

  1. Çok çok zaman önce bir hediye almıştım, bu güne kadar aldığım en güzel hediyelerden biri idi. Bir parfüm ve yanında Keith Jarrett’ın da dâhil olduğu Arvo Part’ın Tabula Rasa albümü. O günden beri sanırım düne hazırdım/bekliyordum.

    Dün konser sonrası arındım diyebilirim. Eve döndüğümde bir bira açıp, ışıkları kapatıp Ka gelene kadar bir noktaya asılmışçasına In Principio’yu dinledim.

    Protokol bize sıkıntı yarattı ama tam da bu seviyede bir takdim olmalı idi.

    Gözlerim, yıllar önce hediyeyi veren kişiyi ararken; sizinle tanışmak ise benim için çok keyifli idi, o saatten beri epey kulaklarınızı çınlattık:)

    YanıtlaSil
  2. Maalesef bilet fiyalatının yüksekliğinden dolayı gidemeyen kitledenim... Çok doğru söylemişsiniz, iksv sayfasındaki "...filmleri için müzik besteledi..." ifadesini okuyunca güleyim mi, ağlayayım mı karar veremedim. Çarşaf çarşaf Lang Lang ilanları ve anlamsız festival posterlerine tuz biber oluyor bu tip küçük sinekler. Acaba film festivalinden sonra müzik festivalini de mi kaybediyoruz?

    YanıtlaSil