14 Haziran 2009 Pazar

"almancı"ların uzunları ve kısaları

(auslandstournee - yurtdışı turnesi, yön: ayşe polat)
bugün goethe'de kısalar vardı; "almancı!" festivalinin tiyatro veya film ayağında işleri sunulan yönetmenlerin ve başkalarının kısa filmlerinden derlenen dört program hazırlanmış. ben üçünü seyrettim: shorts on sunday I: hakan savaş mican filmleri, II: ayşe polat ve miraz bezar filmleri ve III: istanbul. kısalardan seyrettiklerimin hepsi birbirinden ilginç, anlamlı, ufukaçıcı filmlerdi.

soru-cevap'ta hakan savaş mican'a sorduğum soruyu meğerse dört yıldır bekliyormuş birisi sorsun diye. o mutlu oldu, ben de; "fremd" (yaban)'ın sonunda neden rossini'nin aryasını kullandığıydı sorum.
"italya'da bir türk" operasındanmış ve her ne kadar operanın içeriği çok kötüyse de (tek taraflı ve ırkçı olmalı) yabancı ülkedeki bir türkü anlatması açısından filmine uygun bulduğundan kullanmış.
"fremd" fena değildi, "adems sohn" ise çok iyiydi; gizemliydi, herşeyi bir anda açık etmeyip, sindirerek/zamana yedirerek veriyordu ki, çok başarılıydı. ayrıca oyuncu yönetimi de mükemmeldi. müzik kullanımı açısından ise; her ne kadar "fremd"deki rossini'yi anlayabiliyorsam da, "adems sohn"daki yerine göre her türlü müzik çeşidini (yerel, klasik, rock, her şey vardı) kullanma tercihini fazla karışık/dağınık bulduğumu söylemeliyim.
ve bu kısalar sayesinde mican'ın bir akşam önceki tiyatro oyunu "der besuch" ile paralellikler kuruldu; nesiller arası ilişkiler/iletişimsizlikler, dil problemi, bir nesil türkçe diğeri almanca konuşuyor, aynı "ziyaret"te yeri geldiğinde karakterlerin ispanyolca ve farsça konuşmaları gibi.
bu iki filminde ve tiyatro oyununda anneler-oğullar, babalar-oğullar, dedeler-torunlar var. mican göç, aidiyet, aşk, sevgi gibi konuları nesiller arası ilişkiler/iletişimsizlikler üzerinden anlatmayı yeğliyor; yerinde bir tercih. gerek bu iki filmi gerekse tiyatro oyunu başarılı, etkili, mesajlarını doğru-düzgün iletiyorlar.
halen sinema-tv öğrencisi olan mican iki sene içinde uzun metrajlı filmini çekecekmiş; merakla bekliyorum.

ayşe polat'ın dün ilk iki uzun metrajlısını seyretmiştim: "auslandstournee" (yurtdışı turnesi) ve "en garde". bugün de iki kısasını izledim: "ein fest für beyhan" (beyhan'ın şenliği) ve "graefin sophia hatun" (sofia kontes).
doğrusu polat'ın kısalarını uzunlarına tercih ederim. kısaların her ikisi de muhteşemdi; biri anadolu'nun sarısıyla, sıcaklığıyla yıkanmıştı, diğeri -her ne kadar filmin müziği marais'ye ait olsa da- wagneryen soğuk bir germen mavi-yeşiline bürünmüştü.
şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanların, hayal ile gerçeğin, doğu ile batının içiçe geçtiği mekanları (kervansaray, tek bir ağacın hükmettiği bir bozkır, alçak bir nehirin tanımladığı yemyeşil topraklar, ...), oyuncuları (tuncel kurtiz, füsun demirel, ...), müzikleri ("haydar haydar", "sonnerie de sainte geneviéve", ...) ile mükemmel, benzersiz filmlerdi. [festival kuratörlerine özel teşekkür!]
uzunlardan ise içerik ve biçim olarak "en garde" daha özgün, "yurtdışı turnesi" ise daha bildikti. ancak, "yurtdışı turnesi"ndeki oyunculuk, özellikle de hilmi sözer çok iyiydi; eşcinsel şarkıcı zeki karakterini abartmadan, dengeli jestlerle mükemmel yorumlaması bir yana, karakterin değişimini çok ustaca yansıttı.

"en garde"daki temizlikçi berivan ile duyma sorunu olan alice karakterleri ise, sanki miraz bezar'ın "berivan" adlı kısa filmindeki berivan karakterinde birleşmişti. ya da daha doğrusu; "berivan" önce çekildiğine göre ayşe polat miraz bezar'ın kısa filminden esinlenmiş olabilir miydi? soru-cevap'ta bezar'a sordum, tesadüf dedi. ayşe polat üçüncü filminin çekimleriyle uğraştığı için festivale katılamadığından sorum havada kaldı; polat filminin istanbul sahnelerinin çekimi için önümüzdeki hafta istanbul'da olacakmış.
bezar'ın üçüncü kısası "freiwild" (av)'ına ise hayran oldum; başka/yabancı bir kültürü bu kadar içselleştirerek yansıtabilmek hiç kolay değil, tebrikler!
nitekim, bu sefer "der freischütz" operasının müziğinin neden kullanıldığını sormadım, o kadar cuk oturmuştu ki filme, helal olsun!

"short on sunday III: istanbul" seçkisinde ise yüksel yavuz'dan bir oğuz atay uyarlaması [beyaz mantolu adam şems-i tebrizi miydi?], idil üner'den fatih akın'ın oyuncu olduğu bir büyük londra oteli macerası, neco çelik'ten başrolünde jale arıkan'ın oynadığı hüzünlü başlayıp mutlu biten bir mülteci hikayesi ve lale nalpantoğlu'ndan eğlenceli ve ironik bir bıyık hikayesi izledik.
hepsinin ortak noktası istanbul'da geçiyor olmalarıydı; goethe'den çıkıp kendimi istiklal'in üniversite sınavı sonrası kalabalığına bıraktım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder