17 Haziran 2010 Perşembe

dertleşme babında

"müzik festivali 38, izlenim 2: sulu bir lang lang yazısı [ama ciddi tarafları da es geçilmesin lütfen!]" adlı yazıma gülda hanım'ın yaptığı yorumdan yola çıkarak:

öncelikle gülda hanım'ın yorumu:
"Gerçekten ciddiye alınması gereken bir yazı bu. Bilhassa öğrenci biletlerinin bu derece az olması çok önemli bir sorun. Bir tam bir öğrenci projesi hem Türkan Saylan’ın hem de Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı sebebi ile askıya alınmış olsa bile yeni proje arayışı içinde olduklarını biliyorum ve belki bu yeni proje için bizler de fikirlerimizi bildirmeliyiz. Sadece bir yardım kurulu ile değil de konservatuar öğrencileri ile de bir proje yapılmasına ön ayak olabiliriz. Bir de mutlaka son dakika bileti diye bir bilet türünün olması gerekiyor.

Ancak hatırlar mısınız bilmem ama biz üniversitede okurken, bilet alma işi çok meşakkatli bir işti. Kuyruğa girmek, form doldurmak, saatlerce telefon başında beklemek, listelerden biletleri bulmak... Epey para ve emek harcıyorduk ancak bunun da kendine göre bir keyfi vardı. Şimdi bu öğrencilerin –siz aslında çok daha yakından tanıyorsunuz ama- fazla rahat düşkünü olduklarını da gözlemliyorum. Birkaç örnek vermek isterim:

1. Eğer ben bir konser için fazla biletim oldu ise mutlaka İKSV’nin masasına bırakıyorum, çünkü o zaman bir öğrenci gelip bileti ücretsiz alabiliyor. Öğrenciler dilensin demek istemiyorum ama eğer konseri izlemeye hevesli iseler benim gibi davranan bir sürü insan olduğunu bilmeliler. En azından havayı solumak için de olsa bilet alamasalar da konser mekânına gelmeliler. Belki orada seslerini duyurmalılar. Ne yapıyorlar –genelleme yapmamam gerek biliyorum ama- hiç paraları olmamalarına rağmen son model cep telefonları ellerinde, evde oturup dizi izliyorlar.

2. Eğer konseri izlemeyi gerçekten istiyorlarsa; biletlerin çıktığı sabah erkenden kalkıp gişeye gitmeliler. Eğer bunu da yapıp bilet bulamıyorlarsa; o gün İKSV’ye adlarını bıraksınlar. Eminim o pek sevilmeyen Lale Üyeleri bu kısımla da ilgilenecektir.

3. Ülkenin genel havası bu gençlere de yansıyor. Herkes sadece Lang Lang’a gitmek istiyor. Lang Lang’ı izlemek güzel de, ücretsiz/makul fiyatlı bir sürü gösteri, konser, etkinliğe hiç rağbet etmiyorlar. Siz de izlediniz. Koskoca Kukla Festivali’ne gençlerin gösterdiği ilgi ne kadardı? Demek istediğim sadece Lang Lang yok. Bu ağlama edebiyatı ile popüler olana gösterilen ilgi birleşince ortaya iyice tatsız bir gençlik portresi çıkıyor."
öncelikle:
günümüz öğrencilerinin profili konusunda maalesef çok haklısınız!

biliyor musunuz, crr konser salonunda şöyle bir uygulama var: konser, o akşam solist olan enstrümanın bölümünde okuyan konservatuar öğrencilerine, kimliklerini gösterdikleri takdirde bedava.
e, peki öğrenciler nerede! neden crr'deki konserler en iyi ihtimalle 150-200 seyirciyle gerçekleşiyor! bu kentte kaç konservatuar var? [belki mert egeli bu soruma da yanıt verir]

[crr'de öğrenci diye en çok gördüklerimiz; öğretmenlerinin verdiği ödev yüzünden ebeveynleri ile yolu oraya düşmüş, ellerinde fotoğraf makineleri ilköğretim öğrencileri. bir taraftan, ne güzel, bahane ile konsere gelmişler diye düşünüyorsunuz, ancak geldikleri konser mesela bir yaylı çalgılar dörtlüsü konseri; yani klasik müziğe ilgili çoğu insanın bile zor tercih edeceği bir konser; haliyle çocuklar sıkılıyor, konuşuyor, eser aralarında, hatta bölüm içlerindeki kısa suskunluklarda alkışlıyorlar; bir an önce bitsin diye herhalde!
ne anlamı oluyor o zaman bu işin; herhangi bir ev ödevinin öğrencide yarattığı sıkıntının bin katını yaşayarak ve kaçarak terk ediyorlar salonu; çoğu zaman ikinci yarıya kalmadan!]

evet, biz öğrenciyken uğraşırdık, iki günlük kuyruklara girerdik, biletler öyle çok ucuz olmazdı, ama;
1- alım gücü daha yüksekti
2- öğrenciye ayrılan bilet sayısı bu kadar düşük değildi (örneğin festivalin akm konserlerinde 2. balkonun son 2 sırası diye hatırlıyorum ki, bu da en az 80 bilet eder)
3- öğrenci bileti uygulaması çıkmadan önce de en düşük bilet fiyatı hem uygun hem de miktarı çok olurdu; örneğin spor ve sergi sarayındaki konserlerde bütün üst kat tribünlerinin ucuz fiyatta olduğunu hatırlıyorum.. [yanılıyorsam "adsız" bey düzeltsin]

şimdiki öğrenciler sabahın erken saatinde kuyruğa girseler veya bilgisayar başında internet şubesinin açılmasını bekleseler de; çok az öğrenci bileti olduğunu bildikleri bir konsere, bilet bulma konusunda ümitsizler tabii ki!
hele de lale kartlıların ön satışta bayağı bir miktarı silip süpürdüğü düşünülürse; [aslında iksv, öğrenci biletlerinin tümünü ön satışa çıkarmayarak bu duruma kendince "hakkaniyetli" bir çözüm geliştirmiş.]

tabii ki; sadece lang lang yok, hatta belki illa da lang lang dinlemek de gerekmiyor; festivalde çok güzel, eğitici başka konserler de var.
ancak şöyle düşünelim: bir öğrenci illa lang lang dinlemek, onun heyecan verici rüzgarından faydalanmak istedi ve öğrenci bileti bulamadı, bir sonraki bilet kademesi ne kadar: 80 tl. yani 4 adet öğrenci bileti kadar.
o öğrenci bir lang lang konserini seyrettiği takdirde başka dört konsere bilet alamayacak! [değer diyebilirsiniz...]

...

öğrenci biletleri ile ilgili bu durumu protesto etmesi gereken ben değilim aslında; öğrencilerin kendileri! onlardan ses çıkaran var mı!!!
ben belki de, üniversitede olduğum için öğrencinin gözünden/cebinden düşünüyorum, ve onlar yerine isyan ediyorum!
bu protestonun "yukardan aşağı değil aşağıdan yukarıya" olması lazım!! :))

...

benim esas tartışmaya açmak istediğim husus, iksv'nin 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren geçirdiği dönüşüm. tabii, 3000 kişilik salonda 20 öğrenci bileti satma zihniyeti de bu dönüşümle yakından ilişkili.

dünyada klasik müzik ve operanın binbir türlü organizasyonla sokaktaki insana taşınmaya, sevdirilmeye çalışıldığı bir dönemde [tren garlarında, toplu konutlarda opera sahnelemek mi istersiniz, ünlü sanatçıların katıldığı çok ucuz halk konserleri mi, yoksa herkese açık-ücretsiz opera-haftasonu veya tiyatro-haftasonu etkinlikleri mi], türkiye'nin en önemli kültür-sanat "organizatörü" iksv'de tam tersi bir yaklaşım benimsendi.

klasik müzik festivali iyice halktan (yani orta gelirliden) kopup, parası olan elit bir zümreye yüzünü döndü; tabii bu arada parası olup da kültürü olmayan, konsere müzik dinlemekten ziyade "görünmeye" gelen yeni-zengin bir sınıf da türemedi değil!

ne burası isviçre, ne de biz verbier festivali'ndeyiz!
neden; refah içinde, çoğu kültürel ve eğitim sorunlarını çözmüş bir orta avrupa ülkesindeymişcesine festival düzenleniyor!
sonra; iksv'nin genel müdürü 1 mayıs işçi bayramında korteje katılıp taksim'e yürüyor! şaka gibi!!

...

daha önce de yazmıştım: iksv artık vakıf değil bir şirket!
iksv artık, topluma hizmet götüren bir kültür-sanat kurumu değil, amacı kültürden para kazanmak olan bir şirket!

bir sürü "büyük" örnek verilebilir, ben küçük iki örnek vereceğim:
1.
iksv'nin yeni binasını görmüşsünüzdür, peki o binanın üzerine yerleştirilen iksv isminin boyutuna dikkat ettiniz mi! etmemenize imkan yok, çünkü gözünüze sokuluyor!
deniz palas'ın neredeyse bütün cephesini kaplayan, araları açılmış koca harflerle "istanbul kültür ve sanat vakfı" yazıyor; kocaman!!!
bu ne görgüsüzlüktür; bunca yıldır türkiye'ye konuk ettiği sanatçılardan hiç mi bir şey bulaşmadı iksv yöneticilerine!
katia ricciarelli'den, cecilia bartoli'den, pina bausch'dan, nigel kennedy'den, hele hele de leyla gencer'den sadeliği, alçakgönüllülüğü, gösterişsizliği, insan sevgisini birazcık almış olsalar, o tabelayı o kadar insanın gözüne sokar gibi tasarlamaz, "ben buradayım" diye bas bas bağırmazlardı!
onların orada olduğunu ve yaptıkları işi bilen biliyor zaten!

2.
geçenlerde deniz palas'a bilet almaya gittim, girişin hemen yanındaki gişe kapalıymış, üst kata yönlendirdiler. kimlik kartımı alıp bir kart verdiler: ancak o kartı okuttuğum takdirde asansörler ve yukardaki mekanların kapıları açılıyor.
dördüncü kata çıktım, inerken de biraz etrafı görmekiçin merdivenlerden indim: kat holleri bomboş, yaşamıyor, çünkü hole açılan bütün kapılar kapalı, kilitli, kodlu! sanki içerde elmas kesiliyor, para ticareti yapılıyor; bir güvenlik paranoyasıdır, anlamak mümkün değil! insani hiç değil!!!
kapıdaki izbandut gibi badigardları saymıyorum bile!

...

ben iksv ile büyüdüm; istanbul'da sadece idso ve filarmoni derneğinin organize ettiği konserlerin ve operanın olduğu 80'lerin ikinci yarısına kadarki dönemde iksv'nin haziran-temmuz aylarına yayılan festivali, istanbul'un hatta türkiye'nin dışarıya açıldığı kapısıydı.
iksv sayesinde bir sürü efsanevi yabancı sanatçı da türkiye'de konser verdi, sanatını icra etti. ilk aklıma gelenler; ravi shankar, rudolf nureyev, miles davis, astor piazzolla, martha graham, merce cunningham, maurice bejart...

ben de, ailemin yönlendirmesiyle, kendimi bildim bileli iksv'nin etkinliklerinin takipçisi oldum; bu etkinliklerle çoğaldığımı, zenginleştiğimi hissettim, daha önce tanımadığım bir sürü sanatçıyı, kültürü tanıdım, keşfettim.

iksv'nin bir seyirci olarak üzerimdeki hakkını, emeğini inkar edemem.
ancak; şimdinin mantığı ile düşünürsek: bu emeği, en az 25 yıldır düzenli bir "müşteri" olarak kat be kat ödemişimdir! :)
belki de o yüzden bu kadar rahat konuşabiliyorum...

4 yorum:

  1. Dertleşmeye devam:)

    Yorum biraz uzun oldu çoğunu kısaltıp ikiye böldüm. Öncelikle söylediklerinize katılmamak mümkün değil. Bu konuları gündeme getirdiğiniz için çok teşekkür ederim.

    Geldiğimiz nokta bir tıkanmışlığı da gösteriyor. İKSV’nin bir değişime ihtiyacı var. Gerçi yeni yere taşındıklarında heyecanları ve hevesleri gözlerinden okunuyordu ama o da kısa sürdü. Ben Vakfın bir şirket gibi yönetilmesine itiraz etmiyorum, hatta yıllardır bir şirket prensibi ile yönetilmeleri gerektiğini savundum. Ancak iyi bir şirket gibi yönetilmelidir, bir başarısızlık varsa; nasıl bir şirket tüm yönetim kurulunu dâhi değiştirebiliyorsa; bir benzerinin olma ihtimali İKSV’de de olmalıdır.

    —Mümkün mü? Bu kast sistemi ile çok zor görünüyor. Danışma kurulu da mutlaka genişletilmelidir. Yıllardır aynı kişilerden alınan danışmanlık hizmeti –alındığı da şüpheli- ile nereye varılabilir o da ayrı bir konu.

    —Görünürde bir başarısızlık var mı? O da yok, çünkü bu genç arkadaşlar itiraz etmeyi dâhi bilmiyorlar. Ben, arkadaşlarım “Arvo Pärt geldi, Lang Lang geldi, Viyana Filarmoni de geldi oh ne güzel deyip” muhteşem bir festival izliyoruz. Konsere gitmektense orada görünmek isteyen birbirinin aynı Chanel çantalı hanımlar birbirlerine aynılıklarını gösterebiliyor…


    İKSV’nin bir şirket gibi yönetilmesi; “kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olarak İstanbul'da uluslararası sanat festivalleri düzenlemek” amacından vazgeçmesi anlamına gelmemelidir. Artık hepimiz hangi sanatçı nerede takip edebiliyoruz, Avrupa’ya kadar gelip İstanbul’a gelmeyen büyük ve önemli yıldızları/toplulukları görünce İKSV’ye kızıyoruz. Koskoca İstanbul, koskoca İKSV neden bunu yapamıyor diye eleştiriyoruz.

    Ancak, (nedense!) bir türlü bu büyük yıldızlar şehrimize gelme konusunda hiç istekli değil. Dolayısı ile İKSV bu büyük yıldızları getirmek için çok ama çok fazla enerji ve daha da önemlisi para harcıyor ve bir noktadan sonra –tipik kötü yönetilen şirket tavrı- en büyük sorun çözüldü diye, başka sorun yokmuş gibi davranıyor.

    Lang Lang tüm o olağanüstü uğraş sonucu buraya gelmeyi kabul ettiği gün, İKSV’de eminim bir şenlik yaşanmıştır. Önemli olan Lang Lang’ı getirmek olunca; çok önemli diğer ayrıntılar es geçiliyor/geçilmek zorunda kalıyor. Lang Lang nerede konser verecek, Lang Lang konserini izlemeye hevesli gerçek müzik severler/sanatçılar konseri izleyebilecek mi? Lang Lang kısmında asıl hedef halkı müzikle beslemek, zenginleştirmek, daha fazla izleyiciye ulaşmak değil. Bu derece önemli bir sanatçı bu ülkeye geliyorsa, diğerleri de gelme konusunda daha az nazlanacaklardır. Dolayısı ile Lang Lang’ın buraya kattığı değer İstanbul/İKSV’nin CV’sinde referanslar bölümündedir. Ve açıkçası bu şehrin CV’sinde olması da başlı başına bir katkıdır.

    Hata Lang Lang biletinin pahalı olması, az sayıda öğrenci bileti olması vs değil. Hata Lang Lang etkisinin yanlış değerlendirilip, tüm Müzik Festivaline/diğer konserlere yansıyışında. Lang Lang’a 20 öğrenci bileti ayrılınca, bir anda tüm diğer konserlerde de öğrenci bilet sayısı düşürülüyor, bir süre sonra da bu gelenekselleşiyor. Bu formül bir standarda ulaştığında konserleri orada bulunmaktan dahi nefret eden, “şu gıy gıy bitse de yemeğe gitsek” tavrındaki anlamsız bir kitle izlemeye başlıyor.

    YanıtlaSil
  2. Ben İKSV’nin bana katkısının karşılığını yeterince veremediğimi ve üzerime sorumluluk düştüğünü düşünüyorum. Dikkatlerinden kaçmış küçük ama önemli ayrıntıları gördüğümde haber vermeye özen gösteriyorum ve her bir seferinde de düzelttiklerini görünce onlara olan inancım tazeleniyor.

    Bu yüzden kendi aramızda dertleşmeyi bırakmayı ve Caz Festivali biter bitmez
    –madem İKSV bir şirket, biz de fikirlerimizi sunalım- İKSV yetkilileri ile bir toplantı ayarlamayı öneriyorum. Sorunlar ve öneriler başlıklı bir dosya hazırlayalım. Çıktığı andan beri hayranlıkla nasıl işleyeceğini takip etmeye çalıştığım “Bir Tam Bir Öğrenci” projesi’nin işlerlik kazanmasını sağlayalım. Ben randevu almak için de elimden geleni yaparım.


    Bu arada orada savunacağım kişi; zaten son güne kadar bilet almak için hiçbir şey yapmamış ve konser sabahı konuya ilgi göstermiş, “bilet pahalı o yüzden izleyemedim” tavrındaki konservatuar öğrencisi değil. Böyle davranan genç arkadaşların Lang Lang dinlemek, onun heyecan verici rüzgârından faydalanmak istediği ile ilgili de ciddi şüphe duyuyorum.

    Ve Mert Bey’in neden konseri izleyemediğini de çözmek gerekiyor: Mert Egeli’nin konsere gelip bir İKSV görevlisine öğrenci kimliğini gösterip “ben bu konseri izlemeliyim ama bilet alamadım” dese idi İKSV yetkilisi nasıl bir tepki verecekti? Yeni binanın soğukluğu, aidiyetsizliği yoksa kuruma da yansıdı mı?

    YanıtlaSil
  3. sorun kast sistemi mi yoksa iksv'yi işgal etmiş pazarlamacılar mı emin değilim :)

    2008'in mart'ında iksv'den beni sohbet toplantısına çağırdılar; müzik festivali ile ilgili olarak lale kartlılardan fikir almak istiyorlarmış; ben de herhalde en fazla "alışveriş yapan" sarı lale olarak arz-ı endam ettim.
    çağrılıp da gelen 2 hanım ve 1 bey vardı, üçü de ortayaşın üstünde.
    onlar herşeyi beğendiklerinden bahsettiler, biraz nostalji yapıldı, eski kuyruklardan bahsedildi falan. ama hepimizin ortak olduğu tespit; iksv'nin bir stk gibi algılanmadığı, daha çok "bilet kesen" bir kurum olarak görüldüğü idi.

    müzik fest. direktörü yeşim gürer oymak dışında pazarlama ekibi tam kadro oradaydı ve en çok onlar konuştu; en büyük dertleri de iksv'nin stk gibi görünememe durumunu.

    ben o toplantıda iki şeye dikkat çektim:
    1- gençlerin, özellikle de üniversite öğrencilerinin kazanılması ve bu anlamda bir-tam bir-öğrenci kampanyasının önemi
    2- tiyatronun toplumun gelişmesindeki rolü ve bu anlamda tiyatro festivali'nin her sene yapılması

    sohbet devam ederken aklıma bir proje geldi ve hemen onu da herkesle paylaştım:
    nasıl film festivalinde gündüz seansları 3.5 liraysa, her sene müzik festivali'nde bir tane de olsa şöyle bir etkinlik olsun:
    "üniversite öğrencilerine 5 liraya konser"
    ama bu konser öyle uyduruk bir orkestra, tanınmamış solistler falan değil, ciddi ve ünlü bir orkestra, şef ve solistin vereceği ek bir konser olsun ve bu konsere sadece kimliğini gösteren üni. öğrencileri 5 liraya bilet alıp girebilsin.
    böyle bir proje yabancı orkestraların bile hayır demeyeceğini, hatta normal bir konser ücreti talep etmeden seve seve yapacaklarını düşünüyorum.

    ertesi gün yeşim hanım'a bir mail atıp başka önerilerimi de yazmış, 5 liraya konser hakkında da şunları eklemiştim:
    "öğrencileri ciddiye alıp, adam yerine koyduğunuzda onlar da bu tavrınızdan etkilenip yaptıkları işe daha hevesle ve özenle sarılıyorlar. dolayısıyla, eğer ilerde böyle bir ucuz konser düzenlemeyi düşünürseniz, bence bu konseri kesinlikle müzik festivali'nin amiral gemisi olan aya irini'de organize edin. öğrenciler, ebeveyleri yaşlarında müzikseverlerin büyük paralar vererek konser dinlemeye gittikleri bir mekana, bu sefer sadece onlar için organize edilen bir konser dolayısıyla giriyor olsunlar!"

    yeşim hanım'ın cevabı o gün için beni sevindirmiş, umutlandırmıştı, aynen aktarıyorum:
    "5 YTL’lik konser fikrinizi çok benimsemiş vaziyetteyiz. Bunun için gelecek yıldan itibaren konservatuar orkestraları arasında bir seçme yapıp, her yıl bir öğrenci orkestrasına Aya İrini’de festival kapsamında yer vermeyi planlıyorum. Orkestraları iyi bir solistle birleştirirsek bu hem halk hem de öğrenciler için iyi bir motivasyon olacaktır. Bizim için hem ekonomik, hem de stk olarak algılanmamıza yarayan bir çözüm olur diye düşünüyorum."

    bu yazışmanın üzerinden iki yıl geçti.
    herhalde bu iki yılda lang lang'i getirmek ve viyana filarmoni'nin festivalden 10 ay önce crrks'ye gelmemesini sağlamak için kulis yaptı iksv.

    yeşim hanım konservatuarda öğr. üyesi, dolayısıyla o günki heyecanını tahmin edebiliyorum. sanırım onu aşan şeyler bunlar ve elinden bu kadarı geliyor.

    ...

    mert egeli'nin, bir iksv görevlisine gitseydi içeri alınacağına inanmıyorum.
    maalesef sizin, fazla biletlerimizi iksv masasına verelim öğrencilere dağıtılsın önerinizin de iksv gözönüne alındığında çok iyiniyetli olduğunu düşünüyorum.
    2-3 sen önce iksv yetkililerinin, davetiyesini bedava vermek isteyen birinin elinden "onu nasıl satarsınız, satamazsınız" diyerek alıp (hanım satmıyordu, tesadüf ordaydım ve tanık oldum) sonra o koltuğu bilete çevirip kendilerinin sattığına şahit oldum!

    YanıtlaSil
  4. hazır konu açılmış, iki yıl önce yeşim hanım'a attığım e-postada yazdığım diğer önerilerimi de sizinle paylaşıyım:

    -berlin'deki waldbühne konserleri gibi, kuruçeşme-arena'da her sene bir popüler klasik müzik konseri düzenlenebilir. hatta, "bosphorus-arena" gibi reklamcı ve pazarlamacıların seveceği bir slogan bulunabilir. sanırım yabancı sanatçılar da burada konser vermeye kolaylıkla ikna edilebilir, neticede benzersiz boğaz manzarası önünde müzik yapmak, aya irini'de konser vermek kadar cezbedici olmalı!

    -gustavo dudamel şefliğinde simon bolivar gençlik orkestrasını bir haftalığına istanbul'a davet etseniz. orkestranın üyeleri burada konservatuvar öğrencilerinin evlerinde kalsalar, atölye çalışmaları düzenlense, 2-3 konser verseler, biri sadece öğrencilere açık olsa.
    çok enerjik ve venezuela bayraklı kıyafetleri ile çıktıkları konserlerle de bayağı medyatikler. istanbul'un altını üstüne getirebilirler. hatta onların istanbul çıkartması, ülkemizde de venezuela'daki müzik eğitim programı gibi projelerin gerçekleşmesi için ilham kaynağı ve itici güç bile olabilir.

    -yine yurtdışındaki uygulamalardan esinlenerek aklıma gelen bir şey: o yıl dünyada gerçekleşen popüler olaylardan etkilenerek 1-2 konser düzenlenebilir mi.
    mesela, bu sene çin'de olimpiyatlar var, avrupa'nın bütün belli başlı kentlerinde çin ile ilgili konser-dans-opera projeleri gerçekleştiriliyor. bizim festivalimizde de bu anlamda en azından bir program olamaz mıydı.

    [şimdi düşününce, bu yıl da afrika ile ilgili bir konser düzenlenebilirdi :)]

    YanıtlaSil