19 Mayıs 2010 Çarşamba

beşiktaş'taki iskele "henüz belirlenemeyen bir nedenle" kül oldu! ya da çağdaş bir istanbul masalı


hani istanbul'da bir gelenek vardır; harap olmuş tarihi ahşap evleri yakar arsalarını otopark olarak kullanırsın!

...

beşiktaş'ta bir zamanlar bir iskele ve o iskelenin çevresi vardı;
.iskeleden kalkan vapurlar kadıköy'e yolcu taşırdı,

.iskelenin arkasındaki sokaktan anadolu yakasına otobüsler kalkar, sokağın caddeyle birleştiği noktada bulunan duraktan da levent yönüne giden otobüslere binerdin, o sokak her an kalabalık her an canlı idi,

.iskelenin hemen yanında devasa ağaçlar altında, boğaz dalgalarının hafif hafif yaladığı, öğrenci cebini yakmayacak fiyata çay-kahve içip tost yiyebildiğin bir çay bahçesi vardı,

.hemen onun yanında girilen büyük saray kapısından, zamanında sadece ecdadının asil zümresine ayrılmış bir bahçede de çay-kahve içebilirdin, bu sefer taburede değil bahçe sandalyelerinde otururdun ve orada içtiğin çayın yediğin tostun fiyatı da makul olurdu,

.o bahçenin hemen arkasında zamanında sarayın mutfağı mı yoksa ahırları olarak kullanıldığını şimdi hatırlamadığın bir bina sergi salonuna dönüştürülmüştü; orada gezdiğin bir çok sergiden biri, erol akyavaş retrospektifi, hala zihninin kıvrımlarında,

.kıyıdan saraya doğru yürümeye devam ettin mi ülkenin ilk, en kapsamlı ve en bakımsız güzel sanatlar müzesi'ne varırdın, bakımsız olsa da, ahşap döşemelerinde yürürken çıkan gıcırıtılar seni eski zamanlara götürürdü. hatta bir aralar akbank caz festivali'nin bazı konserleri müzenin büyük salonunda düzenlenirdi, bütünüyle ahşap mekanda atmosfer bir başka olurdu,

.müzenin bir de arka bahçesi vardı, cennet içinde cennet gibi, havuzlu, çiçekli, kuğulu; zaman zaman müzenin bodrum katındaki resim atölyesine devam eden amatör ressam adaylarının bahçede çalıştıklarına tanık olurdun,

.müzeden caddeye çıkan yolun iki tarafı büyük ağaçlarla kaplıydı, bir tarafı cennetin yüksek bahçesi, diğer tarafı denizcilerin sanat galerisiydi...

...

çok zaman önce, ilk olarak cennet bahçe birilerine tahsis edildi, sonra kaymakamlık binası, sonra ahırlardan dönüştürme sergi yapısı... bu arada halkın rahatlıkla ulaşabildiği boğaz kıyısı kafeteryası da kapanmıştı zaten.

sonra, otobüs durakları kaldırıldı, kadıköy vapurları uzaktaki iskeleye alındı... doğal olarak denize sıfır öğrenci çay bahçesi de oradan kazındı.
en son, cadde üzerindeki -kendini bildin bileli orada bulunan- durak da iptal edildi.

iskele ve çevresi sakin, kontrollü, halktan neredeyse kimsenin geçmediği, adı konmamış bir şekilde "özelleştirilmiş kamusal alana" çevrildi.

oradaki -tabiri caizse- son "halk kalesi", işlevi olabildiğince azaltılmış da olsa, vapur iskelesiydi.

...

son günlerde hemen vapur iskelesinin arkasında yıllardır boş vuran tütün deposu'nun yıkıldığına da tanık oldun ve bir gün gazetede o binanın yerine boğazın yedi kat altına kadar inen yedi yıldızlı bir otel inşa edileceğini okudun.

boğaz'a en fazla 5-6 metre mesafede "yedi yıldızlı ultra lüks" bir otel inşa ediyorsun; arada sadece, kamunun kullandığı bir yol ve bir iskele var.
manzaranın bunlarla "kapanmasını" ister misin?

3 yorum:

  1. beşiktaş iskelesi, emek sineması, akm, kadıköy ve şişli'de sessiz sedasız elimizden kayıp giden pek çok mekan. Hepsi İstanbul'un koskoca bir kasaba olmaya doğru gittiğinin kanıtı değil mi sizce?

    YanıtlaSil
  2. İNANMAK İSTEMİYORUM!

    YanıtlaSil
  3. Sanki birileri karabasana dönüşen bir kasaba yaratırken -çok bencilce olacak ama- bizim gençliğimizi de çalıyor gibi hissediyorum… Cep telefonlarımız yokken biz, AKM’nin önünde, Emek Sineması’nın yanında, Beşiktaş İskelesi’nde birbirimizi beklemez miydik?

    Karamsar olmak istemiyorum, o iskeleyi tekrar orada göreceğimize, daha güzel bir AKM’de konser izleyeceğimize inanıyorum. Emek Sineması içinse hâlâ bir umut olmalı. Olmazsa… bilmiyorum, zaten karamsar olmamak için çok direniyorum.

    YanıtlaSil