17 Mayıs 2010 Pazartesi

tiyatro festivali 17, izlenim 3: "dava", böyle kabusa can feda






(fotoğraflar: arno declair)

andreas kriegenburg'un yönetmenliğini ve sahne tasarımını yaptığı franz kafka uyarlaması "der prozess" (dava) bugün tiyatro festivali'ndeki ilk gösterimini yaptı.

andreas kriegenburg sahnede "dava"nın atmosferini birebir yansıtan müthiş bir kabus yaratmış.
öncelikle sahne tasarımı tam onikiden vuruyor: bütün sahneyi kaplayan kocaman bir göz içerisinde her an kendi etrafında dönen ve yer ile açısını dikliğe doğru değiştiren orta sahne (göz bebeği) kabustaki tedirginlik halini; zemine sağlam basamama, zeminin ayak altından kayması, düz ve sabit duramama halini bu kadar iyi anlatabilirdi.
tabii, gözün de simgeselliği malum; erk sembolü, izleniyor olma hali... [steven soderbergh'in jeremy irons'lı "kafka" filminde de göz simgesi kullanılmıştı.]

ayrıca; bay k.'nın bir karakter (protagonist) olarak değil, -beyaz yüz makyajı, ince bıyığı, 30'ların düz kesim saçı ile ruhsuz, kimliksiz- bir tip olarak çizilmesi ve oyunda tek bir belirli bay k.'nın olmaması, her oyuncunun sırayla bay k. olması, hatta diğer karakterlerin de dönüşümlü canlandırılmaları yine kabusta olma durumunu çok iyi yansıtıyor. olur ya hani; etrafında baktığın her insanda aynı suratı görürsün; karabasan gibi...

derinden gelen, belli belirsiz, bazen -canlı olarak kenardaki mikrofondan- sadece seslerle ve tekrarlarla yaratılan müzik/ses tasarımı da yine kabus atmosferini kuvvetlendiriyor; müthiş bir tekinsizlik ortamı yaratıyor.
gözbebeği açıldığında gözüken arka tarafın hep buğulu ve ters ışıkla yıkanmış olması, yan spotlarla gözbebeği üzerindeki obje ve oyuncuların gölgelerinin eliptik yan yüzeylere düşmesi oyunu görsel olarak kuvvetlendiren unsurlar.

müncher kammerspiele oyuncularını kutlamak lazım; renksiz, kimliksiz ve ruhsuz bay k.'yı ve diğer karakterleri hepsi hem çok iyi oynadılar, hem de zaman zaman yerçekimine çok iyi karşı geldiler. beden olarak da bayağı talimliler.
özellikle ikinci perdenin başındaki yaklaşık 20 dakika süren nefessiz monologdaki başarısından dolayı annette paulmann'ı candan kutluyorum. ikinci perdeye kalan kadirşinas seyircimiz oyun sırasında kendisini alkışlayarak da hoş bir jest yapmış oldu.

2009'da, her sene en iyi 10 almanca konuşulan oyunun seçildiği berliner theatertreffen'e davet edilen, theater heute dergisi tarafından 2009'da en iyi sahne tasarımı ile ödüllendirilen "dava" temmuz'daki avignon tiyatro festivali öncesinde istanbul'da son defa yarın sahnelenecek.
ben tekrar muhsin ertuğrul'da olacağım...

4 yorum:

  1. 3 saatlik oyunun bu hali "kabus" olmuş gerçekten. Bence oyunun en başarılı olduğu yanı da bu!
    Son derece anlamlı dekoruna ve “karakter parçalama” yöntemine rağmen romanı nerdeyse satır satır okuyan uygulamada "sahne dili" yok. Biçim,özün önüne geçiyor.
    Almanlar Kafka'nın Dava'sına 'antik eser' muamelesi yapmışlar. Adalet ve hukuk konusunda sorunlarını çözmüş bir ülke için anlamlı olabilir. Dava'nın dünyada algılanışı bu gece sahneye yansıdığı gibi değil.Sahneye yansıyanın da Kafka olduğundan kuşkuluyum.
    Oyun sonundaki çığlık,ıslık ve alkışların abartılı olduğunu düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  2. son cümlenizden başlarsam;
    seyirci nasıl ki ukala bir "ben bilirim" tavrıyla oyunun yarısında çıkarak memnuniyetsizliğini göstermekte serbestse, oyun sonunda ayağa kalkarak alkış ve bravolarla beğenisini sahnedeki sanatçılara iletmekte de özgürdür kanımca.
    arada salonu boşaltan seyirciler keşke sonuna kadar kalıp "buuuu"lasalardı oyunu; en azından daha dürüst bir tepki vermiş olurlardı.

    ilginç ve üzücü olansa; oyunu yarıda terk edenlerin çoğunun sanatçı/tiyatrocu olması. esas onların kalıp izlemesi gerekirdi; cahil, hasbelkader oraya yolu düşmüş seyirciler değil ki onlar! [kendi bildiğini değil de karşıdakinin söylediğini anlamaya çalışmak, geniş görüşlü ve sabırlı olmak maalesef millet olarak suyumuzda yok!]
    kaldı ki; son yıllarda ülkemizde bu kadar bütünsel tasarlanmış kaç tane sahne yapıtı izlemişler de, yarıda çıkıp gitme lüksünü kendilerine görüyorlar!
    kendileri üretmiş mi diye sormuyorum bile!

    ..
    uyarlama konusunda ise aynı fikirde değiliz;
    bence bir uyarlama, yapıtın özüne ihanet etmeden, yönetmenin yorumunu içermelidir; özgün bakış açısını. yoksa, dünyadaki genel geçer bir algılayışı yeniden sahneye veya filme taşımanın ne katkısı, ne anlamı ne de özgün tarafı olur.

    sizin veya benim veya başka birilerinin "dava"sı böyle olmayabilir, büyük ihtimalle değildir de. ancak ben dün akşam "dava"ya kendi dava'mı değil, andreas kriegenburg'un dava'sını izlemeye gittim. ve sahne üzerinde yaratılan müthiş kafkaesk bir atmosferde sonuna kadar kendi çıkış noktasına ihanet etmeyen, tutarlı, bütüncül ve sağlam bir yorum seyrettim.

    tartışmalı bir sahneleme olduğu kesin; çok beğenenleri ve hiç beğenmeyenleri olacaktır, ancak dün akşami yapıt için en son söylenecek sözlerden birinin "sahne dili yok" olduğunu düşünüyorum...

    YanıtlaSil
  3. Çıkanlar adına konuşamam. Bence sıkıldıkları için çıkmışlardır, çok bilmekten değil.
    Bizde “Buuu”lamak geleneksel olarak olanaksız.
    Genellikle yabancı oyunlara , beğenisini bu düzeyde gösteren seyircisi olan tiyatro , bizimkisi gibi olmamalıydı.
    “Anlamaya çalışmak” kulağa hoş geliyor ama pratik değil. Dünyanın genel hastalığı olduğu için “millet olarak suyumuzda yok” genellemesinin dikkatle kullanılmasından yanayım.
    “Üretmeyenin eleştirmemesi” felsefi bir durum. “Üretmeyen beğenemez” sonucuna götürür bizi.
    Uygulama demiştim, uyarlama değil. Uyarlama konusunda sizinle ayni fikirdeyim. Ayrıca gösterinin adını doğru koymak kaydıyla yönetmen istediğini yapabilir diye düşünüyorum. Tabi ki benim Dava’m bu olmazdı. Ama oyunun ismi Dava ise , oyun Dava olmalı. Bence dün akşamki Dava değil, Dava’dan esinlenen bir gösteri idi. Siz buna “andreas kriegenburg'un dava'sı” diyorsunuz. Keşke öyle tanıtılsaydı.
    Yalnız şunu belirtmeliyim ki her gösteri ,kodlarımıza işlemiş bir beklenti ile başlar. Ve kişisel tatminde bu beklenti ile karşınıza çıkan arasındaki uyumun rolü vardır.Yani oyun seyredenle tamamlanır.
    “Kendi çıkış noktasına ihanet etmeyen” , çok geniş ve değerlendirmesi çok zor bir ifade,belki de bir sarmal.
    En saçma gösteri bile kelime anlamında bir “sahne dili”ne sahiptir. Benim ifade ettiğim “sahne dili”, meramı anlatırken içerik ile bütünleşendir . Dolandırmaması, tekrar etmemesi, anlamlı bağlantılar içinde olması, açtığı parantezi kapatması, söz ve şekil dengesini kurması ,sahneler ve karakterler arasındaki dengeleri (süre ve ağırlık) koruyabilmesi, vb gerekir. Bence , Dava, bu anlamda başarısızdır.
    Gerisi “demlenen” yazımda.

    YanıtlaSil
  4. Çok uzun süredir bir oyundan böylesine etkilenmemiştim.

    Oyuna giderken, odaklanıp üç saat Almanca bir oyunu izleyebilir miyim diye kendi kendime soruyordum. Şimdi ise tek eleştirim; ikinci perdenin çok ama çok kısa sürmesine dair.

    YanıtlaSil