27 Nisan 2010 Salı

"seni seviyorum diyecek kadar sarhoş?"; çıkarları uğruna dünyayı mahfedecek kadar ayık!

bu akşam üç alternatif arasından “seni seviyorum diyecek kadar sarhoş?” oyununu seçtim. diğerleri süreyya’da istanbul devlet balesi’nin dans haftası kutlamalarının ilk gecesi ile cemal reşit rey’de akordeon & yaylı çalgılar dörtlüsü konseri idi.

beyoğlu’nun ara, arka, ana sokaklarında bir sürü küçük ölçekli, bağımsız tiyatro toplulukları türedi son yıllarda. ve bu tiyatrolar, örneğin dot’tan daha radikaller, -marifet sayılır mı bilmem ama- daha “in-yer-face”ler. oldukça da “underground” olduklarından dolayı daha rahatlar, daha özgürler; daha kolay sınırları zorlayabiliyorlar.
iki ay kadar önce istiklal’den girilen bir apartmanın üst katlarından birinde, dot’la tanışık olduğumuz mark ravenhill’in “birkaç açık saçık polaroid” oyununu izlemiştim. hakkında o zaman blogumda yazmaya zamanım olmamıştı, ama beğenmiştim.

bu akşamki oyun, caddeden içlere doğru sızıp, ara sokakların birindeki gaf sahnesindeydi.

balık pazarı’nın arkasındaki sokakların birinde bir zile basıyorsunuz, kapı açılıyor. üst kata çıkıyorsunuz, bilet alıp, sergi salonu-fuaye gibi bir mekanda beklemeye başlıyorsunuz. bu arada sangria ikramı yapılıyor.
akşamın seyircileri geldikçe mekan kalabalıklaşıyor, oyunun başlama saatini biri iki dakika geçe üst kattan iki genç adam iniyorlar mekana, ellerinde içki, hafif sarhoş… önce uzun uzun bakışıyorlar, kesişiyorlar demek belki daha doğru.
seyircilerden bu mizanseni fark edenler kenara çekilip genç adamlara yer açıyor. sonra biri diğerine “seni seviyorum diyecek kadar sarhoş” diyor ve oyun başlıyor.
kısa süren bu girişten sonra seyirciler iki genç adamın arkasından üst kata çıkıyorlar ve küçük bir oturma odası boyutlarındaki mekana alınıyorlar; üç yanda duvar kenarlarına sandalyeler dizilmiş, ortada birer büyük, yaldız işlemeli, kadife kaplı koltuk ve bir ayaklı lamba.

45-50 dakikalık oyun bu küçük odada ve odanın kapısından görülen merdiven sahanlığında geçiyor. yönetmen jale karabekir sadece iki kişinin birbiriyle konuşmasına dayalı oyunu olabildiğince hareketli, dinamik hale getirmeye uğramış; hem o küçük oturma salonu hem de merdiven sahanlığı çok iyi kullanılmış. bu başarılı düzenlemede ışık tasarımının da büyük payı var.

[eve gelip, internette küçük bir araştırma yapınca oyunun west end ve broadway’deki yapımlarının eleştirilerine denk geldim; doğrusu, yurtdışındaki rejinin daha sade ama çok daha etkileyici olduğunu düşünüyorum: bütün oyunun geçtiği iki kişilik koltuk oyun süresince gitttikçe yerden koparak yükselmiş.]

ingilizlerin önemli yazarlarından carly churchill’in oyununun konusundan çok, konuyu ortaya koyuş şekli ilginç: iki adam var, sevgililer. birinin amerikalı olduğu tahmin edilebiliyor diğeri nereli çok anlaşılmıyor. [yurtdışı eleştirilerinden öğrendim; biri amerikalı (sam) diğeri ingilizmiş (jack), hatta bush ile blair olarak bile düşünülebilirmiş]
bir yandan bu adamların eşcinsel ilişkilerinin seyrini izliyoruz, bir yandan da amerika’nın dünya üzerinde gerçekleştirdiği müdaheleleri (vietnam, ırak, şili, kolombiya… suikast, virüs, bomba, uyuşturucu, silah ticareti, ihtilal…) hakkında kendilerini haklı çıkaran, daha etkili nasıl yapabileceklerine, stratejilerinin ne olması gerektiğine dair kesik kesik, tam cümleleşmeyen, spotlar ve sloganlar halinde kalan konuşmalarını dinliyoruz.
amerikalı olan ingiliz’i baştan çıkarıyor; iki adam kirli çamaşırları hakkında konuşarak tahrik oluyorlar, öpüşüyorlar, sevişiyorlar.

etkili olmasına etkili bir buluş; amerika ve ingiltere’yi birer eşcinsel figür olarak tanımlayıp, dünya üzerinde kendi faydaları uğruna gerçekleştirdikleri icraatlar üzerinden ilişkilerinin seyrini ortaya koymak.
ancak tam da anlamış değilim, neden illa eşcinsel olmaları gerektiğini?

oyunun türkçe metni maalesef, bütün bu tarz oyunlarda olduğu (ve dot’un da bir türlü üstesinden gelmeyi başaramadığı) üzere çeviri kokuyor, oyuncuların ağzında yapay duruyor.
yine de, iki genç oyuncuyu, fatih gençkal ve murat mahmutyazıcıoğlu’nu kutlamam lazım; hem cesaretleri, hem de gayretleri için, yani cesaretlerinin arkasını doldurdukları için; hem türkiye sahnelerinde kolay kolay tanık olunamayacak bir rahatlıkla oynuyorlar hem de çok zor bir işin altından kalkıyorlar: birer figür olarak çizilmiş rollerine can katıyorlar.

“seni seviyorum diyecek kadar sarhoş?” çarşamba ve perşembe akşamları da saat 20.00'de tiyatro gaf’ta.

1 yorum:

  1. BIR AY SIZE "TAKILSAM" HAYATTA KALIR MIYIM ACABA?
    ENERJINIZE HAYRANLIGIM GECTI, TIBBI MERAK BASLADI !
    TESEKKURLER

    YanıtlaSil