23 Eylül 2009 Çarşamba

(yıldız) saray(ı'n)dan kız kaçırma


sezonun ilk prömiyerini istanbul devlet operası yaptı: "saraydan kız kaçırma".

geçtiğimiz hafta sadece üç kere sahnelenen opera, önümüzdeki yaz istanbul'da düzenleneceği müjdesi verilen opera festivalinin ilk yapımı olma özelliğini taşıyor.
yekta kara imzalı "saraydan kız kaçırma"nın en önemli artısı açıkhavada, gökteki yıldızlar altında, yıldız sarayı'nın bahçesinde sahnelenmesi.

tam donanımlı kültür yapısı fakiri şehrimiz bol bol hoş atmosfere/ortama sahip tarihi yapı ve mekan barındırıyor; bazısı konser vermeye müsait, bazısı tiyatro sahnelemeye. yeter ki bu potansiyeli kullanabilelim.
akm'nin "kapatılması" yöneticileri/organizatörleri farklı mekanlar bulmaya, kullanmaya, giderek keşfetmeye itiyor; çinili köşk'ün önü, topkapı sarayı birinci avlusu bunlardan bazıları.
maalesef öyle çok da elverişli olmuyor bu mekanlar opera sahnelemek veya konser vermek için; neyseki atmosferin etkileyiciliği diğer ölçütleri bastırıyor. yıldız sarayı'nın, çinili köşk-arkeoloji müzesi avlusu veya topkapı sarayı birinci avlusu'ndan ayrılan en büyük farkı ve artısı ise mekanın "intimliği".
yıldız sarayı kompleksinin bir parçası olan mabeyn köşkü'nün önündeki bahçede, köşkün cephesinin hemen önünde, seyircilerle hemzemin ve sanatçılara el uzatma mesafesinde, küçük ölçekli sahne alanı iki yandan seyirci koltukları ile çevrelenmiş. üçüncü tarafa ise orkestra yerleştirilmiş. seyirci tribününün hemen arkasındaki büyük ağaçların dalları seyircilerin üzerlerine doğru uzuyor; mekanı sarıyor.
küçük ölçekli az mekanlı operalar için (mozart'ın "cosi fan tutte"si de buraya pek güzel uyar), hatta oda orkestrası konserleri için inanılmaz sıcaklıkta bir mekan burası. kimin aklına gelsiyse tebrikler!

istanbul'da bir saray kompleksine ait bir yapının cephesini konusu istanbul'da geçen "saraydan kız kaçırma" için fon olarak kullanmak çok yerinde bir seçim.
aynı operayı, yıllarca istanbul müzik festivali'nin bir geleneği olarak topkapı sarayı ikinci avlusunda [yani, "kutsal emanetler"e daha da yakın!!! o dönemde protestocular neredeydiler acaba; herhalde memleketin "daha önemli" işleriyle uğraşıyorlardı!] bab-ü saade akağalar kapısının önünde sahnelemek bu kadar etkileyici değildi; o kapı bu cepheden kat be kat görkemli ve benzersiz de olsa.
sanırım işin sırrı ölçekte; burada herşey daha samimi, [opera sanatını tanımlamak için yerinde bir sıfat olmasa da] daha insancıl.
yekta kara bu yakın ilişkiyi "ortaoyunu gibi seyircinin arasında oynanıyor" olarak tanımlıyor; hoş bir yorum.

tabii bu "yakın ilişki" mükemmel yorumcular/oyuncular gerektiriyor; herşeyleriyle yakın ve ortadalar; sesleri, yorumları, mimikleri, telaffuzları, diksiyonları dört dörtlük olmalı.
doğal olarak, bu kadar yakından izleyince her bir küçük yanlış, dev aynasındaymışcasına büyüyor. ve keşke; yanlışlar küçük olsaydı!
orkestra ve -özellikle- koro (ki sadece iki sahnede çıkıyorlar, ne olurdu daha fazla çalışmış olsalardı) felaketti.
solistlere gelince; ben 17 eylül akşamki ikinci temsili seyrettim: kaçırılıyor da olsa operanın bütün yükünü omuzlarında taşıyan konstanze'da soprano esra çetiner gerek ses gücü, gerek yorum gerekse de teatral kabiliyet açısından yetersizdi. operanın diğer önemli rollerinden osmin'de ise kenan dağaşan teatral açıdan başarılı olsa da yorum ve almanca diksiyonda doyurucu değildi.
akşamın parlayan yıldızları ise, rollerinde tek kast olan belmonte'de tenor erdem erdoğan ve pedrillo'da cenk bıyık'tı. her açıdan bu ikiliyi izlemek çok keyifliydi; almanca diksiyonları çok iyiydi, aryalarda her söyledikleri anlaşılıyordu, ses ve yorumları doyurucuydu, teatral açıdan da bizlere keyifli dakikalar yaşattılar.
blondchen'deki sirel yakupoğlu'nu da unutmamak lazım; rejinin ona sunduğu olanağı sonuna kadar ve hakkıyla kullandı; eğlenceli, hafif ve sevimli, kostümünün de çağrıştırdığı üzere şeker gibi bir blondchen oldu.

"saraydan kız kaçırma"da yıldız sarayı bahçesini ustaca kullanmak dışında başka hoş detaylar da vardı.
rejisör yekta kara'nın, "şarkılı oyun" (singspiel) olarak tanımlanan eserdeki arya aralarındaki replikleri her karakterin kendi kökenine göre farklı dillerde söyletmesi ilginç ve daha önce denenmemiş bir yorum; karakterler, giderek te kültürler arasındaki iletişimsizliği veya anlaşmazlığı, anlayışlar arasındaki farklılığı ortaya koymak için zekice bir buluş.
kostümlerde de benzer bir mantık sürdürülmüş; türk karakterler geleneksel kıyafetler içindeyken, batılılar günümüz modasına uygun giydirilmişler. yekta kara bunu her kültürün kendine has gestusu olur mantığına oturtmuş. kabul, o zaman neden geleneksel türk - çağdaş batılı karşıtlığı, hele de, affediciliğiyle selim paşa'nın oyundaki batılı karakterlerden daha çağdaş olduğu bile iddia edilebilirken.

yekta kara'nın bir söyleşide belirttiği üzere, "konstanze aslında selim paşa'ya aşık" yorumu da bana biraz tartışılır geldi. sevgilisi belmonte'ye sadık kalmak adına paşaya karşı "işkencenin her türlüsüne razıyım" ("mattern aller arten") diyen, özgürlüğü adına ölümü bile göze alan konstanze nasıl olur da "aslında" selim paşa'ya aşıktır ben çözemedim.

herşeye rağmen; arada sırada tepeden geçen uçaklar dışında kentin hiçbir gürültüsünün sızamadığı yıldız sarayı'nın bahçesinde, sanatçılara nefeslerini duyacak, ağaçlara dallarına uzanacak kadar yakın bir ortamda opera seyretmek çok keyifliydi.
önümüzdeki yaz herkese tavsiye ederim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder